“Bir öğrenci velisi okula gelemez mi? Çocuğunun okulunu ziyaret edemez mi? Ne var bunda abartılacak? Hem Kezban neden bu kadar seviniyor?” diyebilirsiniz. Ama nasıl sevinmesin Kezban? Çünkü Kezban'ın babası, yedi senedir ilk defa okula geliyordu. Hem de Kezban için. Hem de Kezban'ı okutmak için. Kezban, başarılı bir öğrenciydi ve okumak istiyordu. Ama babası Rıza, kız çocuğu diye Kezban'ın okumasına pek taraftar değildi. Birinci sınıftan, yedinci sınıfa kadar hiçbir veli toplantısına katılmamıştı. Bütün toplantılara eşi Naciye Hanım'ı göndermişti. Öğretmenleri, Kezban'ın durumu ile ilgili bilgi verdiklerinde: ””Rıza ne der bilmem ki? Babasının okutmaya gönlü yok. Sekizi bitirsin, bir daha okula göndermeyeceğiz. Mecbur olmasa beşten sonra alacaktık ya”¦ Rıza, defalarca okula davet edilmiş. Ama o her davette kendisine bir iş bulmuş ve karısını okula yollamış. Kızı için bir kez bile okula gelmemiş. Kezban'dan, babasının telefonunu öğrendim ve Rıza'yı okula davet ettim. Davetin sebebini sorduğunda, kendisiyle tanışmak ve çay ikram etmek istediğimi belirttim. Telefonda mazeret belirtmedi ve okula geleceğini söyledi. Evet, Rıza gelmişti. Rıza, okula gelmişti. Odama girdiğimde Rıza'yı meraklı bir bekleyiş içinde gördüm. Elini sıktım ve hoş geldin dedim. Hemen çay söyledim. Rıza'nın gerginliğini almak için direk konuya girmedim. Gündelik yaşamdan bahsettik. Köy koşullarından anlattı. Rıza, köyde çiftçilik yapıyordu. Biraz arazisi vardı. Pancar ve buğday ekiyordu. Birkaç tane de büyükbaş hayvanı vardı. Onları da besleyip sütü ile geçiniyordu. Ekonomik olarak zengin değildi ama fakir de değildi. Tarladan, sabandan, hayvanlardan bahsedince Rıza biraz gevşedi. Rahatladığını hissedince hemen sordum: ””Kezban'la aranız nasıl? ””Nasıl olsun hocam? Bir problemimiz yok. Seneye okulu bitiriyor nasipse. Bize de biraz yardımı olur diye bekliyoruz. ””Doğru, ilköğretim bitince lise başlıyor. ””Olmaz hocam! Liseye miseye gidemez. ””Neden gidemez? ””Hocam, Kezban kız çocuğu. Lisede falan ne işi var? Yeter işte. Bakın sekiz yıl okutuyoruz. Yetmez mi? ””Daha yukarı gitse olmaz mı? ””Ne işi var hocam daha yukarıda? Okuyup da bana doktor mu çıkacak sanki! ””Her okuyan doktor olmak için okumaz ki Rıza. Kendini geliştirmek için okusun. Bir meslek sahibi olmak için okusun. Bilinçli bir yurttaş olmak için okusun. Haklarını ve ödevlerini bilmek için okusun. Kendisi ile ilgili kararları kendisi verebilmek için okusun. Kötü mü olur Rıza? ””Valla hocam. Kötü olmaz aslında ama nasıl olur bilmem ki. ””Bunda bilmeyecek ne var Rıza? Çocuğun cahil kalmasın okusun diyoruz. Başka bir şey istemiyoruz ki senden. Yoksa sen”¦ Kız çocuğu diye mi?.. ””Hocam okusun, okusun da. Gittiği yerde yanlış bir şey yaparsa, kafamızı önümüze eğerse o zaman ben köylünün yüzüne nasıl bakarım. ””Her okuyan yanlış yapacak diye bir kural yok. Ayrıca biz çocuklarımızı yanlış yapmasınlar diye okutmak istiyoruz. Hem erkek çocuğu yanlış yaparsa o yanlıştan sayılmaz mı? ””Hocam ne desen haklısın aslında da ne bileyim ben”¦ ””Bilmeyecek bir şey yok Rıza. Önce çocuğuna güven. Kızına güvenirsen ve desteklersen; senin güvenini kaybetmemek için yine yanlış yapmaz. O senin kızın Rıza. Senin evladın. Evladına olan sevgini gösterme zamanı geldi. Kızını boynu bükük bırakma. Git, sınav başvurusunu yap. Hadi Rıza, lütfen”¦ ””Tamam hocam. Okutacağım Kezban'ı. ””Ha şöyle Rıza. Dur Kezban'ı çağıralım ve bunu ona sen söyle. Kezban'ı çağırttım. Kezban, odama girdiğinde babasıyla birlikte beni sessiz görünce ne diyeceğini şaşırdı. Sessizliği ben bozdum: ””Hadi Rıza! Rıza şefkatle Kezban'ın gözlerine baktı. Ve sesindeki otoriter havayı koruyarak söze başladı: ””Bak Kezban! Seni okutmaya karar verdim. Ama çok çalışacaksın, başarılı bir öğrenci olacaksın. Ve derslerinden başka bir şey düşünmeyeceksin. