Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, alıkonulduğu cezaevinden dünyanın önde gelen gazetelerinden Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi'ne mektup yazdı. Mevcut siyasi iktidarın adım adım ülkemizi demokratik evrensel değerlerden ve uluslararası toplumdan kopardığını söyleyen Karaca, “Demokrasiye olan inancımızı yitirmiş değiliz. Biz bir bedel ödüyoruz; barışın, hoşgörünün, özgürlüğün ve demokrasinin bedeli…” ifadelerini kullandı.

Hidayet Karaca'nın Frankfurter Allgemeine Zeitung için yazdığı mektubunun metni:

"22 yıllık geçmişe sahip, bünyesinde 14 TV kanalı barındıran uluslararası bir medya grubunun başkanı olarak bu satırları sizlere Türkiye'de bir hapishane hücresinden yazıyorum.

"Medya grubu yöneticisi bir gazetecinin hapiste ne işi var?" diye sorabilirsiniz.

Kanallarımızın birinde, beş yıl önce yayınlanan bir dizi film gerekçe gösterilerek onlarca kişi gözaltına alındı. Kanalın üst düzey yöneticisinden dizi senaristlerine, yapımcılara kadar pek çok isim, günler boyu tek soru sorulmadan gözaltında tutuldu, özgürlükleri ellerinden alındı. Yaşananlar inanılır gibi değildi. El Kaide ile irtibatlı olduğu iddiasıyla yargılanan "Tahşiye" adlı bir grubu polise hedef göstermekle suçlanıyorduk. Bunu da bir dizi filmde bu grubun adını geçirerek yapmışız. Dizi film senaryosundan silahlı terör örgütü çıkarmayı başardılar ve beni tutukladılar. Kendi kaleminden çıkmayan iki yazı sebebiyle gözaltına aldıkları Zaman'ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'yı ise tutuksuz yargılamak üzere serbest bıraktılar. Tahşiye grubunun lideri benim tutuklanmamın ardından bir televizyon programında açıkça "Usame Bin Ladin'i sevdiğini" söyledi. Bu kişinin itibarını zedelemekle itham ediliyoruz.

Yargılanmamız devam ediyor. Hakkımda gözaltı kararı veren hakim, sosyal medyada siyasi iktidarın liderine methiyeler dizmekten çekinmeyen bir isim. Mahkemede hakime 'bir dizi film dolayısıyla sanatçılar ve TV çalışanları gözaltına alınıp teröristlikle suçlanıyorsa' bunun hayali bir dava olduğunu söyledim. Mahkemede yapılan hukuksuzlukları haykırdım ve hakime sordum: "Örgüt kurmakla suçluyorsunuz; örgüt nerede? Silahlar nerede?" Hakim cevap veremedi.

Benim karşılaştığım bu şaşırtıcı durum maalesef Türkiye'de pek çok kişinin ya yaşadığı ya da yaşamaya aday olduğu bir tecrübedir. Gazetecilerin susturulmaya çalıştırıldığı bir ülkede hapiste olmak artık kimseyi şaşırtmıyor. Her geçen gün otoriterleşen, hukukun üstünlüğü ilkesini hiçe sayan, Avrupa Birliği ideallerinden vazgeçen, demokrasiyi sadece seçim sandığından ibaret gören bir iktidarın medyayı ve muhaliflerini susturması sıradanlaşıyor. Yurt içinde ve dışında demokratik değerleri, ifade özgürlüğünü ve temel insan haklarını savunan herkes hain ya da düşman ilan ediliyor.

Özellikle 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerindeki operasyonların ardından ortaya çıkan yolsuzlukları alkışlamayan gazeteciler, hükümete darbe yapmakla suçlanıyor. 4 bakanın adının karıştığı büyük yolsuzluk dosyası ortaya çıkınca hükümet, medyayı susturma amacıyla hukuksuz ve sert önlemlere başvurdu. Konuyu gündeme taşıyarak hukuki normlara göre incelenmesini isteyen herkese acımasızca saldırılar başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak seçmen kitlesini her geçen gün konsolide etmenin yollarını arıyor. Bunun için de kendisi gibi düşünmeyen bütün kesimleri, Alevi, Kürt, seküler, dindar ayrımı yapmaksızın yalnızlaştırmaya ve şeytanlaştırmaya çalışıyor. Bu şeytanlaştırmanın en son kurbanı Müslüman Alim Fethullah Gülen'in fikirlerinden ilham almış olan Hizmet hareketi gönüllüleri olarak bizleriz. Ötekileştirme amacıyla siyasi iktidarın kurguladığı "paralel devlet" söylemiyle hukuksuzluklara ve yolsuzluklara karşı çıkan bütün gazeteciler hapisle tehdit edildi. Benim de aralarında bulunduğum bazı gazeteciler tutuklandı. Bazılarının evi basıldı, bazıları korkutuldu ve susturuldu. Hatta AKP'nin demokrasi dışı uygulamalarını eleştiren Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck bile sözde 'paralel devlet'in bir parçası olarak Hizmet hareketinin 'Almanya imamı' ilan edildi.

