Kimin yellenmek ile ilgili bir yazısı vardır

Ortaçağ’da, insanlığın vebalı yıllarında, “iğrenç kokan bir tuvaletin yanında oturmanın veba hastalığını önleyen etkili bir yöntem olduğu” düşünülüyordu. Bu tedavi yöntemini kabul etmemenin cezası ise kimi zaman kırbaçlanmak olurdu. Veba hastalığından korunmak için pis tuvalet yanında oturmak artık kullanılan bir tedavi yöntemi olmasa da, otoritenin koruyucu sağlık hizmetleri iddiasıyla cezalandırıcı özü hala devam edebilmektedir. Misal AKP’li yıllarımızdan miras Ceza İnfaz Yasası’nın 2005 taslaklarında yer alan “sağlığını korumayan mahpusların cezalandırılacağı” cümlesi, sağlık hakkı bağlamında günümüzde dahi potansiyel bir tehdit olarak yerini korumaktadır. Tarihin bize öğrettiği üzere pekçok kabul edilemez uygulama önce mahpuslar üzerinde denenmiştir. Şimdi korkulan odur ki, AKP oyları rehin almanın kibriyle dün salt mahpuslar için söylediğini bugün koca bir ülke için uygulamaya geçecektir. Piyasacı sağlık anlayışı ile SGK kapsamındaki sağlık hizmetlerine ulaşma hakkının sınırlandırılma olasılığı büyük itirazları gerekli kalacak bir olumsuzluktur. Sağlığı hak olarak değil ödev olarak tanımlama piyasacı aklın dışavurumudur. Merkezinde insan değil kar hırsı vardır.

Bugünün insan sağlığı ve hastalıklarını kara dönüştürme anlayışı ile dünün ‘felsefe taşı’ arayacılığı örtüşmektedir. Ortaçağ’da “sıradan metalleri altına dönüştüreceğine inanılan maddeye felsefe taşı” denmekteydi. Misal bir simyacı o yıllarda İdrardan ‘felsefe taşı’ elde etme arayışına girişmişti. Simyacı kovalarca insan idrarını biriktirip bekletmiş, sonrasında kaynatıp tortusunu kor haline getirince beyaz, karanlıkta parlayan bir madde elde etmişti. Felsefe taşı elde edemese de bulduğu yeni bir elementi: fosfor. Ancak bu buluş diğer insanların kolay yoldan kar elde etme hırsını yani ‘felsefe taşı’ bulma arayışını sonlandırmadı.

Aslında bir bakış açısı olarak ‘felsefe taşı arayıcısı’ benzeri insan yaratma arzusu günümüzde de sürdürülmek isteniyor. Hatırlanacağı üzere 12 Eylül döneminde liselerde felsefe dersi kaldırılmıştı. Ama onların ekonomiden sorumlu müsteşarı sonranın Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’lı yıllardan başlayarak “davulu delen jaguar” dahil olmak üzere “felsefe taşı” arayıcılığı ise teşvik edilmişti. Ortaçağ felsefe taşı arayıcılığı ile günümüzün rantiyeci, köşe dönmeci insan tipi arasında büyük benzerlikler mevcuttur.

Söz idrardan, tuvaletten ve kar hırsından açılınca kibirli muktedirler için bilim, iffet, iktidar, savaş başlıklarında insanlığın osuruk ve gaita tarihinden bahsetmemek olmaz. Öyle ya, kibir, kendi osuruğunun dahi kitleler tarafından hoş bir lütuf olarak algılanmasını bekleyecek kadar üstencidir. Ama insan mimiği bu,kibir dinlemez değil mi! Buna kibrin kitleler üzerinde osuruk ile imtihanı da diyebiliriz. Üstelik bugüne dair bir sorun değildir bu. Misal 1781 yılında Benjamin Franklin “Osuruk  Kraliyet Akademisi’ne hitaben yazdığı mektupta şöyle dendiği söylenir: “Normal yiyeceklerimize katabileceğimiz, yerllendiğimizde hem etrafa karşı ayıp olmaması hem de parfüm kadar hoş korkmasını sağlayacak besleyici ve sağlığa yararlı bir ilaç keşfetmek mümkün değil midir?”

Dışkı ya da gaita, hatta tezek adına ne derseniz deyin uğruna köylerde cinayet, dünyada savaş nedeni olmuştur tarih boyunca. Misal 19. Yüzyıl sonlarında Şili ile Peru - Bolivya  ittifakı arasında gelişen Pasifik Savaş’ının büyük müsebbibi olarak adına Guano denilen “karabatak kuşunun dışkısı” anılır. Diğer gübrelerle kıyaslanmayacak kadar fosfor ve nitrattan zengin olması hem tarımda hem de patlayıcı madde yapımında bu kuş pisliğini uğrunda savaşılacak değerli bir maddeye dönüştürülmüştü. Ölenlerin “ne yolunda öldüğü” ise bizim coğrafyada ‘başına kuş pisleyince devlet kuşu konduğu’ hissiyatı ile benzerlik göstermektedir. Ne dersiniz?