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? ””Anlıyorum baba. Söz çok çalışacağım. Başarılı olacağım ve derslerimden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyeceğim. Merak etme baba, seni utandırmayacağım. Kezban'a gözümle işaret ettim, babasına sarılması için. Kezban, babasına sarıldığında, üçümüzün de gözleri nemlenmişti. Çocuklara bakma bahanesiyle, baba kızı baş başa bıraktım. Odaya geri döndüğümde Rıza'nın gözlerindeki şefkat, Kezban'ın yüzündeki sevgi ve yüreğindeki coşku görülmeye değerdi. Kezban, sınıfına gitti ve Rıza ile birlikte keyif çayı içtik. Sonra teşekkür ederek Rıza'yı da işine uğurladım. Alişan Kapaklıkaya'nın, “İçindeki Uyuyan Güzeli Uyandır” isimli duygusal kitabında ifade ettiği gibi güne, uyuyan güzelleri uyandırarak başlamıştım. Ancak daha ne kadar çalışsak ve ne kadar uyuyan güzelleri uyandırsak işimiz bitmiyor. Çok çalışmak lazım çoook. Yaşadığımız ülke, Türkiye. Türkiye'miz. Canım memleketim. Anadolu'm. Bağrında öyle enteresan insanları ve öyle ilginç hikâyeleri barındırıyor ki, sormayın gitsin. Doğudan batıya, güneyden kuzeye çok zengin bir mozaik var memleketimde. Köylüsü şehirlisi, zengini fakiri, okumuşu cahili, sosyetesi varoşu ile mükemmel bir zenginlik var ülkemde. Ve yurdum insanından manzaralar”¦ Bir yanda çocuğunu okutabilmek için bütün imkânlarını seferber eden anne ve babalar diğer yanda okuma arzusu ile tutuşan çocuklarına engel olan yine anne ve babalar. Ver her ikisi de iyi niyetli her ikisi de çocuğunun iyiliğini istiyor. Nasıl kötü olsun ki? Nasıl kötü niyetli olsun ki? Hangi anne ve baba evladının kötülüğünü ister? Hangi anne ve baba göz göre göre yavrusunu ateşe atar? Yok, böyle bir ebeveyn? O halde hatalar neden yaşanıyor? Kusura bakmayın ama bu konuda da hatanın çoğu yine bizde. Yani eğitimcilerde. İnsanımızı iyi eğitemediğimizden, yavrularımızı iyi yetiştiremediğimizden, elimizden geleni hakkıyla yapamadığımızdan dolayı sürekli üretim hatası veriyoruz. İşin daha kötü yanı yaptığımız her üretim hatasında insanın ya da insanların geleceği yok oluyor. Unutmayalım ki insanların geleceği ile ülkelerin geleceği doğru orantılıdır. Yani bizim kaybedeceğimiz, kaybolmasına göz yumacağımız bir tek fert yoktur ve olmamalıdır. Bu ülkenin evlatları her biri ayrı bir değerdir ve değerlidir. Okulumda öğretmen arkadaşlarıma ve özellikle de velilerimize verdiğim bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Çobanlar, koyunları meraya otlatmaya götürürlerken, aksayan öksüren koyunları götürmek istemezler. Hemen hasta koyunun sahibine haber verirler. “Al bu koyunu! Yürüyemez, dağda kalır, kurt kapar. Sonra sorumluluk kabul etmem.” derler. Çobanlarımız kendi hesabına doğru iş yaparlar. Önceden uyardıkları için olası bir kayıp durumunda sorumlu tutulmazlar. Ama öğrencilerimiz koyun değil bizler de koyun çobanı değiliz. Şu öğrenci hasta, bu öğrenci engelli, birisi geç öğreniyor, diğerini babası okutmuyor, bu çalışmıyor, onun adam olmaya zaten niyeti yok şeklindeki yaklaşımlara açıkçası mazeretlere sığınacak lükse sahip değiliz. Feda edebilecek tek bir ferdimizin dahi olduğunu düşünmüyorum. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, eğitim, öğretmen, öğrenci, kitap, gazete, tiyatro gibi eğitim ve kültür unsurları hem ekonomik açıdan hem de sosyal yönden çok ciddi destek görmektedir. Ülkemizde eğitime verilen önem ve ekonomik destek son yıllarda ciddi bir artış göstermiş olmakla birlikte yeterli düzeye henüz ulaşmamıştır. Bütün çocuklarımızın okuyabilmesi ve en üst düzeyde eğitim almış birey sayısının istenilen düzeye ulaşabilmesi için herkese görevler düşmektedir. En başta aile olmak üzere eğitimciler, yöneticiler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve aydınlar eğitim konusunda popülist yaklaşımlardan uzak bir şekilde ellerinden geleni yapmak durumundadırlar. Çünkü bu hepimizin sorunudur. Ve hep beraber yapılması gerekenleri yapmak zorundayız. Kezbanlar, Hasanlar, Zeynepler ve Aliler için geç kalmamalıyız. Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.com