Bin kere söyledim, en az on kere yazdım. Hep dedim ki, “güçlü zaten korur kendisini. Devlet yapılanması, güçsüzün ve masumun korunması temelinde bina edilmelidir.”

Allah’ın izniyle ben ne söylemekten bıkarım ve ne de yazmaktan korkarım. Bizim bu husustaki bakış açımız ve tavrımız Fuzuli’nin belirttiği aynen şu sözdeki gibidir: “Söylesem tesiri yok. Sussam gönlüm razı değil.”

Susmayacağız ve sesimizi duymasalar da susmayacağız ve en azından, gönlümüzün razılığını sağlayacağız. Elhamdülillah.

Evet, susmuyoruz ve bu hususu eskiden ifade ettiğimiz gibi, bu yazımda bir kez daha ifade ediyorum. “Devlet zayıfı ve güçsüzü korusun. Bütün plan ve programını işte bu minval üzere gerçekleştirsin. Devlet güçlüleri ve zenginleri düşünmesin. Devlet fakirleri ve garibanları düşünsün.”

Heyhat! Gel gör ki, durum tam tersi. Kanun ve hukuki düzenlemelerin birçoğu zenginlerin ve güçlülerin çıkarına hizmet etmek için çıkarılıyor. Güçsüzleri ve zayıfları korumak için çıkartılan yasalar ve uygulamalar da acaba gönülden ve içten gelerek mi yapılıyor? Yoksa mecburiyetten mi yapılıyor? Zengine ve güçlüye koşa koşa gidenler, garibanın yardımına ağır-aksak gidiyorlarsa, garibana güleryüz göstermiyorlarsa orada bir sorun vardır. Şunu hiç kimse unutmasın. Allah (cc) garibanların yanındadır ve mahzun yüreklerdedir.

Yüce Rabbim (cc) garibana karşı güleryüzlü olmaya o kadar önem veriyor ki, bu hususta Sevgili Peygamberimizi (asm) dahi ikaz etmiş ve Abese Suresinde uyarmıştır: Kendisine o âmâ geldi diye, Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed) Ne bilirsin? Belki de o arınacak. Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendini muhtaç hissetmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. (İstemiyorsa) Onun arınmasından sana ne? Allah’a karşı derin bir saygıyla, korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’án) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır!" (Abese Suresi, 1-12)

Bu surede anlatılan hususla ilgili olay kısaca şu şekilde gelişmiştir: Sevgili Peygamberimiz (asm) İslam’ı tebliğ için, Mekke’nin ileri gelenlerinin ve zenginlerinin bulunduğu bir mekanda konuşma yapmaktadır. Kendisini tamamen bu tebliğe verdiği o anlarda birden içeriye âmâ (gözleri görmeyen) Hz. İbni Ümmü Mektûm girdi ve “Yâ Re­sû­lal­lah, bana Kur’ân okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret” dedi. Bu sözünü o mecliste birkaç kez tekrarladı. Hz. İbn-i Mektûm Sevgili Peygamber Efendimizin konuşmasını ve dikkatini ani bir şekilde kestiği için, Sevgili Peygamberimiz (asm) ister istemez insani bir tepkiyle yüzünü buruşturdu ve Mekkeli zenginlere tebliğe devam etti. Bu hareketinden hemen sonra yukarıda belirttiğimiz ayet-i kerimelerle Sevgili Peygamberimiz (asm) ikaz edildi. Yüce Rabbimiz (cc), sırf makam, mevkii ve gücünden dolayı birilerine aşırı ilgi gösterilmesini ve garibanlara da sırt çevrilmesini böylece yasaklamış oluyor.

Bu şahsi görüşümü böylece ifade ettikten sonra, hassaten belirtiyorum ki, Hükûmetler gariban dostu olmalıdır. Devletler fakir-fukara ile garip-gurebanın yanında olmalıdır. Eğer olmazlarsa, maazallah, tepetaklak olurlar.”

Yazımın başlığında “çocuklar” var. Yazımın genel muhtevasında garibanların, masumların ve zayıfların korunması var. Evet, şimdi asıl önemli bir hususu altını çizerek belirtiyorum: “Çocuklar masumdur. Çocuklar zayıftır. Çocuklar güçsüzdür. Bu masum, zayıf ve güçsüz kitleyi gerektiği şekilde koruyamayan bir Devlet, Devlet değildir.”

Bu şekildeki tespitim özellikle son günlerde çocuklarımıza karşı toplumda zalimce yapılan eylemler ve alçakça işlenen fiiller karşısında daha da önem taşımaktadır. Geçen gün Ceylin isimli bir küçük yavrumuz, yakın komşusu tarafından vahşice öldürülmüştür. “10 yaşındaki bu masum yavruya kıyanlar neden bu fiili işledi? Bu soru ayrı bir önemde olduğu gibi, masum Ceylin’e kıyan zalimler mevcut durumdan ve zayıf hukuk sisteminden cesaret aldı mı?”

Evet, bu iki sorunun birincisinin cevabı çok önemli değildir. “Ceylin’i öldüren katil komşu, sapık idi, psikolojisi bozuk idi. Şu idi, bu idi diye yüzlerce söz sarfedilir.” Ancak ikinci sorunun cevabı mühimdir. “Katil komşu, idam cezasının olmamasından, Ülkemizde “kısasa kısas uygulaması” olmamasından cesaret aldı mı?” Bu bir olay özelinde, diğer tüm cinayet ve şiddet ile vahşilikleri dikkate alarak sorumuzu genişletecek olursak, “acımasız caniler ve masumlara şiddet uygulayan zalimler, eğer bu Ülkede idam cezası olsa ve bunun yanında sert kanunlar ve suçluyu anında cezalandıran bir sistem olsa, bu kadar kolay cinayet işlerler mi? Bu kadar fazla şiddet olayı meydana gelir mi?”

Benim cevabım nettir: “İdam cezası olsa ve güçlü bir hukuk yapımız ile adaletli bir nizamımız olsa, bu Ülkede bu kadar vahşilik işlenmez ve bu kadar cinayet meydana gelmez.” Maalesef, azgınlar, sapkınlar ve zalimler meydanı boş buldular ve geciken adaletten, zayıf hukuk sisteminden yararlanıyorlar. Geciken adalet, adalet değildir. Zayıf hukuk sistemi, zalimleri korur. “Biz geciken adalete de, zayıf hukuk sistemine de itiraz ediyoruz. İkisine de lanet olsun diyoruz.”

Yazımın sonlarına doğru, sosyal medyada sıkça dilendirilen şu söze yer vermek istiyorum: Söz Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e aittir: Benim inandığım hukuk sisteminde, sabah bir masumun öldürüldüğünü duyarsanız, akşam darağacında sallanan birini görürsünüz.”

Biz “kısasa kısasın uygulandığı hukuk sistemine inanıyoruz” ve bu Ülkede tekrar biran önce “idam cezasının Türk Ceza Kanununda yer almasını beklediğimizi hassaten ifade ediyoruz.”

İdam cezasını kaldıranlara ve tekrar hukuk sistemine almayanlara hem bu Dünya’da ve hem de ahirette hakkımı helal etmediğimi açık ve net bir şekilde beyan ediyorum.