Kel ama gür bir sakala sahip olan George Bernard Shaw’a; arz ve talep arasındaki farkın ne olduğu sorulduğunda şu karşılığı vermiş: 

İkisi arasındaki fark başım ile sakalım arasındaki fark gibidir. Yani aşırı üretim ama zayıf dağıtım ağı… 


Her zaman “politik psikoloji” ve “diplomatik usuller” konusunda özel bir ağırbaşlılığa sahip İngiltere’nin başbakanlık makamına Boris Johnson’un geçmesi ve ABD Başkanı Donald Trump’ın kendisini ilk tebrik eden lider olması üzerine büyük bir incelik ve nezaket ile şunu söylemek farz oldu:

Asıl önemli olan; karmaşık ve uçuşan sarı saçları ile birbirine benzeyen bu iki uluslararası lider arasında, siyasi planlama ve organizasyon konusunda bir fark bulunuyor. 

Çünkü Johnson’un karşı karşıya olduğu sorunlar Trump’ın karşı karşıya olduğundan daha fazla. ABD en nihayetinde bu çağın imparatorluğu. İngiltere ise bir imparatorluktu. Yani bir zamanlar öyleydi…


1964’te İngiliz bir anne ve babanın çocuğu olarak New York’ta doğan Johnson, geçen yıl ABD vatandaşlığından vazgeçene kadar çift vatandaşlığa sahipti. Ama ne olursa olsun tarihçilerin gözünde; kökü geçmiş yüzyılın başlarına kadar uzanan Müslüman ve Türk-Çerkes asıllı biri olarak kalacak. 

Araştırmacıların dediği gibi Çerkesler “aykırılığa” meyilli iseler, Johnson’un “aykırılıkları” da ilk kökenlerine mi dayanıyor?

Gazeteci, yazar ve politikacı Boris Johnson, İngiltere ve Avrupa Birliği’nin geleceği ile ilgili ağır, hassas ve ciddi sorumluluklarla karşı karşıya. Bu sorumlulukların uluslararası politik dengelere de mutlaka etkisi olacaktır. 

Daily Telegraph gazetesinde çalıştığı, ardından Londra Belediye Başkanı, milletvekili ve dışişleri bakanı olarak görev yaptığı dönemlerde basında ve politik çevrelerde kışkırtıcı, bazen palyaçoluğa varan bir profil çizmiş olan Johnson’ın bu profili şu anda omuzlarındaki sorumluluklara hiçbir şekilde uygun değil. 

Medyada ve İngiliz siyasi çevrelerinde, bir ölçüde de Avrupa’da, “Palyaço Bogo” dendiğinde bunun Boris Johnson anlamına geldiği gizli bir şey değil. 

Ancak başlangıçta karşı çıktığı, ardından desteklediği ve kampanyasını yürüttüğü Brexitanlaşması çerçevesinde İngiltere’nin AB’den ayrılmasını düzenlemek, İngiltere’nin birliğini korumak, İran ile ülkesi arasındaki tanker krizini çözmek, deniz ticaret trafiğini İran’ın provokasyonlarından koruyacak uluslararası bir güç inşa etmeye çalışmak; kendisine “Bogo” adının verilmesine neden olan fevri ve aceleci tutumlarından farklı bir siyasi üslup benimsemesini gerektirmektedir.

Hem Johnson hem de dünya, Brexit aleyhine bir politika izlediğinde ve anlaşmasız bir şekilde AB’den ayrılma yoluna gittiğinde bunun Trump’ı memnun edeceğini ve Avrupalı ortaklara yönelik bilinen tutumunu destekleyeceğini çok iyi bilmektedir.

Aynı şekilde bunun, “NATO’lu iblisleri” sevmeyen ve İngiltere ile aralarında askıda kalmış meseleler bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i de memnun edeceği kesin. Bu nedenle Londra hiç olmadığı kadar gözlem altında olacaktır.

Boris Johnson, Theresa May hükümetinde dışişleri bakanı iken bazı mesai arkadaşları kendisi ile çalışmayı reddetmişlerdi. Bu nedenle örneğin Maliye Bakanı Philip Hammond, May görevi bırakmadan önce istifa etti. Yenilen rakibi Jeremy Hunt’un görevini bırakması ise doğaldı. 

Theresa May’in Brüksel ile ocak ayında varmış olduğu anlaşmanın üç kez meclis tarafından ret edilmesi ve yenilmiş şekilde görevinden ayrılmasının ardından Jonhson muzaffer şekilde Kraliçe İkinci Elizabeth ile görüşmek için Buckingham Sarayı’na yönelmeden önce, mevcut Dışişleri Bakanı Sir Alan Duncan da istifa etti.

