Dumanlı, “Türkiye'de medyaya karşı cadı avı” başlıklı makalesinde, “Kabahatimiz, hükümetin demokratik Türkiye'nin altını oyan uygulamalarını haberleştirmek.” ifadesini kullandı. Dumanlı, tüm gelişmelere rağmen Türkiye'nin demokratik geleceğinden umutlu olduğunu dile getirdi. 

Ekrem Dumanlı'nın The Washington Post'ta yayınlanan yazısı şöyle:
"Geçen ay İstanbul'da gazeteme yapılan baskının ve 80 saat gözaltının ardından mahkemeye ilk çıkışımda yargıca 'İki köşe yazısı ve bir haber. Hakkımdaki tüm delil bu mu?' diye sordum. Yargıç, 'Evet' cevabını verdi. Bu, hem kendi adıma, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türk demokrasisinin iç karartıcı durumunu göstermesi adına, bir 'Başka sorum yok, sayın yargıç' ânıydı.

Erdoğan, Türkiye'nin neredeyse 12 yıldır lideri olarak birinci ve ikinci dönemlerinde ekonomik başarılara ve demokratik reformlara katkıda bulundu. Ne var ki, birbirini takip eden seçim zaferleri ve muhalefet partilerinin kifayetsizliğinden aldığı cesaretle, şu an Türkiye'yi tek adam ve tek parti idaresine sürüklüyor.

GAZETECİLER, ATTIKLARI TWEET YÜZÜNDEN GÖZALTINA ALINDI

İki kritik dönüm noktası, 2013'te gerçekleşti: Hükümetin Gezi Parkı'ndaki protestoculara sert muamelesi ve büyük yolsuzluk skandalının ardından adalet mekanizmasının sistematik şekilde engellenmesi. O zamandan beri Erdoğan; muhaliflerini ve tenkidçilerini, kendisini devirmeyi hedefleyen büyük bir uluslararası komplonun parçası olmakla yaftalıyor. Daha geçen hafta, 16 yaşında biri yolsuzluğu dillendirdiği için tutuklandı. Hükümeti eleştiren iki gazeteci, Sedef Kabaş ve Mehmet Baransu, attıkları tweetlerden dolayı Salı günü gözaltına alındı. Gazetem Zaman ve ben ise Erdoğan'ın cadı avının sadece son kurbanlarıyız.

Rejimin gözünde, 14 Aralık'ta polis tarafından gözaltına alınan gazeteciler, televizyon yapımcıları ve senaryo yazarları, devletin egemenliğini tehdit eden bir 'silahlı terör örgütü' üyeleri... Ele geçirilmiş silahlar, saldırı planları ya da gazeteci kılığına girmiş intihar bombacıları aramayın. Kabahatimiz, hükümetin demokratik Türkiye'nin altını oyan uygulamalarını haberleştirmek.

HÜKÜMETE TABİ OLMAYAN GAZETECİLER İŞİNİ KAYBEDİYOR

Günümüz Türkiye'sinde medya görülmedik oranda hükümete tabi. Medyanın büyük kısmı, tüm yayın içeriğini izleyen hükümet denetçilerinin doğrudan kontrolü altında. Hizadan çıkan, tacize uğruyor ya da işten atılıyor. Ancak, Türkiye'de ne kadar kaldıysa, özgür basının üyeleri olarak bizler sadece işimizi yapmaktayız. Erdoğan'ın rejiminde terörist ilan edilmek için tek gereken, hükümetteki yolsuzluk ve güç istismarlarının aleyhinde konuşmak. Hemen ardından sözlü saldırılar, hükümet yanlısı medyanın karalama kampanyaları ve hukuki tacizler geliyor.

Demokrasi, eğitim, dinlerarası diyalog ve sosyal refah odaklı barışçı sivil toplum hareketi olan Hizmet, yolsuzluk skandalından bu yana, Erdoğan'ın temel saplantı objesi haline geldi. Hizmet, misyonu ve değerleri itibarıyla Amerika'daki yurttaşlık hakları hareketine benzemektedir. Destekçileri kamu ve özel sektörün bir kesitini temsil eden normal vatandaşlarken, Erdoğan bürokrasideki varlıklarını hukuki bir darbeyle özdeşleştirmekte. Hükümet binlerce polisi, savcıyı ve diğer devlet görevlilerini tasfiye etti. Özel sektörde de Hizmet'e aman vermeyen Erdoğan'ın saldırı makinası, destekçileriyle bağlantılı kurumların ve firmaların üzerine gitti.

Geçen ay sıra, Hizmet destekçileriyle aynı demokratik değerleri paylaşan girişimcilerle beraber kurulmuş olan Zaman ve Samanyolu televizyonuna geldi. Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, tutuklandı. Ben serbest bırakıldım, fakat yine de terörizm suçlamasıyla yargılanacağım. Haberlere göre Hizmet'in arkasındaki ilham kaynağı olan ve ABD'de ikamet eden Türk düşünce adamı Fethullah Gülen'le ilgili bir yakalama kararı çıkartıldı.

Polis ve yargı, Türk anayasasına ve uluslararası normlara aykırı yeni yasal düzenlemelere sarılıyor. Söz konusu kanunlar, yetkililere Erdoğan'ın canının istediği herkese dava açma ya da eza etme imkanı verecek şekilde hayata geçiriliyor. Somut deliller olmaksızın sadece 'makul şüphe'ye dayalı olarak hükümete gözaltı yapma imkanı veren bir kanunun onaylanmasından hemen birkaç gün sonra bizim içeriye alınmış olmamız bir sürpriz değildi.

TÜRKİYE GÜVEN İMAJINI KAYBEDİYOR

Erdoğan'ın pervasız davranışları sadece kendi mirasına değil Türkiye ve müttefiklerine de zarar veriyor. Türkiye'nin istikrarlı yatırım merkezi imajı bozuldu. Karakter suikastı, kutuplaştırma ve sindirmeye dayalı siyasetin tehlikeli sosyal gerilimlere yol açması kaçınılmaz. İçerisi kaotik olan bir Türkiye uluslararası camia tarafından güvenilir bir ortak olarak telakki edilemez. Erdoğan'ın otoriter adımları Türkiye'yi uzun zamandır benimsediği Avrupa Birliği'ne katılma hedefinden uzaklaştırıyor.

Bütün bunlara rağmen, Türkiye'den ümidimi hiç kaybetmeyeceğim. Sonuçta ülkede yaşanan ilk aşağı yönlü sarmal değil bu. Zaman'a baskının ardından gelen yerli ve uluslararası protestolar muvacehesinde daha da iyimser hissediyorum. Eşim ve ben, gözaltındayken dünyaya gelen kızımızın adını bahtiyarlık ve mutluluk anlamına gelen Saadet koyduk. Saadet, Türk demokrasisinin daha parlak geleceğine olan inancımızın sembolü. Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az öncedir."
Dumanlı'nın gazetede yayınlanan yazısının linki şöyle:
http://www.washingtonpost.com/opinions/ekrem-dumanli-turkeys-witch-hunt-against-the-media/2015/01/01/7544429a-8fad-11e4-ba53-a477d66580ed_story.html?hpid=z3