Tabi ki bu dönemi uzun uzun ele almak istemiyoruz. Çünkü konumuzun dışına çıkmak istemiyoruz. Kaldı ki ele alacağımız konu sadece eğitim öğretim veren kurumları ve bu kurumların özelliklerini anlatmakla sınırlı tutulmaya çalışılacaktır. Mekke yaklaşık olarak sekiz on bin kişinin yaşam sürdüğü çok farklı bir yerleşim birimiydi. İçinde Yahudiler, Hıristiyanlar, putperestler, ateistler ve çok azda olsa Hanif dinine inananlar birlikte yaşamaktaydılar. Bunlar kendi içlerinde şeklini kendileri belirlediği bir site devletine (hükümete) sahiptiler. Kendilerine göre çok farklı değerler üreten bu toplum çevrelerinde bulunan devletlere de göre de çok büyük farklılık arz ediyorlardı. Bu devletin içinde yönetimi (bakanlıkları) ellerinde tutan büyük ve etkili kabileleri vardı. İlk Müslümanlarla birlikte burada çoğalan Müslümanların sayısı ve özellikleri göz önüne alınırsa, küçük bir İslam devletinin temelleri burada atılmıştı denebilir. Bir kısım görüşler bu özelliklere sahip bir devlet yapısının örneği olmadığını ileri sürerken, bir kısım görüşlere göre ise; küçükte olsa bütün özellikleriyle tam bir devlet yapısının örneği burada mevcuttu. Devletin tarifi kaba hatlarıyla şöyle ifade edilebilir: Devlet, muayyen bir yere yerleşmiş birta¬kım insanlardan teşekkül eden bir topluluktur. Bu topluluğu meydana getiren insanlar arasında¬ki münasebetleri düzenleyen bir nizam vardır. Bu cemiyetteki düzen, muayyen birtakım kanunlarla emir ve yasaklarla gerçekleştirilir. Hicretten önce Mekke'deki Müslümanlar arasındaki ilişkilerde bu küçük toplulukta, düşünce ve yaşam biçimiyle ”˜toprak' hariç ”˜bir devletin bütün unsurlarını' görmek mümkündür denilebilir. Bu nedenle Mekke döneminde Müslümanların devlet içinde devlet oluşturduklarını söylemek mümkündür. Mekke site devleti yeni kurulmaya çalışılan bu devlet içinde devletle kıyasıya bir savaşa girişmiştir. Bu küçük devletin en bariz göstergesi daha sonra ele alacağımız ”˜Darul Erkam' denilen evin varlığıdır diyebiliriz. Daha önceki dinler gibi, yeni gelen din ve peygamberin ilk olarak ele alacağı yöntem, eğitim-öğretimi ve eğitim öğretim ortamlarını oluşturmayı tabir caizse, mecbur kılmaktaydı. O bölgede bir şekilde farklı alışkanlıkları ve yaşam biçimi oluşturan insanları, Allahın emirleri ile tanıştırıp kabullenilmesi gerekenlerin bir an önce öğrenilerek, uyulması gereken her bilginin iletilmesi ve insanlar tarafından benimsenebilmesi geniş çaplı bir eğitim öğretim mücadelesini gerektiriyordu. İlk zamanlar kurumsal bir yapıyı görmenin mümkün olmadığı ama bir şekilde insanların, yaşadıkları ortama göre ihtiyaç duydukları bilgilerin elde edildiğini de görmekteyiz. Eğitim ve öğretimin gerçekleşmesi için daha sonraları ihtiyaç haline gelen mekânlara ilk zamanlar rastlamak mümkün değildi. Fakat çok iyi bilinen bir şey vardı; o tarihte, o bölgelerde özellikle ticaretin ve edebiyatın çok yüksek bir seviyede olduğuna bütün tarih kitaplarında rastlamak mümkündür. Tarımın çok yetersiz olduğu ama bundan bağımsız olarak hayvancılığın geliştiğini, birçok Mekkeli gencin bir şekilde çobanlık mesleğinden geçtiği çok bilinen bir olaydır. Tabi bu hayvancılığın genelini ya da büyük çoğunluğunu, ticaret kervanlarının olmazsa olmazlarından olan ”˜develer' oluştururken, koyun besleme de yaygın bir gelenekti. Burada özellikle üzerinde duracağımız konu başta da belirttiğimiz gibi eğitim öğretimi ele almaktır. Birçok kaynakta belirtilen esas; bu dönemde Mekkelilerin çok azının okuma yazma bildiği konusudur. Bu konuda rivayetler çok farklıdır. Okuma yazma bilenler onlu yirmili, hatta ikili üçlü beşli rakamlarla rivayet edilir. İster ikili üçlü beşli, ister onlu yirmili rakamlarla ifade edilsin fark etmez. Ama kafamıza takılan önemli iki soru şudur? 1-Edebiyatın, şiirin, kıssa ve hikâye anlatımının çok yaygın olduğu bu toplumda yazı yazmasını bilenlerin sayısının neden bu denli az olduğu nasıl açıklanabilir? 2- O dönemde çok büyük güç ve imtiyaz sahibi ülkelerin arasında kalmış ve bu ülkelerle sürekli kervan ticaretini geliştiren ve güçlendiren bir toplulukta, nasıl olurda okuma yazma alışkanlığı bu denli geri seviyede kalmıştır? Okuma yazma alışkanlığının, istek ve arzusunun gelişmemesi birçok sebepten kaynaklanabilir. Ama Allah resulünün yaptığı ilk çalışmalar eğitim ve öğretimle birlikte okuma yazma alışkanlığının geliştirilmesine yönelik olmuştur. Çünkü inen ilk ayetler okumayı ve yazmayı vaaz etmiştir. "İkra' bismi rabbike"; ”˜Rabbinin adıyla oku' diyordu ve sonraki ayetlerde kalemi öven bir ifade vardı: "Alleme bil kalem, allemel insâne mâlem yağlem"; ”˜Kalemle Öğretti, insana bilmediği şeyi öğretti. Burada ayete birçok izah ve açıklama getirilebilmesi mümkündür. Fakat ayete yüklenecek en bariz anlam, elde edilecek bilginin kaynağı okumanın ve yazmanın çok önemli olduğudur. Okumanın yazmanın ve bilgi edinmenin büyük bir emek karşılığında gerçekleşeceğini bilen Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik gelmesinden önce ve de sonra etrafındaki Müslümanlar için okuma, yazma ve bilgi edinebilmelerinde gösterdiği hassasiyet her haliyle ön plandadır. Kendisine peygamberlik gelmeden önce Hira mağarasında günlerce, ”˜nefsi eğitimini' itikâfa çekilerek gerçekleştirirdi. Çocukluğunun erken çağlarında genel adı ”˜Badiye' denilen şehir merkezlerinden uzakta bulunan çöl köylerinde kendi kültürünü, dilini, öğrenmek üzere uzun süre kalmıştır. Peygamberlik geldikten sonra ”˜Darul Erkam' Erkam'ın evi denilen yerde illegal eğitim öğretim ortamı oluşturarak Müslümanların eğitimlerini sürdürmüş, daha sonra mescitlerden faydalanmıştır. Az olan okuma yazma bilenlerin sayısını daha fazla arttırabilmek için okuma yazma bilen savaş esirlerinde fazlasıyla yaralanmıştır. İlk dönemlerde gerektiğinde Müslüman olmayan zimmî'lerden faydalanırdı. Bir sonraki yazımızda az önce bir kısmından kısaca bahsettiğimiz eğitim öğretim kurumlarını çok detaylı olarak incelemeye devam edeceğiz.