AK Parti hükümetinin göreve getirdiği ilk Merkez Bankası Başkanı olan Durmuş Yılmaz, siyasette doğruluğun önemine dikkat çekerek, Kabataş benzeri yalanların ısrarla sürdürülmesinin topluma büyük zarar verdiğini söyledi.

‘Yalan-dolan’ siyaseti ve toplumun kutuplaştırılmasının ekonomiye de darbe vurduğunu dile getiren Yılmaz, kutuplaşmanın PKK teröründen daha tehlikeli olduğu uyarısını yaptı. Türkiye’de söylenenlerle yapılanların bir olmadığını, değerlerin hoyratça tüketildiğini söyleyen Yılmaz, bu gidişle yeni bir diriliş ve ekonomik düzen kurulmasının mümkün olmadığını vurguladı. MHP Uşak milletvekili adayı Durmuş Yılmaz, hükümetin eğitim ve dış politikada da çok büyük hatalar yaptığını söyledi.

KABATAŞ TEKRAR EDİLE EDİLE BUGÜNE GELİNDİ; AMA…

Hollanda Türk Federasyonu tarafından Amsterdam Mescid-i Aksa Camii Konferans salonunda düzenlenen toplantıda konuşan Yılmaz, Kabataş olayı konusunda şunları söyledi: "Kabataş'ta bir başörtülü kardeşimizin rahatsız edildiği söylendi. Fakat öyle bir şey söylendi ki, bu başörtülü kardeşimiz belden üst tarafı açık meşin deri pantolonlu, deri eldivenli 70-80 kadar insan tarafından üzerine idrar bırakılıyor denildi. Ve bu tekrar edile edile bugüne kadar geldi ve hâlâ da tekrar ediliyor. Artık bunun yalan olduğu anlaşıldı.”

YALAN-DOLAN SİYASETİ, EKONOMİYE DE ZARAR VERİYOR

Durmuş Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Partililerin “Kabataş yalanı” konusunda da özür dilemesi gerektiğini ima ederek şöyle devam etti: “Şimdi buradan çıkıp faziletli bir Müslüman olarak, liderler olarak bizim ‘kusura bakmayın biz yanılmışız. Bize yanlış bilgi gelmiş’ deyip özür dilemek daha faziletli değil mi? Bu yalanı sürdürmenin bir anlamı yok. Yani bu topluma son derece zarar veriyor. Dolayısıyla bu tür yalandan dolandan uzak durmamız gerekiyor. Bu tür doğru olmayan, şeffaf olmayan durumları idareler, orta ve uzun vadede birikerek bir fay hattı oluşuyor, bir sürtünme katsayısı ortaya çıkıyor. Bu sürtünme katsayısı ekonomiyi olması gereken yerden daha gerilerde bir yere itiyor."

KUTUPLAŞMA DEVAM EDERSE BİRBİRİMİZE ZARAR VERECEĞİMİZDEN KORKUYORUM

Toplumda sürekli artan gerilimin kendisini terörden daha çok endişelendirdiğini dile getiren Yılmaz, şu uyarılarda bulundu: “Ben şundan korkardım; bizde bir Doğu sorunu var. Kürt sorunu var, bir terör sorunu var, vesaire vesaire… İçerideki bir etnik savaştan korkuyorduk. Ben bugün böyle olmayacağını düşünüyorum. Ama maalesef şu anda toplum acayip vaziyete gerilmiş durumda. Bu gerginlikten dolayı yüzde 48 ile yüzde 50'nin bir noktada bu gerginlik devam eder ise, birbirimize zarar verebileceğimizden korkuyorum."

