Friedrich Mietzsche dehasının neresinde olduğunu söylemiştir burun deliklerinde damağında bıyıklarında göz kapaklarında

“Bıyık konusunda bile Nietzsche’yi gölgede bırakacaktım! Benimki, iç karartıcı, katastrofik, Wagner müziğinin yükünün altında ezilmiş olamazdı. Hayır! İnce çizgili, yayılımcı, ultra-rasyonel olurdu; dikey mistisizm ya da İspanyol ticaret birlikleri (1) gibi daima cenneti işaret ederdi.” Salvador Dali, Bir Dahinin Güncesi, 1963.

Cevap: Burun deliğinde

Nietzsche dehasının burun deliğinde olduğunu söylemiştir...

“Evet, bu da benim çılgın oyunlarımı imzaladığım İspanyol tavrında gizli. Kanla kaplı, aynı Nietzsche’nin istediği gibi!” Bir Dahinin Güncesi.

Friedrich Nietzsche, şüphesiz ki, 19. ve 20. yüzyılların en etkili ve en çok tartışılan filozoflarından biridir. Çalışmaları arasında, ilki, Tragedyanın Doğuşu (1872) sanat eleştirmenlerinden özel bir ilgiyi hak eder; çünkü Alman filozofu, bu eserde, birbirine zıt iki gücün, Apollo ve Dionysos’un, tüm sanatsal yaratıya ilham verdiği fikrini ileri sürer. Nietzsche’nin önerdiği ihtilaf, dünyayı iki farklı yolla yorumlamaya yönelik bir teşebbüstür. Aynı zamanda, iki farklı  gerçeklik ve ahlak anlayışının varlığına da işaret eder: mutlak ve göreli.

Nietzsche’nin kitapları, ünlü yazarlar, filozoflar ve sanatçılar tarafından okunmuş ve üzerlerine birçok yorum yapılmıştır. Bilhassa, Katalan sürrealist ressam Salvador Dali, onun önde gelen eserleriyle içli dışlıydı. Dali’nin Bir Dahinin Güncesi’ni okurken, onun, Tragedyanın Doğuşu’nun içeriğini oldukça iyi bildiğini fark ederiz. Dali’nin bu eserde sık sık, genelde Nietzsche’nin felsefesine, özelde de onun sanat görüşüne atıfta bulunmuş olması onun Nietzsche’nin fikirlerinden yoğun olarak etkilendiğini gösterir. Ben de bu makalede bu etkiyi açıklamaya çalışacağım.

Nietzsche’nin Sanatında İki Ruh

“Sanatın devam eden evrimi, aynı üremenin iki cinsin varlığıyla mümkün olması gibi, Apollo ve Dionysos’un çifteşliğine bağlıdır.” Tragedyanın Doğuşu.

Tragedya’nın Doğuşu’nda Nietzsche, sanatın, kültür içinde geçerli olan iki öğe arasındaki dinamik çatışmanın ürünü olduğunu belirtir: Dionysos ve Apollon’un. Bu terimleri, Yunan tapınaklarında tasvir edilen iki tanrının isimlerinden almıştır. Yunan geleneğinde, Dionysos ve Apollon’un düşman ya da birbirine zıt güçler olarak nitelendirilmediğini de söylemek gerekir. Fakat Nietzsche onların doğasında bir karşıtlık sezmiştir – ki bu, makul görünüyor; çünkü bu iki tanrı neredeyse taban tabana zıt kişilik özelliklerini vücuda getirmiştir. Apollo, şiir, sanat, müzik, sağlık, ışık ve düzen tanrısıdır ve genel olarak dünyanın ahengini sağlar. Kusursuz güzelliğin, iradenin, ilerlemenin, dengenin, barışın, akılcılığın, mantıklı düşüncenin, ılımlılığın, önceden belirlenmiş kurallara göre davranmanın sembolüdür. Apollon tutumu, Delphi tapınaklarındaki ilkelerde net biçimde açıklanmıştır: ‘Kanunlara uy’, ‘Bir ölümlü gibi düşün’, ‘Kendini kontrol et’, ‘Öfkeni kontrol et’, ‘Disipline sadık kal’, ‘Ahengi takip et’. Buna karşılık, Dionysos, vahşi doğanın tanrısı, erkeksi, bereketli güçlerin patronu, gösterişli yaşam tarzının, şarabın, dinsel vecdin, anlamsızlığın, duyguların, tutkunun, yaşam gücünün, içgüdülerin ve mantıksızlığın sembolüdür.

