Sigmund Freud'a göre insan kişiliğini oluşturan üç ana yapı nedir?

Freud, psikanalitik kuramında zihnin üç temel kavramdan oluştuğunu düşünmekteydi. Bu kavramları sırasıyla id (alt bilinç), ego (benlik) ve süperego (üst benlik) olarak adlandırmıştı. İnsan zihnini oluşturan bu katmanların hepsinin birlikte yer almalarına karşın farklı düzlemlerde fonksiyon gösterdiklerini, alt ve üst bilincin çatışma içinde olduklarını düşünüyordu. Bu kurama göre id bilinç dışına, ego ve süperego ise bilinç altına karşılık gelmekteydi.

“Ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. İd ile süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir.”

Temel olarak id, zevk temelli ilkel istekleri oluştururken; ego bunları gerçeklikle tanıştırıyor, süperego ise vicdan dediğimiz olguyu içine katarak sonuca eriştiriyordu.

Basit bir analoji ile; sarhoşken yaptığınız hareketleri id, ayıldıktan sonra ki “ne yaptım ben?” söylemlerini ego ve onları bir bahaneyle kılıfa sokma meziyetinin süperego tarafından üstlenildiği söylenilebilir.

İd (Alt Benlik)

Latince bir kelime olan id teriminin etimolojisi, erken psikosomatik tıbbın öncülerinden Georg Groddeck tarafından yazılan “Das Buch vom Es” adlı eserine dayanmaktadır. Latince dilinde “id” kelimesi nötr üçüncü tekil şahıs zamiri olarak kullanılmaktadır.

İd, zihnin en ilkel ihtiyaç dürtülerini temsil eder. İnsan psikolojisinde oluşan cinsellik ve saldırganlık içtepileri id etrafında şekillenir; açlık, cinsellik, boşaltım gibi isteklerimizin temelinde o vardır. Freud’a göre yeni doğan bir bebek saf id’den oluşmaktadır, fizyolojik ihtiyaçların derhal giderilmesini ister. Karnı aç olduğu için morarana kadar ağlayan bir bebek hayal edin, ne olduğunu bilmemektedir; ancak besin almaya ihtiyaç duymaktadır ve bunun derhal olmasını istemektedir.

Freud’un kuramına göre yetişkin psikolojik sorunlarının temeli çocukluk çağında ortaya çıkan bu dürtüler ya da içtepilerin yerine getirilmemesi veya yanlış şekilde getirilmesidir.

Özetle:

Akıl ve ahlak dışıdır, hayvanlar ile ortak özellikte çalışmaktadır. Her canlıda besin ihtiyacı, üreme (cinsel haz) ve saldırganlık güdülerini id tetiklemektedir.

Enerji kaynağıdır, bir organizma tüm enerjisini id’den alır.

Doğuştan gelmektedir, yeni doğmuş bir bebek neredeyse %100 saf id’den oluşur.

Haz ilkesine göre çalışır, sonuçları dikkate almaksızın güdülerin ve ihtiyaçların derhal doyurulmasını ister.

Ego (Benlik)

Ego, insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. Kişiliğin düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı bileşenidir.

Saf id ile doğan bir bebek büyüyüp dış dünya ile tanıştıkça id’in sağladığı içgüdüsel dürtülerin gerçekliğin (toplumun normları, tabuları ve yasaları) dayatmaları altında doyurulması gerektiğini öğrenir. Bu durumda alt benliğin bir kısmı evrimleşerek egoyu (benliği) oluşturur. İd tarafından gönderilen ilkel güdüleri gerçekçilik ilkesi ile tanıştırarak gerektiğinde bekletebilir, erteleyebilir, değiştirebilir veya bastırabilir.

“Ego’nun, dış dünyanın doğrudan etkisi ile modifiye edilmiş id’in bir parçası olduğunu görmek kolaydır.”

Zira id’den gelen çoğu istek kabul edilebilir değildir, ego bunu toplumsal olarak kabul edilebilir bir kılıfa sokmakla yükümlüdür. Aksi durumlarda ise ego, id’nin usulsüz içtepilerinden kurtulmak için; bastırma, reaksiyon oluşumu, yansıtma, gerileme, inkar, ussallaştırma gibi savunma mekanizmalarını kullanır.

Özetle:

İd ve süperego arasında denge işlevi görür.

Gerçeklik ilkesi nazarınca ortamı değerlendirir, id’den gelen talepleri bu parametrelere kıyaslayarak uygun bir kılıfa sokar veya bastırır.

