Hayatını 1931'de doğdum 1937'de annem öldü 1944'de Dostoyovskki yi okudum o gün bu gündür huzurum uok diyen yazar kimdir

Cemalettin Seber veya tanınan adıyla Cemal Süreya; Türk şair, yazar ve çevirmendir. Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden biridir. İlk şiir deneyimlerini ortaokulda eskizlerle, lisede aruzla yapsa da onun şiir çalışmaları asıl üniversite yıllarında başlamıştır.

Cevap: cemal Süreyya

Cemal Süreya kimdir? Kısaca hayatı ve eserleri

Cemal Süreya kimdir? Kısaca hayatı ve eserleri

Cemal Süreya'nın hem edebi hem özel hayatı, her daim merak edilen muammalarla dolu. Örneğin doğum tarihi belli değil, neden beş kadınla evlendiği pek bilinmiyor. Bu büyük şairin hayatının sırlarını yazımızda bulacaksınız. 

Nakliyeci Hüseyin Seber, Erzincan'ın Pülümür ilçesinde, abisiyle ortak bir hayat kurmuştu. Genç yaşta evlendiği Gülbeyaz ile kıt kanaat geçinip gidiyordu. Ailenin hayatı, 1931 yılında dünyaya gelen Cemalettin ile beraber şenlendi. Cemalettin Seber, sonradan herkesin bileceği adıyla Cemal Süreya idi. 

Cemal Süreya çocukluğunu şu sözlerle anlatır:

"1931 yılında Erzincan'da doğdum. 6 yaşında oradan ayrılmışım. Asıl çocukluğumu geçirdiğim kent Bilecik. Liseyi İstanbul'da, yüksek öğrenimi Ankara'da okudum. Şimdi de aynı çocukluğu İstanbul'da geçirmekteyim. Annem 6 yaşında öldü, yüzünü bile hatırlamıyorum ama bazı tavırlarını hatırlıyorum; bende çok kalmış. Belki beni edebiyata götüren bir sürü neden var ama bir keskin neden ararsam, bunu annemde bulduğumu söyleyebilirim."

Beni Öp Sonra Doğur Beni

"...
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri - 
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni."

Dostoyevski'den çok etkilendi


Ortaokulun ilk senesinde Dostoyevski ile tanıştı. Karamazov Kardeşler romanından öyle etkilendi ki, içindeki huzursuzluğu yazarak dışavurmaya o zaman karar verdi: "Aslında ikinci bir doğum tarihim vardır benim, edebiyatla ilgili olarak. 1943'te Dostoyevski'yi okudum ve bende hiç huzur kalmadı. Bugün onu eskisi kadar seviyor muyum? Çok şey aldı onun yerini ama yine de beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski'nin etkisi vardır."

İyi bir okur olduğu kadar, başarılı bir yazar ve şair olacağı, okuldaki duvar gazetesinde karaladığı, güzel kızlara yazdığı aşk mektuplarında kendini belli etti. Günlük hayatta içine kapanıktı ama yazdıklarındaki yaşam coşkusu ve nevi şahsına münhasır alaycılık, ilk dönem ürünlerinden itibaren Cemal Süreya'nın alametifarikası oldu.

Hüznün Kuşları

"...
şanssızım diyemem kendi payıma 
hain bir aşk bu kökü dışarda 
olur böyle şeyler ara sıra 
olur ara sıra"

"Türkçe'yi Garip akımı şairlerinden öğrendim"

Ortaokuldan sonra İstanbul'da Haydarpaşa Lisesi'ne kaydoldu: "Lisede aruz ile, eski tarz yazardım. Bizim kuşağın içinde biraz geç çıktım ortaya, uzun süre yazdıklarımı yayınlamadım. Bir çeşit utangaçlık, çekingenlik, kendine güvenemeyiş ya da kusursuzu aramak diyebiliriz... Biraz geç yayınladım. 1953'te sanırım, Mülkiye Dergisi'nde bir şiir yayınladım. Ondan sonra da sürekli yayınlamaya başladım. Ben yeni edebiyatla, yeni şiirle de geç tanıştım."

Garip Akımı, 1940'lı yılların başında bir manifestoyla ortaya çıkmış, şiirde sadeleşmenin, yeni bir ses ve yaşayan bir Türkçe ile yazmanın önünü açmıştı. Peki Cemal Süreya bu konuda neler düşünüyordu?

"Orhan Veli şiire elma yemesini öğretti. Bizler Garip şiirine bir tepki olarak çıktık. Ama şimdi düşünüyorum da Garip şiiriyle, özellikle de daha sonra başka yeni şairlerin katılımıyla meydana gelen Türk yenilikçileriyle oluşan şiirde, biz nasıl var olmuşuz, ne kadar etkilenmişiz ondan, çok beslenmişiz! Bazı arkadaşlarım öldü: Edip (Cansever), Turgut (Uyar). Bazıları da yaşıyor. Ben kendi payıma konuşayım: Çok beslendim, hatta Türkçe'yi onlardan öğrendim diyebilirim."

