Dünyaca ünlü Fransız gazetesi Le Monde, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca'nın hapishaneden yazdığı özel mektubu yayınladı. Fransa'nın prestijli gazetesi Le Monde'da bugün yayınlanan mektupta Karaca, Türkiye'de bağımsız medyanın hiç olmadığı kadar ağır tehdit altında olduğunu vurguladı. Karaca, “Ben Hidayet Karaca, Erdoğan'ın Türkiye'sinde tutuklu bir gazeteciyim” başlıklı yazısında “Türkiye'de hapse atılan ilk gazeteci ben değilim. Maalesef Erdoğan’ın otokratik çıkışlarına bakılırsa son gazeteci de olmayacağım gibi görünüyor.” ifadelerini kullandı. Karaca, Türkiye'de medyaya baskının görünenden çok fazla olduğunu dile getirdi.

DAVUTOĞLU’NUN İRONİK YÜRÜYÜŞÜ

Fransa'daki meşum terör saldırılarının ardından Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun yürüyüşe katılmasının “hem sevindirici hem de ironik” olduğunu belirten Karaca, “Bizim medya grubumuza yapılan tacizleri sadece Hizmet hareketine yönelik saldırıların bir parçası olarak yorumlamak indirgeyici olur. Zira bu, aynı zamanda iktidarın 'tüm medyayı' kontrol altına alma yönündeki çabalarının bir ürünüdür.” ifadelerini kullandı.

Le Monde'un İsviçre'de HSBC Bankası'nın gizli hesaplarını ortaya çıkararak tüm dünyada gündeme oturduğu bir günde Karaca'nın yazısını yayınlaması dikkat çekti. Fransa'nın en çok satan gazeteleri arasından bulunan Le Monde'un 312 bin tirajı bulunuyor. Le Monde'un sitesi ise aylık 64 milyon ziyaretçiyle ülkenin en çok okunan haber sitesi konumunda.

Hidayet Karaca'nın Le Monde gazetesinde yayınlanan mektubunun tam metni şöyle:

«Ben Hidayet Karaca, Erdoğan'ın Türkiye'sinde tutuklu bir gazeteciyim…

Fransa’yı kalbinden vuran meşum terör saldırısının ardından bütün dünya liderleri Cumhuriyet Yürüyüşü’ne katılmak için Paris’e akın etti. İçlerinde benim ülkemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun da Fransız halkıyla dayanışma içinde olduğunu görmek hem gurur verici hem de ironikti. Zira uzun yıllardır Türkiye, hapiste en çok gazeteci bulunan ülkeler sıralamasında üst sıralarda bulunuyor. Hükümet bu gazetecilerin gazetecilik faaliyeti nedeniyle değil “terörist faaliyetler” yaptığı gerekçesiyle hapsedildiğini savunuyor. 22 yıllık bir gazeteci ve Türkçe, İngilizce Arapça ve Kürtçe dillerinde yayın yapan 14 tv kanalına sahip 5 büyük medya grubundan birinin yöneticisi olan bu satırların yazarı, artık sözü edilen “terörist-gazeteci”ler arasında yer alıyor. 54 günden beri İstanbul’da bir hapishane hücresinde bulunuyorum.

KÖTÜ GİDİŞATI DESTEKLEMEDİĞİMİZ İÇİN LİNÇ EDİLİYORUZ

Mayıs 2013’teki Gezi olayları ve Aralık 2013’te patlayan yolsuzluk skandalından beri, dönemin başbakanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bütün muhalefeti kendisini devirmek için komplo kurmakla itham ediyor. Bir gün geçmiyor ki hükümete muhalif grup veya kişiler “hain” olarak ilan edilmesin. Din alimi Fethullah Gülen’in öncülüğünde başlayan Hizmet Hareketi bu uzun “hain” listesinin son üyesi. Erdoğan, yolsuzluk soruşturmalarını bu hareketin kendi iktidarını devirmeye yönelik bir hamlesi olarak gördü. Bu iddialar defaatle yalanlanmasına rağmen, Erdoğan’ın harekete yakın kurum ve kişilere savaş ilan etmesine mani olamadı. Biz, Hizmet hareketine yakın olarak bilinen gazeteciler olarak bu cadı avının son kurbanlarıyız.

Ülkemin son yıllarda geldiği noktayı derin bir teessüfle izliyorum. Siyasi iktidarın politikalarında köklü bir değişikliğe giderek, 2002 yılından bu yana inşa ettiği her şeyi yok etmeye başladı. Geçmişte AKP’nin demokratik reformlarını desteklemiş olan bizim medya grubumuz, bu gidişatı desteklemeyi reddettiğimiz anda lince tabi tutulan bir medya olduk.