İDARECİ VE HALK ARASINDAKİ BAĞ ZEDELENİNCE EKONOMİ DE OLUMSUZ ETKİLENİYOR

Yönetenler ve yönetilenler arasında önemli bir duygusal bağ olduğunu Fatih Sultan Mehmet'ten örnekler vererek anlatan Yılmaz, “kendi müşterisini, siftah yapamayan komşusuna gönderen esnaf” hikayesini hatırlatıp şöyle devam etti: “Fatih Sultan Mehmet diyor ki, eğer bu toplum böyle ise ben Bizans'ı fethederim diyor. Eğer bu hikâye doğru ise o zaman bu doğruyu bugün kendimize, nefsimize uyguladığımızda, biz oradan ne kadar uzağız! Eğer bugünkü yaptıklarımız doğru ise, eğer bugünkü yapılanlara göre hareket edecek isek o zaman Fatih için bu hikaye uydurulmuş diye kabul etmemiz lazım. Yöneten ile yöneten arasında bir duygu bağı var. Eğer yöneten ile yönetilen birbirlerini iyi anlıyorlar, gönül bağları ve frekansları tutuyor ise o zaman yönetilen, genellikle yönetenin yaptığı yanlışların kasıtlı olmadığını, onun samimiyetinden kaynaklandığını düşünerek, yapılan yanlışa tolerans gösteriyor… Yani insanlara doğruyu söylediğiniz zaman, aleyhinize de olsa doğruyu söylediğiniz zaman, insanlar size güveniyor… Tolerans gösteriyor. O tolerans da size ekonomiye şunu kazandırıyor: Yönetilen ve yöneten arasında ki bu bağdan dolayı ortaya çıkabilecek olan olumsuzlukların katsayısını azalttığı için ekonomi üzerindeki olumsuzlukları minimize ediyor. Ve dolayısıyla da ekonomik aktiviteden elde ettiğiniz faydayı maksimize ediyor. Bizim şu anda geldiğimiz nokta itibari ile de başlangıçta var olan bu yöneten ile yönetilen arasındaki frekansın tutması, gönül bağının olması bugün itibari ile zayıflamış vaziyette.”

EĞİTİM, EĞİTİMCİLERE BIRAKILMAYINCA İŞSİZLER ORDUSU ARTTI

Ekonomide mevcut uzun vadeli yapısal sorunlara değinirken, bununla bağlantılı olarak eğitimde de çok ciddi hatalar yapıldığını dile getiren Yılmaz, şöyle devam etti: “Bugün geldiğimiz nokta itibari ile mevcut eğitim sistemimizde son 12 yılda aşağı yukarı her bir buçuk-iki yılda bir milli eğitim bakanı değişti. Her milli eğitim bakanı yeni bir müfredatla girdi. Eğitim bakanlarının çoğu eğitimci değildi. İdareci olarak valilik, kaymakamlıktan gelmişler. En önemli eğitim işini maalesef eğitimcilere bırakmamışız. Bunun sonucunda da şu anda bir tarafta 100 ila 200 bin işçi arayan fabrikalar var. Fakat bir tarafta da 3 milyondan fazla issizimiz var. İş arayanların iş taleplerini karşılayacak eleman yok. Yani Türkiye'de bir mesleksizlik var. İşte bunlar yapısal sorunlar. İşte bu yapısal sorunları akşamdan sabaha kurla, faizle çözülmesi çok kolay değil. O nedenle bizim uzun vadeli plan ve proje yapmamız lazım."

DIŞ POLİTİKADA DA YARI YOLDA KALDIK

Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz, hükümetin dış politika performansını ise şu sözlerle dile getirdi: “Dış politikada da amaçlarla araçlar arasında uyum olması gerekiyor. Amacınız çok ulvi olabilir. Herkesin istediği, gönlünden geçen şeyler olabilir. Ama sizi o hedefe götürecek araçlarınız yok ise o zaman yarı yolda kalırsınız. Şu anda Türkiye'nin dış politikada karşı karşıya olduğu budur. Amaç doğru olabilir. Bizim de gönlümüzden geçebilir. Komşularla sıfır sorun politikası olabilir. Temel insan haklarına, demokrasiye saygılı olunması için ülkeler birbirlerine telkinde bulunabilirler. Ama doğrudan ülkelerin içişlerine karışmak doğru değil. Bunu yaparken de, eğer varsa, aracınızı doğru seçmeniz lazım. Şu anda anlaşılıyor ki bizi o amaçlara götürecek araçlar elde yokmuş. Yarı yolda kaldık.”

BU GİDİŞLE YENİ BİR DİRİLİŞ VE EKONOMİK DÜZEN MÜMKÜN DEĞİL

Durmuş Yılmaz, Türkiye’nin geldiği noktayı ve gelecekle ilgili öngörüsünü yaparken ayrıca şu tespitlerde bulundu: “Biz İslam ahlakı dedik, İslam fazileti dedik. Bunların kendi hayatımızda uygulanması gerektiğini söyledik. Ama maalesef biz bu söylediklerimize uymuyoruz. Uymadığımız gibi de bu değerleri hoyratça tüketiyoruz. O nedenle bizim buradan bir diriliş çıkartmamız, bir yeni medeniyet olgusu ortaya koymamız, yeni bir ekonomik düzen ortaya koymamız pek mümkün görünmüyor.”