Hilmi Yavuz, Cemal Süreya'nın Türk şiirindeki önemini şu sözlerle anlatır: "Gül şiiri, Yeditepe Dergisi'nde 1954 yılında yayınlanmıştı. Bu şiiri 23 yaşında yazdı. Ki bence Türk edebiyatında, şiirinde çok ciddi bir kopmadır. Ondan öncesi yoktu gerçekten. O güne kadar Türk şiirinde söylenmemiş, dile getirilmemiş imgelerle ironiyi ve erotizmi temellendirdi. Bu Cemal Süreya'yı bu anlamda müstesna kılar." 

Gül

Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Önümü arkamı bilmiyorum
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
İstasyonda tiren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum
Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene..... 

'Üvercinka' şiiri, İkinci Yeni'nin sembolü oldu

1953 yazında ortaokul yıllarından beri sevdiği ve sürekli mektuplaştığı Semiha ile evlendi. 1 yıl sonra mülkiyeyi bitirdi ve Eskişehir'de stajyer memur olarak göreve başladı. Ardından 1955 yılında maliye müfettiş muavini olarak İstanbul'a geldi: "Birçok kent gezdim, hepsinden etkilendim, ama en çok İstanbul'dan etkilendim. İstanbul bir kent gibi değil, bir hayvan gibi, yağmur yağdığında kokusu olan, diri bir kent. Çok eski, çok karışık, hiçbir simetrik duygu taşımayan bir kent."

Baylan Pastanesi o dönemin İstanbulunun sanatçılar için en gözde mekanıydı. Cemal Süreya burada Ankara'da başlayan dostluklarını perçinleyip yeni insanlarla tanıştı. Onlara 'İkinci Yeni şairleri' deniyordu: Ece Ayhan, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya... Bu genç şairlerin ardı ardına ürünler verdiği bir dönemde Cemal Süreyya, İkinci Yeni'nin sembolü olacak bir kitapla okurların karşısına çıktı: Üvercinka

Üvercinka

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu  
                                                              kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
                           Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o 
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
                           Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse  
                                                  değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna 
                                                            diziyorlar
Bütün kara parçalarında
                            Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
                           Afrika hariç değil

Dergicilik tutkusu ve Papirus dönemleri

Şiir kadar vazgeçilmez bir diğer tutkusu da dergicilikti. İlk kez 1960'da askerliği sırasında çıkardığı Papirus'u, imkansızlıklarla boğuşarak üç ayrı zamanda yayınladı. Her seferinde koşullara yenik düşüp dergiyi kapatmak zorunda kaldığında, bu durumu kendi alaycı üslubunda değerlendirdi:

"Bir dergi gibidir benim yaşamım
Bu yüzden ölmem; batarım."

Türk edebiyat tarihinde kendine çok önemli bir yer edinen Papirüs dergisi, araştırma dosyaları ve sayfalarında yer verdiği sayısız genç yazar ile, yeni bir edebiyatçı kuşağın yetişmesine imkan sağladı.

1965'te Papirüs'ü Ülke Tamer ve Tomris Uyar ile ikinci defa çıkardığında, o zaman hayat arkadaşı olan Tomris Hanım'ın da telkiniyle memuriyetten istifa etti. Aynı yıl ikinci şiir kitabı Göçebe'yi yayınladı. Göçebe, 1966'ta TDK Şiir Ödülü'nü aldı. Bu arada Zuhal Tekkanat ile evlendi. 1969'da, amcasının adını verdiği oğlu Memo dünyaya geldi. Oğlunun büyümesini, bir mucizenin gerçekleşmesine tanıklık edercesine coşkuyla izledi. 

Ekonomik sıkıntılar yüzünden memuriyete geri döndü

1970 yılına gelindiğinde varını yoğunu Papirus için harcamış (hatta Chevrolet’sini satmış), ciddi bir ekonomik sıkıntı içine girmişti. Dergiyi kapatıp memuriyete dönmekten başka çaresi kalmayınca, yeniden takım elbiselerini giydi. Kurallar gereği ayrılanın aynı göreve bir daha dönemediği bakanlıkta, ikinci kez maliye müfettişi oldu. Darphane müdürlüğü yaptığı kısa bir dönem haricinde hep bu kadroda çalıştı. 1982'de emekli oldu.

Cemal Süreya maliye çevrelerinde işinde hassas, suistimallere karşı dikkatli ve adaletli bir bürokrat olarak tanındı. 

"Çoğu zaman maliyecilikle edebiyat çalışmalarını nasıl bağdaştırdığım soruluyor. Şiir para getirmediği için her şair ikinci bir uğraş arayacaktır. İkinci uğraşın şiirden uzak olması, şair için daha iyi galiba... Çünkü uğraştan derin bir soluk alırcasına kopabilir... Aynı zamanda düşünceye yönetmemde mesleğimin etkisi olmuştur. Çünkü maliye müfettişi kusur bulmaya değil, ıslah etmeye çalışır."

