Haziran 2015 tarihinde 25. Dönem Milletvekili seçimleri için sandık başına gittik. Belki de gitmedik koştuk. Çünkü bu günü dört gözle bekleyenler vardı. Ya da bir kısmımız küstü, gitmedi. Çünkü, seçime katılma oranı hayli yüksek olsa da sandığa gitmeyenler de var. Seçimlere katılım oranı %86 civarında. Seçmen sayısı 55 milyon civarında. Bu seçimde ilk defa oy veren gençlerin sayısı ise 2 milyon civarında.

Bu seçmen profili ile seçimlere gidildi. Bu yazıda, “şu parti şu kadar oy aldı, şu parti bu kadar oy aldı” diye sayısal bilgiler vermeyeceğim. Bu hususta tek belirteceğim husus, sandıktan tek başına bir iktidar çıkmadı ve koalisyonlar dönemi başladı. Bir ikinci husus da, yıllardan beri seçimlere bağımsız adaylar ile giren bir hareket bu sefer bir parti çatısı altında girdi ve barajı aşarak 80 civarında milletvekili çıkardı. İşte bu oluşumun çıkardığı 80 milletvekili nedeniyle koalisyon dönemi başladı. Çünkü, bu sayı kadar milletvekili eskiden büyük oranda Ak Parti saflarında yer alıyordu. Böylece koalisyona ihtiyaç olmuyordu. Şimdi koalisyona muhtaç olduk. Ancak, kim nasıl ve ne şekilde koalisyon oluşturacak? İşte bu sorunun cevabı biraz zor. Sistem kilitlenmiş durumda. Geçen seçimlerde barajı aşamayan bir oluşumun bu sefer parti çatısı altında %10’luk seçim barajını aşması, bir nevi sistemi kilitledi. Şimdi belirsizlik var.

Evet, bu son seçimden sonra, "belirsizlik dönemine" girdik. Ülkemizde 2002'den beri devam eden tek başına iktidar dönemi sona erdi. Yeni dönem koalisyon dönemidir. Gerçi koalisyon da çok mümkün görünmüyor. Çünkü bu seçim tablosu çok da koalisyona uygun değil. Çünkü, “o parti bu partiyle asla biraraya gelmez, şu parti o partiyle ortaklı yapamaz” diye baştan duvarlar örülmüş durumda. Bu duvarlar nasıl aşılacak ya da yıkılacak? Kaos mu var? Ülkede kaosu da kimse istemeyeceğine göre ufukta erken genel seçim ihtimali dahi var. Erken genel seçim olabilir mi? Bu da hemen mümkün mü? Bunlar da soru işaretleri. Şahsi görüşüme göre erken genel seçim ihtimali çok zayıf. İşin özü belirsizlik dönemi başladı. Allah Ülke ve Millet olarak yardımcımız olsun.

Seçim hakkında bu tespitlerimden sonra, asıl söylemek istediklerimi aktarmak istiyorum.

Türkiye'de Avrupa'da olduğu gibi, sağ ve sol partiler yok. Bu nokta itibariyle, ne CHP sol parti, ne Ak Parti sağ partidir. Türkiye'de Avrupa'da olduğu gibi seçmen de yok. Avrupa'da sınıf bilinci ve pratik yarar üzerine oy kullanır seçmenler. Biz de ise feodal anlayışla oy kullanır seçmenler.
Bunun sebebi şudur: Avrupa, feodal düzenden burjuvaziye oradan demokrasiye geçiş yaptı. Burjuvazi döneminde işçi sınıfı oluşması ve bunun da sınıf bilinci oluşturması gerekiyordu. Biz ise doğrudan feodal yapıdan demokrasiye geçmeye kalktık. Burjuvazi dönemi yaşamadık. Gerçi Cumhuriyet döneminde bir burjuvazi oluşturulmaya çalışıldı, ancak başarılı olunmadı.  Kısaca, bu Ülkede Avrupa’da olduğu gibi işçi sınıfı ve burjuvazi yoktur. Bizim işçilerimiz sağa, burjuvalarımız da sol partilere oy atabiliyor. Böyle bir şey Avrupa’da mümkün mü? Elbette, hayır.
Tam bu noktada bir anekdot anlatmanın yeridir.1994 yerel seçimleri sırasında Yüksek Lisans Derslerine devam ediyordum. 1994 yılı yerel seçimleri sonucunda, Çankaya gibi sosyetenin (yani burjuvazinin) yoğun yaşadığı yerlerde kendini sol parti olarak tanıtan CHP kazanmış ve işçilerin yoğun olarak bulunduğu Keçiören'de ise sağ parti olarak bilinen Refah Partisi kazanmış idi.  Yüksek Lisans derslerinde Siyaset Bilimi hocasına "bu ne iştir" Hocam diye sormuştum. Hoca solcu bir Hoca olduğu için "soruma bozulmuş ve kem-küm" etmekle soruyu geçiştirmişti. Neyse Hoca'dan destek alamasak da sınıftaki öğrenci arkadaşlardan destek almıştık. Bu anekdotu niye anlattım. 20 yıl sonra değişen bir şey yok.

