“Çanakkale içinde vurdular beni. Ölmeden mezara koydular beni” diye başlayan ve “Off, gençliğim eyvah” diye devam eden türkü bilirim.  

Bu türküyü her duyduğumda başımı “yüce dağları kaplayan bulutlar” gibi, hüzün kaplar.

Zaten, hüzün bizim Neslimizin ve Biden önceki Neslin değişmez kaderi olmuş.

Hüznümüz İslam’ın ve Müslümanların son 200 yıldır çektiği çileler ve yaşadığı zorlu yıllarla ilgilidir.

Ne 200 yılı. Daha da eski. 1683 yılında Viyana önlerinden sonra, hep geriledik, hep kabuğumuza doğru çekildik. Makus talihimizde, bu tarihten sonra, yenilgi üstü yenilgi yaşadık. Necip Fazıl bir şiirinde “künde üstüne künde” diyor ya. Aynen öyle. Osmanlı Devleti, Haçlılar karşısında, İngiltere, Fransa, Rusya ve rakip Devlet karşısında, maalesef, hep künde üstüne künde yaşadı. Balkan savaşlarında yenilgi yaşadık. Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar ve Yunanlılar, Arnavutluk bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ardından 1. Dünya Savaşı ve malum son. Osmanlı Devleti yıkılıp gitti.

Bu yıkılış öncesinde Çanakkale Zaferi’miz dillere destandır.

Bu Muhteşem Destanın en coşkulu tasvirini Mehmed Akif’in “Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” şeklinde başlayan şiirinde görmekteyiz.

Mehmed Akif, o savaşı öyle müthiş anlatıyor ki, “Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya. Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı” diye sesleniyor. Yalnızca Avrupalı mı saldıran? Hayır hayır. Neredeyse tüm Dünya üşüşmüştü başımıza. Bu durum Mehmed Akif’in şirinde şöyle belirtilir: “Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani tauna da zuldür bu rezil istila... Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil. Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil. Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına.”

Evet, o savaşta, Düşmanın en modern 506 top namlusu mevcutken, Bizim birliklerimizde sadece 72 top mevcuttu. Çanakkale Savaşlarında ilk başarıyı Nusret mayın gemisi ile sağladık. Edremitli Seyid Çavuş 270 kiloluk top mermilerini namluya sürerek ve düşman gemilerini suya gömerek adını tarihe yazdırmıştır.   Çanakkale Boğazı’nı denizden geçemeyeceğini anlayan düşman güçleri kara harekâtına geçmiştir. Kara harekâtında da düşmana geçit vermedik. Elhamdülillah.

İşte bundan dolayı, “Çanakkale Geçilmez” diye bir söz ezelden ebede ruhlarımıza yerleşmiştir.

Buraya kadar her şey ayan-beyan meydanda ve kahramanlığımız da dillere destandır. Yani hiçbir tartışmaya ve tereddüde yer yoktur.

Gel gör ki, Çanakkale Destanı’mız çocuklara öğretildi mi? Milli Hafızamızda Çanakkale Destanı ne kadar yer tuttu? Çanakkale Ruhu halen mevcut mudur? Çanakkale’de “ezan dinmesin, bayrak inmesin” diye şehadete koşan Ecdadımızın emanetine sahip çıktık mı? Yoksa ihanet mi ettik? İşte bu hususlar tartışmalıdır.

Bilindik bir anekdot var. Bu anekdota burada kısaca yer veriyorum.

Ülkemizde geçmiş yıllarda dönemin Milli Eğitim Bakanını ziyaret eden Japon Yetkililer, sizin eğitiminizde “milli ruh yok” diyerek tespitte bulunmuşlar.  Ve şu örneği belirtmişler. “Biz çocuklarımıza ve gençlerimize milli şuur vermek için, 2. Dünya Savaşı’nda ABD tarafından atom bombası atılan Hiroşima ve Nagazaki Saldırılarına yer vererek, daha ilk yaşlarından itibaren, tarihteki bu olayları canlı tutmak için, o mekanlara çocuklarımızı ve gençlerimizi gezdiririz” demişlerdir. Bu örneği duyan o dönemin Milli Eğitim Bakanı“peki biz ne yapalım” diye sorduğunda, Japonlar, “sizin Çanakkale Destanı’nız 10 Hiroşima’ya denk” diyerek karşılık vermişler.

Durum bu kadar açık ve net. Bu Milletin evlatları, 100 yıl önce en zor şartlarda başardığımız Kut’ul Amare Zaferi’ni dahi birkaç sene önce öğrendi. Maalesef, öğretmediler ve gizlediler. Çanakkale Savaşı’nı da formaliteden öğrettiler.

Biz bu hususta geciktik ve ancak son 5-10 yıldır, çocuklarımıza ve gençlerimize Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı yerleri bizzat gezdirmeye başladık. Evet, çok geciktik. Maalesef, tarihimizi ve Kahraman Ecdadımızı bize anlatmadılar ve tanıtmadılar. Sanki tarihimiz 1923’den sonra başlamış gibi yanlış bir bakış açısıyla, birkaç Paşa, birkaç İsim ile bizi avuttular.

İşte bu durum bir yanlıştır ve “yanlışın neresinden dönülse kârdır.”

İşte bu yanlıştan dolayı, yazımızın başlığını “Çanakkale Dışında Vurdular Beni” diye belirledim. Anlayan anladı.

Bu duygu ve düşüncelerle 18 Mart 1915 Zaferimizin yıl dönümünde Kahraman Ecdadımızı bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Ey Ecdadım, Ey Osman Gazi, Ey Fatih Sultan Mehmed Han, Ey Yavuz Sultan Selam Han ve Ey Abdülhamid Han, yolunuz yolumdur. Bu Dünya’da yalnızca sizin izinden gidiyorum ve ahirette de sizlerle komşu olmayı diliyorum. Allah sizden razı olsun.