Vatikan Müzesi’nde sergilenen Roma döneminden bir Apollon heykel i(2)

Nietzsche, sanatçının sanatta Apollon akımını takip ederek, genelgeçer sanatsal prensiplere teslim olduğuna dikkat çeker ve bunun, sanatçının güzelliği ve mükemmelliği kültürün standart formülleri üzerinden tanımlama arayışının kanıtı olduğunu ve bu yolla sanatçının gerçekliği idealize etme ve süsleme amacı güttüğünü vurgular. Nietzsche, sanatçının böylesi uyumcu bir tutum göstermesinin onu gerçek doğadan kopardığını ve hatta gerçekliğe direniş olarak algılanabileceğini belirtir: Apollo bakış açısı, sadece doğaya aykırı değildir; aynı zamanda hayata ve onun tüm bildirimlerine de karşıdır. Nietzsche’ye göre, sürekli bir denge, ölçülülük, sadelik ve düzen hali, hayali ve kurmaca bir dünya görüşüne tekabül eder. Onun düşüncesine göre, ahenk, düzen ve mükemmel simetri gibi prensipler, kaotik, düzensiz değişken doğada asla baskın birer öğe değillerdir. Ahengin sürekliliğine duyulan arzu, zayıflıktan ya da gerçek hayata duyulan korkudan ileri gelir.

Nietzsche’nin sanat anlayışı, sık sık onun yaşam felsefesiyle bağdaştırılır. Nietzsche,çoğu kez en yüksek hayırın insan hayatının kendisi olduğunu vurgulamıştır. Üstelik bu biyolojik bir olgudur; çünkü insan maddesel bir varlıktır. Ruhani hayat, sadece bedensel hayatın bir yan ürünüdür ve bedenden ayrılmış bir ruhanilik sadece zayıfların sığınacağı bir yerdir. Zayıf insanların, ahlaka, kısıtlamalara ve kanunlara ihtiyacı vardır; çünkü onlar hayatın bütünlüğü içinde yaşayacak kadar güçlü değillerdir.

Bunun yanı sıra, Nietzsche, insan zihninin sürekli değişen bir gerçekliği kavrayamayacağına, çünkü gerçekliğin bir sistem olmadığına dikkat çeker. Bu yüzden insan, doğayı dizginlemek, yalınlaştırmak, genelleştirmek, düzenlemek için gerçekliğe bir çerçeve yüklemeye çalışır.

Buna bağlı olarak, Nietzsche, sanatçının bu organizasyon şemasını yok etmekten korkmaması gerektiğine inanır. Onun yerine, sanatçı, kısıtlamaların ve ahlaki düzenin ötesinde durmalı, ideallerine sığınma arzusundan kaçınmalı ve kendisini hayatın gücüne ve dinamiklerine açmalıdır. Nietzsche, tekrar tekrar, hayatın gerçek özünün sınırlamalardan ve kurallardan mahrum olduğunun ve bunun varoluşun ilk ve mutlak gerçeği (örneğin, tanrı ya da ahlak yerine) olduğunun altını çizer. Ki, Dionysos düşüncesi, Nietzsche’nin doğa konseptiyle uyumludur. Dionysos anlayışına göre, dünya tanımların ve sınırların ötesindedir. Dionysos’a tapınan kimseler, hayatın çalkantılı akışının enerjisiyle birleşmişlerdir. Dionysos rotasını takip eden sanatçı, sınırsız yaratıcılık ile karakterize edilir; ahlakın ve kültürel kuralların sınırlarını zorlamaktan korkmaz; bunun yerine kendi doğasının ve dürtülerinin sesini dinler. Bu ses, hakim kurallar, kanunlar ve eğilimlerle ters düşebilir. Dionysos sanatı karakteristik olarak doğrulayıcı, baskın, mantıksız olmasının yanı sıra dinamizm ve içsel gerilimlerle doludur. Belirli bir filtreden geçirilmemiş doğal dürtülerin değerini teyit eder. Dünyaya naiflikle, pembe gözlüklerle bakmaktan ziyade, onu olduğu gibi kabul eder ve bilinmez bir kaderle bağlanmaya itiraz etmez.

Hayatın büyüsü, hayatın ihtişamına dair bir his ve yaşama sevinci de karakteristiktir; insan hayatının faniliği ve kırılganlığıyla,yıkımın gelişigüzelliğiyle uzlaşma ihtiyacını ele alır. Dionysos doğasının sanatının, gerçekten de hayatın sesine kulak verdiğini söyleyebiliriz. Veya kuntspedia.comsitesindeki bir Picasso eleştirmeninin etkili şekilde ortaya koyduğu gibi: “Dionysos, varoluşun kalbindeki çıplak gerçeği temsil eder: Bütün kutupsallığı ve antitezleri yok edip, dünyevi varoluşun kalbindeki kökensel bütünlüğü açığa çıkaran bir ’fırtına’yı.”

