Belki 10 yaşındasın… Belki 80!
Belki de Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşdasın.
Düşünelim;
Yüzyıl öncesi insanlar nasıl ki bizim için bugün bir hayal ise,
Yüzyıl sonraki insanlara göre de biz hayaliz!
Geçici olan bu hayatta, kalıcı izler bırakmak için varız!
Yıl 1915 Mart ayıdır, düşman planlarını yapmıştır.
İngiliz komutan Hamilton, Fransız komutana; ‘’ Türklerin ellerinde bırak silahı, ayakkabıları dahi yok diyerek, bizim elimizdeki güçlü silahlara kim dayanabilir,’’ beş çayını boğazın ortasında senle içeceğiz diye kahkaha atarken…
Göklerde gelen bir karar olduğunu unutmuşlar,
Vatan için iman ateşiyle bekleyen kahramanları yok saymışlardı.
Henüz, 14-15 yaşındaki yavruların saçlarına kınalar yakılmış ve onları ‘’ Hey onbeşli, onbeşli…’’ ağıtlarıyla vatana kurban diyerek gönderen anaları düşünememişlerdi.
Seyit Onbaşı’yı, Ede Ökkeşleri, Nene Hatunları bilmiyorlardı ama öğreneceklerdi.
Geldiler.
Geldikleri gibi gidemediler,
Geldikleri gibi öldüler.
İşte, insanlığın savaşı yendiği yerdir. Çanakkale…
Mukaddesat uğruna sinelerin kurşun önüne konulduğu yerdir. Çanakkale…
Şehitlerin kanlarıyla suladıkları Cennet Bahçesi’ne adım atılan yerdir. Çanakkale…
Mehmet Akif Ersoy’un dizeleriyle
‘’Ey şehit oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber’’
diyerek şehidlerini Peygamber kucağına doğru yürürken seyrettiği yerdir. Çanakkale…
Kahramanca duruşların dilden dile anlatılacak, kuşaktan kuşağa aktarılacak bir destandır. Çanakkale…
Haç ile Hilal’in savaşıdır. Çanakkale…
Savaş bitmiş düşman arkasına bakmadan kaçarak yenilmiştir. Savaş sonucunda İngiliz komutan Hamilton’a, ne oldu da elinizde güçlü donanma, arkanızda güçlü devletler olmasına rağmen, Türklere yenildiniz sorusuna, cevaben:
‘’Biz orada Türklerle değil, beyaz sarıklı, yeşil cübbeli, ak sakallı kişilerle savaştık, Türklerin ellerindeki Kur’an-ı ve iman ateşlerini söndüremediğimiz sürece, Türkleri yenmemizin imkanı olamayacağını söylemiştir.’’
Düşman yılmayacak yıllar sonra, kuyruk acılarını dindirmek üzere, dini kullanarak, devletin en ücra köşelerine girecek hizmet planını devreye sokacaklardır.
Plan aşama aşama işlemeye başlar.
Kendi yetiştirdikleri hocalarına tüm imkanlar sağlanarak, ülkemizin saf anadolu çocuklarını, din ve hizmet kisvesi altında kandırdılar.
Onlara dersaneler açtırdılar, dergiler, gazeteler bastırdılar, himmet adı altında kasalarına para toplattılar.
Her geçen gün şeytani planları gerçekleşiyor, büyüdükçe büyüyorlardı.
Bütün kurumların en önemli yerlerine kendi adamlarını yerleştiriyorlar, değişik ülkelere dağılıyorlardı.
Yedi düvel,  Çanakkale’nin öcünün alacağı günü sabırsızlıkla bekliyor, içlerinde ki kin ve nefret duygularını kusacakları günün hayalini kuruyorlardı.
Zamanla yolunda gitmeyen olaylar oluşmuştu.
Bir yiğit çıkmıştı meydana, bunların iplerini pazara çıkarmaya başladı,
Bu yiğit, bunların bütün şeytani pisliklerini millete anlatıyor. Milletimizin sönmesine az kalan iman ateşini alevlendirmeye çalışıyordu.
Birileri buna dur demeliydi. 40 yıllık planları bir kişiyle bozulamazdı.
Ülkemizde ki maşalarına, huzurumuzu bozacak gezi olayları, kaset skandalları, para dolu kutularla kumpaslar silsileri yaptırıyor, yine de  başarı elde edemiyorlardı.
Adeta kudurmuş köpek gibiydiler, gözleri dönmüştü,
Yedi düvel, son kozlarını oynamak için tekrar masaya oturup karar verdiler.
15 Temmuz sabahı  beş çaylarını külliyede kahkahalarla içeceklerdi.
15 Temmuz akşamı, şeytani plan için düğmeye basıldı. 
Hainler, toplarıyla , tanklarıyla, uçaklarıyla, helikopterleriyle saldırıya geçtiler.
Türk milletini diz çöktürüp kuyruk acılarını dindireceklerdi.
Aynı, Çanakkale’de olduğu gibi  destan yazan bu asil Türk Milleti, tankların altına yattılar, canlarını kurşunlara siper ettiler, şehit olmak için sıraya girip, vermediler bu cennet vatanı  hainlere vermediler.
Velhasıl,
Çanakkale’de olduğu gibi 15 Temmuzda da destan yazdılar destan.
Şehitlerimizi Ruh’u Şad olsun. Şehitlerimizin Ruh’una El Fatiha…