5 kez evlendi

Cemal Süreya Türk şiirinde devrim yaratan bir üslubun, bir anlayışın sembolüydü. Ama edebiyatla ilgisi, şiirle sınırlı kalmadı. Fransızcadan yaptığı çevirilerin yanı sıra, deneme ve eleştiri yazıları da takip edilen bir yazardı. Şiir ve politika üzerine yazdıklarını, 1976'da 'Şapkam Dolu Çiçekle' adı altında kitaplaştırdı: "Ben karşıtlıklar bulan değil, yeni sorular getiren bir yazarım. Bunun için parça parça çok şeye değinme olanağı veren bir yazı türü, birikimime uygun geldi."

1980'li yıllarda kaleme aldığı günlükleri, Milliyet Sanat ve Hürriyet Gösteri dergilerinde yayınlandı. 1986'da yakın arkadaşı Doğu Perinçek ile birlikte yayına hazırladığı '2000'e Doğru' dergisi, onun başka bir ustalığını ortaya çıkardı: Portre yazarlığı. '2000'e Doğru'için edebiyat çevresinden, siyaset ve iş dünyasından onlarca ismin portresini yazdı. Bu yazılar geniş bir kesim tarafından takip edilen, gündem belirleyen çalışmalardı.

Çocukluğundan itibaren tutkunun, şiddetin, gönüllü ya da gönülsüz sürgünlüğün gölgesinde yaşadı Cemal Süreya: "Hayatımın ana çizgisi nedir diye düşündüğümde buldum: Şefkat arıyorum." Güvenli bir liman arayışı hayatı boyunca sürdü. Belki bu nedenle büyük tutkuyla başlayan ilişkileri, gelgitler ve şiddetli kavgalarla sona erdi. 5 kez evlendi. Her seferinde hayatındaki kadın 'son'du. 

Yalnızlık hissi ve ölüm korkusu

"İki şey: Aşk ve şiir. Mutsuzlukla beslenir biri, biri ona dönüşür" demişti bir şiirinde. Hayatı boyunca aşk ve şiirle beslendi. Sonunda 'son kadın' nihayet karşısına çıktı: Birsen Sağanak, ölümüne kadar onu yalnız bırakmadı. Varlığı bu huzursuz ruha bir nebze güven verebildi ama onun için dostlukların sığınağı her şeyden değerliydi: "Ben çocukluğunu yitirmemiş bir adamım. Bununla birlikte biraz da ciddi bir adamım. Okuyan bir adamım. Yalnız bir adamım. Fazla kalabalıktan hoşlanmam. Küçük bir arkadaş çevrem vardır, onun dışına çıkmam. Bu çevreler bazen değişir ama genellikle küçük bir çevredir. Dolaşmayı da fazla sevmem. Aynı masada oturmayı, aynı masada çalışmayı severim. Ayn lokantada yemek yerim. Sınırlı bir hayattır benim hayatım. Evimin karşısında bir kahve var, boş zamanlarımda oraya gider otururum, arkadaşlarım gelir. Ben aslında arkadaş canlısı bir adamım. Arkadaşlarım neredeyse orayı severim."

Muzaffer Buyrukçu, Cevat Çapan, Melisa Gürpınar, Turgut Uyar ve Edip Cansever, onun arkadaş çevresinden ilk akla gelen isimlerdi. Uyar ve Cansever'in erken yaşta ölmeleri, Cemal Süreya'daki yalnızlık hissini ve ölüm korkusunu güçlendirdi.

Edip Cansever

"Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.

Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever."


***
Üstü Kalsın

Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

Ondan kalan 'Sevda Sözleri' oldu. Her koşulda gülümsemekten vazgeçmeyen, her adresin tutku ve aşka çıktığı bir evren bıraktı geride. 9 Ocak 1990'da şeker koması, akciğer ödemi, kalp yetmezliği sebebiyle hayata gözlerini yumdu.
 

5 maddede Cemal Süreyya

1- Doğum günü belli değil.
2- Maliye müfettişliği sırasında muhalifi olduğu Adnan Menderes’i soruşturdu ve lehine rapor yazdı.
3- Kendi alanında kült Emmanuelle filmi için “yayına uygundur” kanaati bildirdi. 
4- Bir dedikoduya göre, birlikte yaşadığı kadınlara şiddet uyguluyordu. Zûhal Tekkanat, Süreya ile yaşadığı bir kavgada 'ağzının burnunun kan içinde kaldığını'; ilk eşi Seniha Hanım ise, bir kavgada dişlerinin döküldüğünü söylüyor.
5- Cemal Süreya’nın ölümünden 7 ay 2 gün sonra, av tüfeğinin bir arkadaşının elinde ateş alması sonucu, oğlu Memo Emrah Seber de hayatını kaybetti.