Şüphesiz ki, Nietzsche, hayatın dinamik olduğunu varsayıyordu. Bir insanın sadece nasıl hayatta kalacağını değil, aynı zamanda nasıl gelişeceğini de bilmesi gerektiğine inanıyordu. Bilinçli olumla, dünyanın direnişini kırma, birinin kendi gücünün büyüdüğünü hissetmesi gibi fikirleri de savunuyordu. Ona göre birey gerçeği o anki haliyle kabul etmeli ve onu yapabileceği en iyi şekilde deneyimlemeliydi. Sanatın insanların kaderini etkileyebileceğinden de kuşkusu yoktu. Sanat, insanları asilleştirebilirdi; yaşamın zorluklarına karşı bir deva, ya da onlardan uzaklaşıp soluklanma vesilesi olabilir ya da bireye varoluş dramasıyla ve kaderiyle barışması için yardım edebilirdi. Sanat icra ederek, dünyayı dönüştürebiliriz ya da yeniden yaratılma sürecine dahil olabiliriz. Bu anlamda sanat, hem hayatlarımızda hem de dünya tarihinde kati bir etki yaratabilir.

Michelangelo’nun Bacchus’u (3)

Bu durum hem Dionysos hem de Apollon yoluyla mümkündür. Apollon yolunu seçmek, ideal davranışlar ve klasik güzellikle mükemmel bir dünya yaratma arzusunu geliştirmektir. Dionysos yolunu seçmek, hayatı olduğu gibi tasdik etmeye, korkuları ve karanlık yönleri de dahil hayatın getirdiği her şeyi tanımaya ve kabullenmeye gayret etmektir.

Her ne kadar Nietzsche, Dionysos tavrına özellikle değer veriyor ve onu güçlü ve yaratıcı olan her şeyin kaynağı olarak görse de, toplumun en yüksek ürününün, Dionysos ve Apollon değerlerini birleştiren yaratıcı deha olduğunu iddia etti. Bu yüzden, Apollon ve Dionysos ruhları birbirine zıt gibi görünseler de, iş birliği yapmaları mümkündür. Örneğin, Yunanların güzelliği sevdiklerini ve biçimin mükemmelliğini takdir ettiklerini kaydetmiş, fakat bu sevginin içinde, tutkuların, dürtülerin, içgüdülerin oluşturduğu taşkın, şekilsiz bir akış yattığını söylemiştir. Nietzsche’ye göre, Apollon ve Dionysos, işte o dahice sanat modelinde, Atina tragedyasında birleşiyordu. Bu da, ilk kitabının başlığıdır.

Nietzsche için, dahi, olağanüstü sanatçı, hayatın güçlü yanlarını takip ederek sıradanlığın üzerinde yükselen biri olduğu kadar, ahenk ve güzellik fikirlerinden de yararlanan biri olacaktır. Var olan klişeleri yıkmaktan korkmadıkları gibi, var olan kültüre karşı bir tehlike olmaktan da çekinmeyeceklerdir. Bunu aklımızda tutarak, Figueres doğumlu (4) sanatçı Salvador Dali’nin, dehanın meydan okuma mertebesine ulaştığını söyleyebilir miyiz?

Dali, Nietzscheci Dahi

“Nietzscheci Dionysos, bana, her yerde sabırlı bir mürebbiye gibi eşlik etti.”  –Bir Dahinin Güncesi.

“ Areopagite Dionysos’tan (5) beri, Batı’daki hiç kimse, ne Leonardo Da Vinci, ne Paracelsus, ne Goethe ne de Nietzsche, kainatla Dali kadar paylaşım içinde değildi. İnsani yaratım sürecine erişim izni vermek, kozmik ve sosyal yaşamı beslemek sanatçının en önemli rolüdür.” Georges Mathieu (6), Bir Dahinin Güncesi’nde yer alan mektubundan.

Felsefe dünyasında Nietzsche, başına buyruk olarak kabul edilirdi; ki trajik şekilde, sonunda, akıl sağlığını yitirdi. Benzer şekilde, sanat dünyasında, Salvador Dali, sorunlu ve ayrıksı bir sanatçı olarak görülüyordu.