Ancak şu anda sorulması gereken en sıcak ve acil soru şu: Johnson; kendisini her yerden kuşatan bölünme rüzgârlarına karşı İngiltere’nin birliğini koruyabilecek mi? 

İskoçya’yı, Avrupa Birliği içerisinde kalmak için İngiltere’den ayrılmaya yönelik bir referandum düzenlememesi konusunda nasıl ikna edecek?

Zira Brexit için yapılan referandumun sonucu, İskoçya’da açık bir şekilde ayrılık duygularını uyandırmıştı. Johnson, bu enfeksiyonun Kuzey İrlanda ve Galler’e de bulaşması durumunda ne yapabilir?

Johnson şu anda Muhafazakâr Parti’nin lideri. Rakibi Jeremy Hunt’u yenmesinin ardından Johnson, gelecek ocak ayını nihai tarih olarak belirleyerek, hiçbir bedel ödemeden ve yeni bir anlaşma yapmadan İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecini tamamlayacağını taahhüt etti. 

Aslına bakılırsa Johnson, yeni bir müzakere turu başlatmak istiyor ama Avrupa Konseyi şu ana kadar bunu reddetmiş durumda.

Johnson’un dediği gibi anlaşmasız bir şekilde AB’den ayrılmaya, Muhafazakâr Parti içerisindeki İngiliz liderler arasında bile açık bir şekilde karşı çıkılıyor. Çünkü bu liderler, böyle bir adımın neden olabileceği olumsuz ekonomik etkilerden korkuyor.

Muhalefetteki İşçi Partisi de lideri Jeremy Corbyn aracılığıyla anlaşmasız bir şekilde ayrılmanın memur ve işçilerin işten çıkarılması ve emtia fiyatlarının yükselmesi anlamına geldiğini belirtti. 

Donald Trump ile hükümet arasındaki görüşmelerle ilgili söylentiler kapsamında Ulusal Sağlık Sistemi’nin ABD’li şirketlere satılması tehlikesi ile karşı karşıya olduğu da ifade edildi. Bu nedenle bazıları Trump’ın “Johnson büyük bir lider olacak” yorumu üzerinde durmaktadır.

AB’den anlaşmasız şekilde ayrılmak her ne kadar bazı Avrupa ülkelerinde yükselen sağcı ve milliyetçi eğilimleri memnun etse de bir çocuk oyuncağı değil. 

İtalya Başbakan Yardımcısı sağcı Matteo Salvini, Muhafazakar Parti’nin başına geçmesi nedeniyle Johnson’a başarılar diledi. İngiliz solunun, Boris Johnson’ı, İtalya’daki aşırı sağcı Kuzey Birliği’nden daha tehlikeli olarak nitelemesinin, onları, Johnson’u daha çok desteklemeye ittiğini belirtti. 

Aynı şekilde Britanya Endüstri Birliği Genel Müdürü Carolyn Fairbairn de Johnson’u anlaşmasız bir şekilde ayrılma kararında aceleci davranmaması konusunda uyardı.

Bir zamanlar Johnson, İşçi Partisi lideri Tony Blair’i, ABD Başkanı George Bush’u “Çöl Fırtınası Operasyonu’nda” desteklediği ve bu operasyona katıldığı için şiddetle eleştirmiş ve Washington’un, Londra’ya kölesiymiş gibi davrandığını yazmıştı. 

Tankerler savaşı, İran ile gerilimin yükselmesi, İran’ın küresel petrol tedarik hatlarına yönelik saldırılarını engellemek için bir deniz koruma gücü oluşturulmasına yönelik yoğun uluslararası müzakerelerin yürütüldüğü bu dönemde Donald Trump ile arasında var olan ve kesinlikle daha da güçlenecek derin uzlaşıya ne demeli?

Johnson, Avrupalı ortaklarına sırtını dönme imasında bulunduğunda, petrol tedarik hatlarını koruyacak uluslararası birlikteki rollerinin önemini de hatırlıyor mu? 

Bunun gibi sıcağı sıcağına yanıtlanması gereken birçok soru var. 

Britanya Krallığı’nın kaderi ne olacak, birliğini koruyabilecek mi, Avrupa ailesi içerisinde ne olacak?  

Daha da önemlisi Avrupa kıtasını ABD ve Rusya yanında üçüncü bir güç haline getirmeyi hayal eden Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’nin hayallerinden geriye ne kaldı?

Boris Johnson, karşı karşıya olduğu bu zor ve keskin sorulara yanıt vermelidir.

‘Bogo’ döneminin sona erdiğini ve şu anda Winston Churchill ile Margaret Thatcher’ın koltuğunda oturduğunu hatırlaması gerekir.



 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Şarku'l Avsat'tan Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu