Yaşım 50’yi biraz geçti ve 40 yıldır yazıyoruz, anlatıyoruz, dilimizin döndüğünce, aklımızın erdiğince hem kendi görüş ve düşüncelerimizi, hem de âlim, filozof ve mütefekkir insanların görüş ve fikirlerini, gazete, dergi, görsel ve yazılı basın ile internet ve çeşitli vasıtalarla özellikle gençlere ve herkese ulaştırmaya çalışıyoruz. Benim bu yaptığım iş “tavanlara avize takmaktır.” İsteyen herkes, o avizeleri çalıştırmak ve lambalarının parlamasını sağlamak için düğmeye basar ve yazılarımı okur. İsteyen de okumaz. Herkes kendi tercihinde hürdür. Sırf ben değil, esasında yazı yazan ve halkı aydınlatmak isteyen her âlim, mütefekkir, yazar, şair ve düşünce insanın yaptığı iş “tavanlara avize takmaktır.” İsteyen herkes, bu yazılanları okur ve kendi ruhunu aydınlatır. Elbette ki, bizim taktığımız avize, ruhları aydınlatan manevi avizedir. Manevi birer lambadır.

Şimdi bu avize ve ruhları aydınlatma mevzuuna neden girdim ve bu yazıyı neden hazırladım. Bunun nedeni elbette ki, durup dururken kendi zihnimden ve kendi düşüncemden doğmuş değil. Nedeni bir rüyadır.

Şimdi o rüyayı anlatayım: Haftada bir, yani Çarşamba günleri basılarak dağıtılan Pazarcık Havadis Gazetesinde yaklaşık 2 yıldır, 2 yerde yazı yazıyorum. Bu yazılarımın birincisi köşe yazarı mahiyetinde olup o köşede halkımıza sesimizi duyurmak ve görüşlerimizi açıklamak ve fikirlerimizi yaymak maksadındayız. Bu gazetede aynı zamanda, tam orta sayfada, 5. ve 6. sahifelerde yazı dizileri neşrediyorum. Bu yazı dizileri kimi vakit, Pazarcık halkının içerisinden çıkan ve iz bırakmış kişileri anlatmak, manevi değerlerimizi tanıtmak şeklinde oluyor, kimi zaman da alim, fikir adamı ve filozofları anlatmak ve halkımıza hatırlatmak şeklinde oluyor. Sözkonusu o yazı dizisinde 2 aydır, sırasıyla, Yusuf Has Hacib, Platon, Nasreddin Hoca, Nurettin Topçu, Bediüzzaman Said Nursi, Ulu Hakan Abdülhamid Han, Mevlana ve “Yedi Güzel Adam” anlattım. Bu hafta ise “Son Devirde Kahramanmaraşlı Bir Âlim ve Evliya: Hafız Ali Efendi”yi halkımıza, özellikle gençlerimize tanıtmak ve hatırlatmak istedim. Hafız Ali Efendi bir âlim olmanın yanında, aynı zamanda bir evliyadır. Buna böyle inanıyorum. Kerametlerini o yazı dizisinde anlattığım gibi, bir keramete de ben o yazıyı hazırlarken şahit oldum. Bizzat yaşadım.