Fakat, medya grubumuza yapılan tacizleri sadece Hizmet hareketine yönelik saldırıların bir parçası olarak yorumlamak indirgeyici olur. Zira bu aynı zamanda iktidarın tüm medyayı kontrol altına alma yönündeki çabalarının bir ürünüdür. Gazeteci Sedef Kabaş, attığı bir tweet nedeniyle 5 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink, Twitter’da terör propagandası yaptığı ithamıyla 5 yıl hapis istemiyle yargılanıyor. Rahatsız edici Facebook, Twitter hesapları kapatılıyor.

Hiç şüphesiz tıpkı diğer gazeteciler gibi kafkaesk bir davada yargılanıyorum. Yöneticisi olduğum kanalların birinde 5 yıl önce yayınlanan bir dizi filmde geçen diyaloglar gerekçe gösterilerek tutuklu olarak yargılanıyorum. 2009 yılında Tahşiye isimli az bilinen bir dini grubu El Kaide ile irtibatlı göstermekle itham ediliyorum. Savcılığa göre, söz konusu dizinin senaryosu, polislere bu gruba operasyon yapılması için şifreli bir mesaj gönderdi. Resmi olarak, terör örgütü kurmak, yönetmek ve örgüte üye olmakla suçlanıyorum. Ancak, o tarihte başka medya kurumları da bu dini grupla ilgili haberler yapmıştı. Bu ithamlar Tahşiye grubu liderinin benim tutuklanmamın ardından bir televizyon programında “Bin Ladin’i Müslüman olduğu için sevdiğini” söylemesiyle daha saçma ve tutarsız hale geldi.

BAŞTAN KAYBEDİLMİŞ DAVA…

14 Aralık 2014’te kanalın en üst düzey yöneticisinden dizi senaristlerine, yapımcı, kamera asistanı ve grafikerlerine kadar 23 kişi aynı suçlamayla günlerce tek soru sorulmadan gözaltında tutuldu. Türkiye’nin en çok satan gazetesi Zaman’ın Genel Yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı da gazetesinde aynı konuyla ilgili 5 yıl önce yayınlanan iki köşe yazısı ve bir haber nedeniyle tutuksuz yargılanıyor ve seyahat etme özgürlüğü kısıtlandı.

Özel yetkili bir mahkemede yargılanıyorum. Benim hakkımda karar veren hakim daha önce Erdoğan’a övgü dolu sözler söylemesiyle tanınıyor. Mahkemede hakime tek bir soru sordum: Örgüt nerede, silahlar nerede? Hakim cevap veremedi. Kafka’nın “Dava” isimli eserinde söylediği gibi, Böyle bir davayla yargılanmak, onu şimdiden kaybetmiş olduğun anlamına gelir.» Sistem öylesine absürt ki, ne kadar süre tutuksuz yargılanacağımı bilmiyorum. Zira, savcılar hükümetin baskısı altında iddianame yazmayı bilinçli bir şekilde geciktiriyor. Samanyolu ve Zaman gazetesine yapılan baskınları dünyanın her yerinden birçok ülke kınadı. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tutuklamaları ezici çoğunlukla kınayan kararlar aldı.

SADECE BUZDAĞININ GÖRÜNEN KISMI

Ben Türkiye'de hapse atılan ilk gazeteci değilim. Maalesef Erdoğan’ın otokratik çıkışlarına bakılırsa son gazeteci de olmayacağım gibi görünüyor. Ancak, Türkiye’deki medyanın maruz kaldığı baskı sadece hapisteki gazetecilerin sayısına bakarak da anlaşılmaz. Hapisteki gazeteciler, medyaya baskı, medyayı tektipleştirme ve manipüle eetme hususlarında buzdağının sadece görünen kısmıdır. Hapisteki gazeteciler medyaya olan baskının, medyayı tek tipleştirmenin, haberin manipüle edilmesin buzdağının sadece görünen kısmıdır. Türk medyasının tamamına yakını tutuklamaktan çok daha sofistike yöntemlerle ya hükümete yakın iş adamlarına devredildi, ya da evcilleştirildi. Zira medyanın tam tahakküm altına alınması Türkiye’deki otoriter rejimi ayakta tutan ana sütunlardan birisi. Sadece hükümet yanlısı medyanın propaganda yapmasını değil, muhalif medyanın da otosansür uygulamasına yol açıyor. Ayrıca sayıca az olan bağımsız medya kurumları da kamu kuruluşlarının reklam pastasından yararlandırılmıyor ve RTÜK tarafından cezalandırılıyor.

Bugüne kadar hiç olmadığı kadar tehdit altındaki bağımsız ve çoğulcu medya, Türkiye’nin ait olduğu yola geri dönmesi için kaçınılmaz bir önem taşıyor. Temel haklara saygılı ve Avrupa yolunda bir ülke... Geçirdiği bu karanlık günlere rağmen Türkiye’deki bağımsız medyanın ayakta durma kararlılığı tamdır.»

Hidayet Karaca
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı