Frida Kahlo'nun anne babası onun Diego Rivera'yla evliliğini hangi ikisinin birlikteliğine benzetmiştir?

Fil ve Güvercin: Diego Rivera ve Frida Kahlo’nun Çelişkili Sanatı

Pera Müzesi “Gelman Koleksiyonu’ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera” sergisi kapsamında, 18 Mart Cuma günü saat 19:00′da küratör Helga Prignitz-Poda‘nın gerçekleştireceği “Fil ve Güvercin: Diego Rivera ve Frida Kahlo’nun Çelişkili Sanatı” başlıklı bir konferans düzenliyor.

“Meksika kültürüne damgasını vuran düalizmdir, güneş ve ay arasındaki zıtlıktır. Aztek yaratılış efsanesine göre güneş, yeryüzünün üzerine düşüp onu mahvetmemek için insanların kurbanlarına muhtaçtı. Başka halkların da efsanelerinde gökyüzünde cereyan eden olaylar, semavî âşıklar güneş ve ay merkezî bir rol oynar. Ay kadındır, güzeldir ama değişkendir; güneş ise erkektir, büyük bir dinginlik ve kayıtsızlık içinde muntazaman gökyüzündeki yolunu izler. Çoğu efsaneye göre güneş ve ay birbirleri için yaratılmışlardır, ama bir türlü kavuşamazlar. Frida Kahlo pek çok resminde güneş ve ayı Diego Rivera ile olan kendi aşk hikâyesini anlatmak için  metafor olarak kullanmıştır. Diego Frida’nın güneşidir, Frida ise ay tanrıçasıdır. Frida Kahlo güneşle ayın birleşmesindeki imkânsızlığı resimlerinde çeşitli biçimlerde dile getirir.

Frida Kahlo’nun annesi ile babası, 1929’da yeni evli çifti daha o günden  güvercinle file benzetmişlerdi. Sadece Diego 20 yaş daha büyük olduğu ve herkes onu çirkin ve  şişko bulduğu için değil, aynı zamanda 1929’da çoktan ünlü bir ressam olduğu, bitmez tükenmez bir güçle dev boyutlu duvarlara resimler yapabildiği ve fil gücün  simgesi olduğu için. Erkek fil yalnız yaşar ve sadece ihtiyaç duyduğu zaman değişik dişilere yanaşır. Sanki malum olmuştu anneyle babaya. Ama daha 1929’da Rivera sıradışı bir sanatçı olarak ün yapmıştı,  Meksika tarihini renkli resimlerle âdeta efsunlayıp duvarlarda canlandırıyordu. Frida ise narin bir varlıktı, kendine özgü çocukça güzelliğiyle herkesi büyülüyordu. Henüz pek az resim yapmıştı, en başından itibaren Diego’nun gücüne âşık oldu, hiç kuşkusuz bunda ona sırtını yaslama isteği de vardı. Bugün bile bu denli farklı iki insanın nasıl olup da birbirlerini bu kadar sevebildiği, her ikisi de evlilik dışı ilişkiler yaşamalarına rağmen, hatta  boşanmalarına ve  sonra yeniden birbirleriyle evlenmelerine rağmen ölene kadar bir arada kalabildiği merak konusudur. Sebep, güneş ve ay gibi iki zıt kuvvetin birbirini çekmesinden doğan içsel bağ idi. Diego’nun göz kamaştıran sağlığı, saatlerce iskeleler üzerinde ayakta durup yüzlerce metrekarelik yüzeyi boyama gücü bile Frida’yı hayran bırakmaya yetmişti, zira Frida’nın gücü en fazla bir yatak genişliğinde formatlara yetiyordu. Diego da Frida’nın karizmatik kişiliğinden etkilenmişti: Frida bütün engellere rağmen inatla yoluna devam ediyordu, tek hedefi vardı: ressam olmak. Birbirlerinden çok farklı oldukları halde ortak yönleri de yok değildi: her ikisi de gündelik dertlere karşı umursamaz bir tavır içindeydi. Her ikisi de önyargıları reddediyordu,  başlarına buyruk bir hayat sürdürüyor, o anı yaşıyorladı. Her ikisi için de sanatsız bir hayat düşünülemezdi. Her ikisi de hem Meksika kültürüne hem de Avrupa kültürüne tutkuyla bağlıydılar ve her iki konuda da bilgiliydiler. Her ikisi de bol şamatalı, dizginsiz eğlencelere düşkündüler, yer yer kaba şakalara, düş gücüne bayılıyorlardı. Diego ile Frida birbirlerini seviyordu.”*

Cevap: Fil ve Güvercin