Hafız Ali Efendi hakkındaki yazıyı cumartesi günü yazıp bitirdim. Ancak yayınlanması için Pazarcık Havadis Gazetesine göndermedim. Hatta, gazetenin yayın sorumlusu Faruk İnce Kardeşimiz “Abim yazıyı Cumartesi göndermeniz mümkün ise erken gönder. Çünkü Pazar günü İstanbul’a gideceğim. Gitmeden yayına yetiştirmek istiyorum” dediği halde, o gece beklettim ve göndermedim. Zaten kendisine de “Pazar sabahına kadar bekle” dedim. “Ben Pazar sabahı erkenden yazıyı Faruk’a gönderirim. Faruk da Pazar günü İstanbul’a gitmeden erkenden yazıyı yayına hazırlar” diye düşündüm. Peki, Cumartesi sabahtan akşama kadar çalışıp uğraşıp yazıyı hazırlamama rağmen yazıyı o gün neden göndermedim? Nedeni şu: “Bir gün boyunca Hafız Ali Efendi’yi yazdım. Zaten kendisi hakkında yazı hazırlamam da tamamen tevafuk ve bir hikmete göredir. Bu zat keramet sahibidir. Ben de kendisinin evliya tarafını ve kerametlerini anlatacağım. Acaba, bu akşam rüyamda bana bir işaret ve keramete dair bir belirti olur mu” diye düşünüp bu minval üzere uyudum. Ve o gece rüyamda gereken işaret ve belirti geldi:“Rüyamda kendi evimizdeki ya da başka bir evdeki bir tavana çeşitli boy ve modellerde farklı farklı avizeler takıyorum. Bazı avizeler büyük, bazıları da küçük. Rüyamda çeşitli ebat ve parlaklıkta birçok avizeyi tavana taktığımı ve yerleştirdiğimi gördüm.”

Bu rüyadaki mesajı ben anladım. Benim gibi mesajı anlayanlar anlamıştır zaten. Anlayanlara selam olsun.

Evet, mesaj bu yazının başlığında da var zaten. “Ben tavanlara avize takıyorum.” Yazı yazmakla, insanlarımıza doğru yolu gösterecek bir şeyler anlatmakla ve özellikle de âlim, filozof ve mütefekkir insanlarımızı tanıtmakla, “ben tavanlara avize takıyorum.” Sanmayın ki, ben tavanlara maddi avize takıyorum. Ben zihinlere ve yüreklere manevi avize takıyorum.

Her âlim ve yazar, her mütefekkir ve filozof birer manevi avizedir. O avizeler ruhları aydınlatır.

İnsanın evinde nasıl ki maddi avize ya da lambalara ihtiyaç var ise, aynı şekilde ruhunda da manevi avize ve lambalara ihtiyaç vardır. Aksi halde, yolunu şaşırır ve karanlıklarda kalır. İnsanın yolunu şaşırmaması ve karanlıklarda kalmaması için, devamlı surette âlim ve filozofların, yazar ve mütefekkirlerin düşüncelerinden istifade etmesi, öğüt alması ve söz dinlemesi gerekir. Yoksa, istikametini bulamaz, iyilik ve doğruluk yolunda yürüyemez. İnsan her an ve her daim, öğüde ve nasihate muhtaçtır. Her daim ve her vakit, öğüt ve nasihat gereklidir. İnsan, bu öğüt ve nasihatleri de elbette âlimlerden ve bilenlerden almalıdır.

Öğüt vermek ve nasihat ile doğru yolu göstermek tüm peygamberlerin metodudur. Peygamberler halk arasında bu minval üzere yaşamışlardır. Peygamberler gönderildikleri toplumda öğüt ve nasihat çerçevesinde hareket etmişlerdir. Yüce Rabbim (cc), peygamberlere öğüt ve nasihatte bulunmayı emretmektedir. “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zariyat Suresi, 55) Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) hayatı boyunca insanlara öğüt ve nasihatlerde bulunmuş ve onları doğru yola çağırmıştır. Bu çabası ve çalışmasında asla bir yılgınlık göstermemiştir. Sevgili Peygamberimiz (asm) hak yola, doğru istikamete çağırırken, hiçbir şeyden ne çekinmiş, ne korkmuştur. Ne de kınayıcıların sözlerinden etkilenmiştir. “Bir hak yolun davetçisi”, ister peygamber olsun, isterse basit bir davetçi olsun, ne kınanmaktan korkar, ne de başka şeyden çekinir. Yolunda emin adımlarla yürür ve elinden geldiğince, dilinin döndüğünce hakkı ve doğruyu anlatır. Onun görevi, gönüllere ve zihinlere manevi avize takmaktan ibarettir. İsteyen o avizeden, o lambadan yararlanır.

Evet, yazımın başında belirttiğim hususu burada da belirtiyorum. “Ben tavanlara avize takıyorum.” Anlayan anladı elbet, “Ben gönüllere, zihinlere manevi lamba takıyorum.” Takmaya devam, vesselam.