İşte yıllardır Çankaya'da ve Keçiören'de hep aynı partiler kazanıyor. Bu yapı ve bu kafa ile gidilirse 200 yıl geçse de yine Çankaya'da CHP, Keçiören'de Refah Partisi çizgisindeki partiler kazanır. Çünkü insanlarımızda "sınıf bilinci" yok.

Sırf Keçiören mi, ya da sırf Çankaya mı bu durumda. Hayır, İzmir'de de durum aynı, Konya'da da durum aynı. İzmir'de hep CHP, Konya'da hep sağ görüşteki partiler kazanır. Çünkü oy atılırken ekonomi ve reel durum değil ideoloji ve kaygılar esas alınıyor.

Bu son seçimde de bir başka gerçek ortaya çıktı: "Millet doyduğu yere göre değil doğduğu yere göre oy veriyor. Millet aldığı hizmete göre değil geldiği memleketine göre oy veriyor."

İki gün önceki Milletvekili seçimlerinde sandık görevlisi olarak görev yaparken yaptığım bir tespit bu. Adam oy atmak kapıdan içeri giriyor. Önümdeki listeden memleketine ve tipine bakıyorum. Hangi partiye oy atacağını az-çok tahmin ediyorum. Şu partiye şu kadar, bu partiye bu kadar oy çıkar diye tahmin yaptım ve büyük oranda doğru çıktı.

Bu durumu gözlemleyince şöyle düşündüm: İktidara gelen partiler için çok da fazla icraata ve tüm partiler için de seçimlerde propagandaya gerek yok. Niye mi? Baksanıza, Millet doyduğu yere göre değil doğduğu yere göre oy veriyor. Millet aldığı hizmete göre değil geldiği memleketine göre oy veriyor."

Yazımın sonunda, yine seçim sandık görevlisi olarak müşahede ettiğim bazı hususlara daha paylaşmak istiyorum.

Seçim Sandık görevlisi olmak ne zormuş öyle. Sabah saat 06.00'da evden çıktım 19.30 civarında eve döndüm. 13-14 saattir ayakta kalmak zorunda kaldım. Bu iş zor ancak, görev sonunda, Ülkemiz adına karınca kararınca hizmet etmenin tadı ve gururu kalıyor.

Seçim sandık görevlisi olarak görev yaparken gözlemlediğim iki hususu daha yazarak yazımı sonlandırıyorum: Nüfus Cüzdanını yanında getirmediği için ilk geldiğinde oy kullanamayan bir vatandaşın Ankara'dan Kırıkkale'ye gidip unuttuğu nüfus cüzdanını getirerek oy kullanmasını takdire değer bir davranış olarak gözlemledim. Aynı şekilde oy kullanması için özürlü çocuğunu sandalye ile zar zor getirerek ikinci kata kadar kucağında taşıyan vatandaşlarımız da takdire değer bir davranış göstermiştir.

Kısa bir seçim analizinde ve tespit ve değerlendirmelerde bulundum. 2105 yılı seçim sonuçları Ülkemiz için hayırlı ve uğurlu olsun. Allah bu Millete ve bu Devlete zeval vermesin. Amin.