Onların yokluğunu telafi edecek hiçbir dünya metasından bahsedemeyiz. Onlarla birlikte iken, özellikle bebeklik ve çocukluk dönemlerinde onlardan aldığımız hazzı ve mutluluğu alabileceğimiz başka bir kıyas bulamayız. Onların acıları, hastalıkları, rahatsızlıkları bizi fazlası ile mutsuz eder. Onların tırnağına taş değsin istemeyiz. Bildik ifade ile biz yemez yediririz, giymez giydiririz. Özellikle anneler, bebeğin doğumu ile aralarında tarifi imkânsız psikolojik bir yakınlık yaşarlar. Yeni doğduklarında acziyetlerinin doruk noktasını yaşarlar. Acıkmalarını anne iç dünyasında bir şekilde hissedecektir. Bedenlerinde, ya da iç organlarında meydana gelen acıyı hissedecek ve bebek ile birlikte acıyı ve rahatsızlığı aynen kendi bünyesinde yaşayacaktır. Gecenin bilinmez bir vaktinde onun acıktığını öz benliğinde duyarak uyanacak, yatağından fırlayarak, onu doyurabilmenin kaygısını yaşayacaktır. Yavrusunu emdirirken, dudak hareketlerini izleyecek, yavrunun boğazından geçen her damla süte karşılık kendi yüreği mutluluktan yağ bağlayacaktır. Onunla beraber yatarken yanağını, yavrunun yanağına değdirip hızlıca nefes alıp verirken çıkardığı sesi dinleyecektir. Çünkü bu ses anneye, dünyanın en güzel sesi olacaktır. Ve gün gelecek çocukluk evresine girecektir. Bebeklik ve ergenlik arası denilen dönemdir, bu dönem. Bu dönemdeki çocuğa erkek oğul, kız çocuğu ya da evlat adını vermeye başlayacağız. Belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse olarak adlandıracağız biz onu. Yaşı ve niteliği az olan, kabiliyetleri yeterince ortaya çıkamamış, büyümesini ve gelişmesini henüz tamamlamamış, zaman zaman uygunsuz tavır ve davranış sergileyen bir sürece girdiği dönem olacaktır. Bu dönemde örnek arayacaktır kendine. Tavır ve davranışlarıyla benzemeye çalışacaktır, örnek olarak seçtiği kişiye. Onun gibi giyinmeye çalışacak, onun gibi konuşmaya başlayacak, o kişinin hareketlerini taklit etmeye başlayacaktır. O kişi kim olacak sözüne verilecek tek bir cevap mevcuttur. Onu çok seven kişi! Bu kişi anne de olabilir. Bu kişi baba da olabilir. Dayı, amca, teyze, hala, ağabey, abla da olabilir. Bizler tavır ve davranışlar bütünlüğü içinde, iyi bir örneklem olamadığımız ve bundan dolayı çocuğumuzda ortaya çıkan olumsuzluğa, çözüm arama aşamasına geldiğimizde, çözüm için başvurduğumuz ya da vuracağımız metotları seçmeden önce, başımızı ellerimizin arasına alıp daha fazla düşünmek zorundayız. O çocuk, doğumuyla bizi mutlu eden yavru değil miydi? O çocuk, büyüme aşamasında iken gösterdiği her yeni hareketi ile bize zevk veren evladımız değil miydi? Söylediği ya da söyleyebildiği her sözüyle bizi mutluluk kahkahasına boğan değil miydi? Bir an öce büyüyüp önce yürümesini sonra koşmasını, konuşmasını kendi ihtiyaçlarını kendi görmesini, bizlerden bir şeyler istemesini arzu eden bizler değil miyiz? Bizim evimizden çıkarıp toplumun içine salacağımız yavrumuz bu olacak. Onun, evimiz, ailemiz ya da toplum içindeki sergileyeceği olumsuz tutum ve davranışlarında en az onun kadar bizlerde ortak değil miyiz? O halde ona, olumsuz davranışlarına karşılık gördüğümüz cezanın bir kısmını da kendimize vermemiz gerekmez mi? Hal böyle iken komşumuz ya da başka bir akrabamızın çocuğunu, onunla kıyaslama veya örnek gösterme zafiyetimiz nereden kaynaklanıyor acaba? Düşünmek zorundayız: Çocuğumuz istediğimiz gibi mi olur? Bizim gibi mi? Sizce”¦? Ona layık gördüğümüz cezanın en az yarısı bizim olmalıdır. Çok yakın bir tanıdığın ifadesi; ”” Ben ona kötü olan yaşamları anlatıyorum iyi olması için, ama çocuğum dediğimi hiç dinlemiyor ve serseri gibi yaşıyor, ne yapmalıyım? Diyebileceğimiz tek şey: Kendine bak! Çünkü çocuğunda sana bakıyor. Son söz: Çocuklar söylediğinize değil, yaptığınıza bakıyor. Selam ve dua ile”¦