Dali, Bir Dahinin Güncesi’nde tekrar tekrar Nietzsche’ye atıfta bulunur. Şüphesiz ki, okuyucular, Katalan sanatçının Nietzsche’nin felsefesinden ve karakterinden büyülendiği izlenimini edineceklerdir. Alman filozofla bağını göstermek için bıyığını bile uzatmıştı. (Bknz. makalenin başındaki alıntı)

Dali günlüğünde, Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883) adlı eserinin kendisini ateizme ve Hıristiyan erdemlerini reddetmeye yönlendirdiğinin, anti-sosyal içgüdüsünün ve ailesiz olma duygusunun gelişmesine katkıda bulunduğunun altını çizer. Görünen o ki, Dali için, ailesinden dışlanmasından önceki dört yıl, aşırı psikolojik yıkım yaşadığı bir evreydi: “Bana göre, o yıllar gerçekten Nietzscheci’ydi.” (syf. 18). Dali’nin, Nietzsche’nin felsefesine hayranlığı o kadar büyüktü ki, kendisini “Akıl dışının Nietzsche’si”  olarak tanımlıyordu. Aynı zamanda, günlüğünün başlığı, sanatçının sadece Alman filozofun tanımına göre dahi olmayı amaçladığını değil, gerçekten de öyle olduğunu hissettiğini gösterir: “Günün birinde, insanlar çalışmalarımla ilgilenmeye mecbur olacaklar”  ya da “Beynim yeniden normale dönüyor; buna rağmen, ben hala bir dahiyim.” 

Bununla birlikte, Dali’nin Nietzsche’yle bir bağıntısı olduğunu iddia ederek, ne ima etmek istediğini tam olarak saptamak zordur. Nietzsche’nin felsefesini gerçekten sahipleniyor muydu? Daha doğrusu, sanatçının olağan dışı davranmasının sebebi heyecan ve kapsamlı reklam istemesi miydi? Kendisinin çılgın ve tuhaf biri olduğu tezini haklı çıkarması, doğuştan gelen Dionist bir dürtüden ve bundan doğan felsefi bir uzlaşımdan ziyade, sadece finansal sebeplerden mi kaynaklanıyordu?

Bu soruların nasıl yanıtlandığına bakmayarak da, Nietzsche’nin düşüncelerinin ve fikirlerinin sanatçının sevdiği ve dahil olduğu akım olan Sürrealizmin temel nosyonlarıyla tam olarak bağdaştığını söyleyebiliriz. Sürrealizmin belli başlı fikirlerinden biri de, içsel algıların görsel olarak dışa vurulmasıdır. Bu stili benimsemiş sanatçılar, mantıksal gerçeklik algısını rahatsız edici resimler yaratmaya çalışırlar. Bilinç ve rüya, fantezi ve halüsinasyon arasındaki sınırı geçtiklerinden dolayı görüntüler çoğunlukla grotesk, rasyonellikten tamamıyla uzakla bir şekildedir.

Dali’nin resimlerine ve heykellerine bakarken, sanatçının düşünce deneylerine dahil olduğumuzu görebiliriz. Onun şaşılası çalışmaları, rüya vari manzaralar ve deformasyonlar, şüphesiz ki realizmle bağdaşmaz; bunlar, erotik ve hatta şehvani konulardır. Onun çalışmalarında, çoğunlukla şeytani olanın övüldüğünü de hissederiz: Yıkım, biçimsizlik, çirkinlik. Devrim, gaddarlık, şiddet, işkence, cinsel sapkınlık, yıkıcılık gibi temalara yer verilir. Şüphesiz ki, Salvador Dali’nin sanatı klasik güzellik anlayışından ayrılır. Bu bağlamda, Dali’nin genellikle Apollon topluluğundan kaynaklanan akademik sanattan -ki bu insan benliğinin düzen arzusunu ve rasyonaliteyi temsil eder- uzaklaştığını ve Dionysos görüşüne yaklaştığını söyleyebiliriz. Dali’nin de dile getirdiği gibi: “Bu, antik Yunan’ın en büyük öğretisiydi ve ilk kez Fredrich Nietzsche tarafından açığa çıkarıldı. Çünkü eğer Apollon ruhunun Yunanistan’da en yüksek evrensel seviyeye ulaştığı doğruysa, Dionysos ruhunun tüm öfkeyi ve taşkınlığı geride bıraktığı da o derece doğrudur.”  Dali, kuşkusuz, Sürrealizmin üstâdı ve Dionysos fikrinin takipçisiydi: “Hayatım, bugün olduğu haline-zahitlik ve fazilet örneğine- bürünmeden önce, sadece üç dakika için bile olsa, uykudaki biri gibi, Dionist rüyanın son kırıntılarını sürdürmek için çırpındım, çok şekilli sapkınlığın hayali sürrealizmine sadık kalmak istedim.” 