Tamamen akıllı ve rasyonel ancak ahlaksızdır. (Örneğin id kapkaç yapmanızı ister, ancak ego gerçekçiliği olaya katarak sizin kapkaçı tenha bir yerde yapmanızı söyler.)

Süperego (Üst Benlik)

Zaman içerisinde egonun bir parçası toplumsallaşma ve değerler ile ilgili olarak evrimleşerek süperego katmanını oluşturur. Süperego, id tarafından gönderilen içtepileri ahlak kavramıyla tanıştırır ve buna bağlı olarak uygunsuz sayılacak istekleri erteleme veya yok sayma yoluyla örtbas eder.

Süperego, şahsın; ebeveynlerinin dünya görüşünün, toplumun normlarının, çevresindeki kişilerin kendilerine kattıklarının içselleştirilmesi ile oluşur. Vicdan olarak, doğru ve yanlış duygularımızı içerir; çocuğun ebeveyn kültürünün içselleştirilmesini sürdürücü kendine has tabuları korur.

Yeni doğan bir bebek günah, ayıp, yasak, haksızlık gibi kavramlara sahip değildir, yalnızca ilkel güdüler (id) ile hareket eder. Zaman içerisinde anne ve baba tarafından uygunsuz sosyal davranışlar karşısında cezalandırılır, ailesi tarafından münasebetsiz olduğunu görmüş olduğu normları içselleştirerek süperego katmanını oluşturur. Çocuk büyüdüğünde anne ve babası yanında olmasa dahi içselleştirmiş olduğu dizgeler ona ahlak kavramını katmıştır, süperegosuna yenik düştüğü takdirde “suçluluk duygusunu” hissedecektir keza bebekken cezalandırılmıştır.

Çocuğun kişiliğin oluşumunda id, ego veya süperego katmanlarından birisinin diğerlerinden daha kuvvetli veya kuvvetsiz olduğu süreçlerde farklı kişilik türleri ortaya çıkmaktadır. Örneğin id katmanı gelişmiş olan bir kimse bencil ve ben merkez kişilikte birisi olabilmekte iken, süperego katmanı gelişmiş bir kimse daha rasyonel, mükemmeliyetçi ve içine kapanık birisi olabilmektedir.

Özetle:

Süperegonun gücü biyolojik ihtiyaçlarda değil, bireysel deneyimlerdeki sosyal baskılarda yatmaktadır.

Bir bebek, aile ve çevreden görülmüş olduğu sosyal davranışlara bağlı olarak günah, ayıp, yasak, haksızlık, tabular, normlar gibi kavramlar ile ahlaki değerlerini oluşturur. Süperego; insanın çocukluk çağlarında şekillenen içsel otoritesi, medeniyetin benliğimizdeki temsilcisidir.

Aşırı alkol tüketimi sonucunda yapılan ve toplum tarafından yanlış olarak nitelendirilen davranışlar süperegonun devre dışı kalmasının bir sonucudur.

Immanuel Kant’a göre süperego, kategorik imperatif (ödev ahlakı) yapıya hizmet etmektedir. Kant için ahlak; toplumca iyilik olarak kabul edilen bir eylemi hiçbir çıkar elde etme arzusu olmaksızın tamamen içinden geldiği için yapmaktır. Örneğin sizden bir konuda iyilik isteyen bir arkadaşınıza “bir gün benimde ona işim düşer” mantığıyla yardım etmek yanlıştır, doğru davranış biçimi vicdanı gereklilikten dolayı yardım etmektir. Bu yüzden bu buyruğa ödev ahlakı denilmektedir, ödev insana başkası tarafından değil kendi vicdanı tarafından verilmektedir; kategorik olması her koşulda geçerli olduğu anlamına gelmektedir.

Sonuç

Başta bizzat Freud’un öğrencileri Alfred Adler ve Carl Gustav Jung olmak üzere pek çok psikanalist; yapısal kişilik kuramını reddetmiş, modern psikolojide bir anlamı olmadığını savunmuştur. Zira Freud, id katmanının insan psikolojinin en önemli parçası olduğunu iddia ederek tüm insan davranışlarının temel dayanağını cinsel dürtüler olarak görmüştür. Tüm insanlığı yalnızca mekanik olarak bilinçsiz dürtüler ve içgüdüleri tarafından yönetilen başka bir hayvan türüne indirgemesi çok tepki toplamış, yetersiz bulunmuştur.