Erdoğan ve hükümeti bu cadı avını, doğrudan ve ya dolaylı olarak kontrol ettiği medya aracılığıyla gerçekleştiriyor. Haber alma hakkının en temel güvencesi ve araçları olan medya büyük oranda hükümet tarafından kontrol altına alınırken, muhalif medya tamamen yalnızlaştırılıp, ekonomik baskı altında tutuluyor.

Yayın grubumuz ekonomik olarak çökertilmeye çalışıldı. Reklam verenler aranıp tehdit edilerek, ticari yönden çöküş yaşamamız hedeflendi. Diğer yandan siyasi iktidar, elindeki demokratik kontrol mekanizmasını Demokles'in kılıcı gibi kullanmaya başladı. 21 yıllık yayıncılık hayatında aldığı ceza bir-ikiyi geçmeyen kanallarımıza büyük yolsuzluk operasyonlarını haber yaptığımız için cezalar kesildi. 17 Aralık'ta patlayan yolsuzluk soruşturmalarından bu yana kanalımızın aldığı ceza an itibariyle 1 milyon 580 bin 296 avro.

Zannedilmesin ki bu baskı sadece bizim grubumuza yönelik. Grubumuzun da savunucusu olduğu, Türkiye'de evrensel demokratik değerleri savunan, muhalif bir görüşü dile getiren herkes mevcut hükümet tarafından devlet gücüyle kendisine yöneltilen baskıya maruz kalıyor. Gazeteci Sedef Kabaş, attığı bir tweet nedeniyle 5 yıl hapis talebiyle yargılanıyor. Savcı Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink'e, Twitter'da terör propagandası yaptığı ithamıyla 5 yıl hapis istiyor. Rahatsız edici Facebook, Twitter hesapları kapatılıyor. En son hükümetin bir zamanlar kahraman ilan ettiği Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu, devlete ait gizli belgeleri haber yaptığı için hapse atıldı. Muhalif medyada yorum yapan yazarlar, siyasi yetkililerin bir telefonuyla kovduruluyor, manşetlere hükümet yetkilileri karar veriyor.

George Orwell'in kara ütopyası '1984'te tasvir edildiği gibi 'Big Brother' rolüne bürünen hükümet, istihbarat birimleri aracılığıyla herkesi gözetliyor, fişliyor, sürgün ya da mahkum ediyor. Ülke içinde yapılan fişlemelerin yanında yurt dışındaki vatandaşlarını da ülke içi siyasetin bir malzemesi yapıp kamplara bölen Akp hükümeti, iç huzursuzluğunu yurt dışına taşımakla da siyasi faydalar güdüyor.

Türkiye'yi otoriter bir rejimle yönetmek isteyen mevcut siyasi iktidar adım adım ülkemizi demokratik evrensel değerlerden ve uluslararası toplumdan koparıyor. Bütün bunlara rağmen özgürlüğe, demokrasiye olan inancımızı yitirmiş değiliz. Biz bir bedel ödüyoruz; barışın, hoşgörünün, özgürlüğün ve demokrasinin bedeli… Demokratik hukuk devleti ve AB demokrasi standartlarına ulaşmada bir vatandaş ve bir medya kurumu yöneticisi olarak üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğiz. Yazdıklarım Türkiye demokrasisi adına çok olumsuz gelişmeler olsa da şunu da vurgulamak isterim ki Türkiye'de demokrasiye kalpten inanmış birçok kişi var ve Avrupa Birliği yolunda demokrasi mücadelesini devam ettirmekten asla vazgeçmeyecekler.

Gazetecilik dayanışması çerçevesinde Türkiye'de baskıcı bir yönetim tarafından sayıları sınırlandırılmış olan özgür basının bir ferdi olarak sesimin Alman kamuoyuna duyurulması adına bana bu platformu sunan FAZ gazetesine teşekkür ederim.

Hidayet Karaca
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı
6 Nolu Ceza İnfaz Kurumu
Silivri Cezaevi"