Dali’nin “Belleğin Azminin Dağılışı” (1954) tablosunu yayınlayan 1998 Philosophy Now kapağı.

Dalí, dünyayı algılamak için ‘paranoyak kritik devrim’ olarak tanımladığı benzersiz bir yol geliştirdi. Bunun çılgın fenomenlerin yorumsal birlikteliğine dayanan irrasyonel bilgiyi üretmenin doğal yolu olduğunu iddia etti. Yine de, onun metodu, açıkça, hem Sürrealizmin temel düşüncelerine, hem de Nietzscheci Dionysos sanatı kavramına atıfta bulunuyordu. Bununla birlikte, Dalí, Nietzsche’nin fikirlerine açıkça hayran olmasına rağmen, Alman filozofun her düşüncesini eleştirmeden kabul ettiğini varsayamayız. Örneğin, Nietzsche’nin oluşturduğu kavramların ‘romantik irrasyonalizm’ ile ‘kirlenmiş’ olmasını onaylamıyordu: “Ben, takıntılı rasyonalist, ne istediğimi bilen tek kişi bendim. Kendi iyiliği için, diğerlerinin deneyimlediği narsisist ve pasif akıl dışılığa, irrasyonaliteye boyun eğecektim; ya da tam tersini yapacaktım; ‘akıldışılığın fethi’ için savaşacaktım. Bu arada, arkadaşlarım, Nietzsche de dahil, irrasyonalitenin kendilerini bozguna uğratmasına izin verdiler. Birçokları gibi o romantik zayıflık karşısında yenik düştüler.” 

Dali’nin Nietzsche’ye benzemek için bıyık uzattığı hatırlanabilir; ancak; ondan ayırt edilmek istediğinden, farklı bir şekil vermişti: “Önemli olan, benim anti-Nietzscheci bıyığımın hala Bourgos Katedrali’nin kuleleri gibi cenneti işaret etmesidir.” 

Dali, Nietzsche’nin fikirlerindeki zayıflığın akıl sağlığını yitirmesinden kaynaklandığına ikna olmuştu. Sanatçı, aynı zamanda, kendisinin de bir çeşit akıl hastalığından muzdarip olduğunun sanılmasından endişe ediyordu. Bildiğimiz gibi, akıl hastalığı ve sanatsal deha arasındaki çizgi oldukça ince. Dali’nin de bunu bildiğini günlüğüne yazdıklarından görebiliyoruz: “Nietzsche her zaman zayıf karakterli biri olmuştu; bu dünyada en gerekli şeyin delirmemek olduğu bir zamanda delirecek kadar düşüncesizleşmişti; deli bir adamla benim aramdaki tek fark, ben deli değilim!” 

Dali, sanatı vasıtasıyla, Dionysos’un karmaşa ve geriliminin, Apollon’un düzeni ve aklıselimliğini her zaman istila edebileceğini, güzelliğin her zaman orantısızlıkla bozulabileceğini ve duyguların mantıklı anlayışının içgüdülerle, ve hatta delilikle zayıflatılabileceğini gösterdi. Bu yolla Dali, Nietzsche’nin sanattaki en büyük başarının Dionysos ve Apollon unsurlarının sentezinde veya en azından aralarındaki karşılaşmada yattığı fikrini somutlaştırmış oldu.

Yazar: Magdalena Scholle
Çevirmen: Zeynep Şenel Gencer

Kaynak: Philosophy Now

Franco İspanyası’nda tek yasal sendika; dikey sendika olarak da bilinir.

Vatikan Müzesi’nde sergilenen Roma döneminden heykel; müzenin Belvedere salonunda bulunduğundan bu adla anılır. Sanatçısı kesin olarak bilinmiyor, ancak İ.Ö.IV. yüzyılda yaşamış Yunan heykeltıraş Leokhares’in olduğu sanılıyor.

Roma şarap tanrısı Bacchus’ ü betimleyen Michelangelo heykeli. Kesin olmamakla birlikte Roma’daki ilk dönemindeki sadece iki heykelinden biridir.

Alt Empordà bölgesinin başkentidir. İspanya’nın Katalonya özerk bölgesindeki Girona iline bağlıdır.

Antik Atina’da Areopagus yargıçlar konseyinin bir üyesi.

Fransız soyut ressam ve sanat teorisyeni.