“Devlet ve Ekonomi” kelimelerini yan yana görünce sizin aklınıza ne geliyor bilmiyorum da benim aklıma “binlerce zübük, sülük ve asalak” geliyor? Bunların isimlerini saymayayım ve belirtmeyeyim. Çünkü, bunların sayısı belki de bir kitap hacmi kadar yer kaplar. Bu zübükleri, bu sülükleri, bu asalakları isim isim belirtmeyeyim. Ancak, bunların yüzde 80’inin müteahhit olduğunu söyleyeyim. Bundan sonrasını anlayan anlar. Bundan sonra aklınıza nice müteahhit ve nice müteahhitlik firması gelir. Hepsi de “iktidar kucağında büyüyen firmalardır.” Kimisi geçmiş iktidar, kimisi mevcut iktidar kucağında büyümüşlerdir.

Devlet eliyle ve Devlet kaynakları vasıtasıyla zengin meydana getirilmesi Osmanlı yıllarında da elbette sözkonusu idi. Ancak, duyduklarımız, bildiklerimiz ve kitaplardan okuduklarımız kadarıyla bu durum Cumhuriyet Döneminde de aynen devam etti ve bu dönemde de birçok zengin meydana getirildi.

Çocukluğumdan beri düşünmüşümdür: “Niye birçok Ailenin (mesela bizim Ailenin) bir karış toprağı yokken, yüzlerce Ağa’da, neden binlerce dönüm toprak var?” Neden, neden neden? Bu duruma çocukluğumda da itiraz etmişim demek ki, bir şiirimde şöyle seslenmişim:

“Ağalar var bizde, dönüm dönüm.

Toprakları bitmez, bölüm bölüm.

Bu taksimi hiç anlamaz gönlüm.

İsyanlar yüreklerde, vur ha vur.


Yazıdaki işçinin yazısı mı, “kula kulluk”,

Kırılması gereken kısır döngü bu yoksulluk.”

(Bu şiirim, 2006 yılında çıkarttığım “Girdaptaki Çiçek” adlı Şiir Kitabımda da mevcuttur)

“Evet, Ağalar’da dönüm dönüm toprak, Bizde bir milim bile bir toprak yok.” Bunun sebebi Cumhuriyetin ilk yıllarındaki vurgun ve talan düzeninden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında halkın büyük çoğunluğu okumamış ve gariban. Bir avuç uyanık ve Allah’tan korkmaz zalim, bulunduğu köy, ilçe ve şehirde nice nice toprağı usulsüz bir şekilde üzerlerine geçirmiştir. Cumhuriyetin o zamanki idarecileri ve hakimleri de buna çanak tutmuştur.

Gençlik yıllarımdan hatırlarım solcular Ülkemizdeki Cumhuriyet Devrimi için “Burjuvazi Devrimi” diye bir tanım kullanırlardı. Burjuvazi Devrimi demek, aristokratların yönlendirdiği ve Ülke yönetiminde toprak ağalarının söz sahibi olduğu yönetim demektir. Maaleesef öyle olmuştur. Hem Ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlar, hem de Ülkenin dört bir yanında arazilere el koymuşlardır.

Devlet ve Ekonomi bağlamında buraya kadar olumsuzluklardan bahsettim.

“Devlet ve Ekonomi” denildiğinde Sizde hiç mi olumlu bir çağrışım oluşmuyor?” diye soranlara cevap vereyim.

“Devlet ve Ekonomi” denildiğinde elbette olumlu çağrışımlar ve olumlu düşünceler de aklıma geliyor. Mesela, Devlet ve Ekonomi bağlamında Keynes isimli bir ekonomist aklıma geliyor. Keynes’in ekonomik bunalım dönemlerinde “Devlet’in bizzat ekonomiye girerek ekonomik tıkanıkları aşması gerektiğine dair güzel fikirlerine Ben de katılıyorum.”

İşte bu noktada, “Devlet ve Ekonomi” bağlamında, Devletin ekonomik faaliyetlerdeki rolünün ne olması gerektiği tartışmaları gündeme gelmektedir. Bu tartışma yalnızca bugüne ya da yakın geçmişe ait bir tartışma değildir. Bu tartışma asırlardır bilim adamlarınca tartışılmaktadır.

Devlet ve Ekonomi bağlamında asırlardır şu husus tartışılır: “Devlet ekonomiye müdahale etmeli midir? Yoksa ekonomideki “görünmez el”, devamlı surette ekonomide dengeyi sağlar mı?” Keynes, “kapitalizmin ekonomide dengenin kendiliğinden sağlanacağı fikrine karşı gelmiştir ve “bir Ülkede talepte gerileme varsa, Devlet’e büyük görev düşmektedir” diye bir görüş belirtmiştir. Keynes devlet müdahalesi ile devletin bizzat ekonomide işletmecilik yapmasını kastetmiyor. Keynes, Devlet’in para ve maliye politikasıyla piyasaysa doğrudan müdahale etmesini ve “talebin canlandırılmasını” istiyor.

Devlet ve Ekonomi bağlamında asıl tartışılması gereken budur.

Ekonomide iki temel kavram vardır. 1- Arz. 2- Talep. “Devlet müdahalesini arzın artırılması noktasında değil, talebin canlandırılması noktasında gerçekleştirmelidir. Devlet, arz odaklı bir davranışta bulunursa ya kendisi üretici olarak devreye girer, ya da üreticilere destek çıkacak teşviklerde bulunur. Ancak, arzın teşvik edildiği, talebin yetersiz olduğu durumlarda sonuç ne olur? Üretilen mallar elde kalır? Önemli olan arzın artırılması değil, talebin canlandırılmasıdır. Bunun için de Devlet memurlara, işçilere yüksek ücretler ödeyerek, tüm vergileri de indirerek talepte canlanma meydana getirmelidir. Talepteki canlanma ve artış zaten arzı da artıracaktır.

“Devlet ve Ekonomi” denildiğinde işte asıl bunlar anlaşılması gerekir. Yani, Devlet, ekonomide talebin canlandırılmasına ve garibanların sevindirilmesine hizmet edecek işler yaptığında gerçek manada destek görür. Yoksa, Devlet ve Ekonomi denildiğinde, işçiler ve garibanlar akla gelmiyor da, müteahhitler, bir avuç zenginler akla geliyorsa, o ekonominin varacağı yer, eninde-sonunda bunalımdır. Çünkü, ceplerini şişiren bir avuç müteahhit ve zengin paralarını dışarıya kaçırır, harcasa ne kadar harcar. Az bir şey harcar. Ekonomide garibanlarda, fakirlerde de harcayacak para olmazsa, bu durumda o ekonominin varacağı yer, talep daralması ve bunalımdır.

Devlet ve Ekonomi bağlamında net olarak şu sözü söylüyorum: “Devlet, ekonomiye talep canlanması meydana getirmek için müdahale etmelidir. Devlet, arza karışmasın ve zenginlerin de arz oluşturmasına yardım etmesin. Buna karşılık temel ürünler dediğimiz et, süt, sebze ve meyva gibi gıdalarda düzenleyici bir rol izlemelidir. Devlet, tarım ve gıda sektörünü de tamamen insafsız aracıların tekeline bırakmamalıdır. Devlet ekonomide etki edecekse, garibanları bulundukları yerden bir adım daha ileriye götürecek ve onları biraz daha zengin etmek için etki etmelidir. Bunun dışında, zenginleri daha da zengin etmek için ekonomiye müdahale etmemelidir.”