Maddi ve manevi donanımlarla kendisini yetiştirmiş genç bir akademisyen olan Topçu'ya Biondel, Paris Üniversitesi Felsefe Bölümünde kalmayı teklif eder. Topçu ise “felsefeyi milli ve manevi değerler üzerine inşa etmeyi” tercih ederek Türkiye'ye döner. Büyük ideallerle Türkiye'ye dönen Dr. Nurettin Topçu, 1934 yılında Galatasaray Lisesi'nde felsefe öğretmeni olarak göreve başlar. Okul müdürünün, hatırlı öğrencileri hak etmeden geçirmesini istediği zaman “eğer bunlar çalışkan talebeler ise elbette geçerler” der. Ancak verilen listedeki bazı öğrenciler sınavda başarısız olurlar. Bunun üzerine Topçu, evlendiği günün akşamı İzmir Atatürk Lisesi'ne sürgün gönderilir. Nurettin Topçu'nun fikir dünyasında önemli rol oynayan Hareket dergisini ilk defa İzmir'de yayınlar. Bu dergideki, “Çalgıcılar yine toplandı” isimli yazısından dolayı Denizli'ye sürgün gönderilir. Denizli'de bulunduğu yıllar içerisinde Said Nursi ile tanışır. O sırada yapılan mahkemeleri takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi'ne tayin edilir. Ve bir süre sonra da Vefa Lisesi'ne geçer. Son olarak İstanbul Lisesi'ne atanan Topçu, kırk yıl öğretmenlik yapmıştır. İsyan Ahlakı konusunda doktor, Bergson konusunda doçent olan Topçu, bir müddet Edebiyat Fakültesi'nde derslere girer. Lakin çeşitli entrikalar nedeniyle ve bir rivayete göre mason olmadığı için kendisine doçentlik kadrosu verilmez. Kendisiyle birlikte yurt dışında tahsil gören akranları gibi düşünmez Topçu. Onlar gibi yaşamaz da. Şöhrete talip olmamıştır. Meşhur olmak, alkışlanmak gibi bir kaygısı da yoktur. Eğilip, bükülmeyi sevmez. Kendi okurları için olsa bile anlaşılma kaygısı içine girmeden yazar. Hatta Necip Fazıl ve Cemil Meriç gibi MTTB ve Aydınlar Ocağında konuşmalar yapan Topçu, konuşmasının sonunda alkış almamak için konuşmasını sonlandırdığını hissettirmeden bitirir konuşmalarını. Yaşamı da sessiz, sakindir. Gösterişten uzak, gösterişe hevesli olanlardan ırak”¦ Nurettin Topçu, sadece yaşadığı döneme göre değil günümüz bilimsel kriterlerine göre dahi donanımlı bir insandır. Ne yazık ki, müthiş bir birikim sahibi olmasına rağmen anlaşılamamış bir yazardır. Türk Milliyetçiler Derneği ve Türk Kültür Ocağı'nda yaptığı konuşmalarda sosyal yapı ile ilgili olarak sosyalizmden bahsetmiş olması önyargı oluşturmuştur. Necip Fazıl, bu terminolojinin sol kesim tarafından kullanıldığı konusunda kendisini ikaz etse de bu ikazları dikkate almamıştır. Nakşi Şeyhi Abdülaziz Bekkine Efendi'ye intisap etmiş, onun tavsiyeleri doğrultunda politikadan uzak durmayı yeğlemiştir. 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrası Behçet Kemal Çağlar tarafından,devrim aleyhtarı olarak ihbar edildiği için Robert Koleji'ndeki görevine son verilmiştir. 10 Nisan 1975'te pankreas kanserinden vefat ettiği güne kadar fikir mücadelesini sürdürmüş ancak hizmet ettiği kurum ve kuruluşlar tarafından takdir görmemiş, hiçbir limana ait olamamış kısacası anlaşılamadan bu dünyadan ayrılmıştır. Ahlaki değerleri çok önemseyen Nurettin Topçu, her konuda eleştirmekten ve eleştirilmekten geri kalmamıştır. Hac ile ilgili olarak: “Her sene yüz binlerce ziyaretçi ile dolan Kâbe'nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasi ne iktisadi ne de esasında ilmi ve fikridir. Bu halin sebebi, İslam'ın temeli ve Kur'an'ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır.” Diyerek haccın geleneksel bir hale getirildiğine dikkat çekmiştir. Çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer'e hitaben söylediği: “Çok perişanım Sırrı. Hoca da papaz da insan aldatıyor.” Sözünü ilk duyanlar önce bir irkiliyor. Şu sözleri ise insanı derin düşüncelere sevk ediyor: “Anadolu'nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmadı. Bizim halkımızın belden yukarı namus anlayışı yoktur. Namus, sözünde durmaktır halbuki. Hür ve kuvvetli olan insan, yırtıcı olan değil yaratıcı olan insandır. Kin ve din birleşmez. Hukuk ahlakın asgarisidir, asgari kurallarıdır. Ümitsizlik, imansızlıktan gelir. Gerçek dini hayat, ahlakımızla birlikte kimsesiz ve yoksuldur. Şark dünyasında çalışmak, ibadet değildir. Şarklı henüz çalışma aşkını tatmış değildir. Ahlak sahibi olarak büyük sermayeye ve mülke sahip olmak imkânsızdır. Bilgisizliğin üç çeşidi vardır. Gerekeni bilmemek, kötü bilmek, gereksiz şeyi bilmek.” Geride bıraktığı fikrî ürünlerin her biri ıstırabın neticesiydi. Ona göre ıstırabını duymadan yazmak, riyakârlık ve samimiyetsizlikti. Zor zamanların kahramanıydı. 27 Mayıs ihtilalinden sonraki dönemlerde, darbede görev almış bir siyasetçi kendisi ile görüşmek isteyince; “devlete silah çekenlerin elini sıkmam” diyerek onurlu bir duruş sergilemiştir. Nurettin Topçu, bir ahlak filozofuydu. Anadolucu, milliyetçi ve toplumcuydu. Düşünce, hareket ve fikir adamıydı. Kimilerine göre Nurettin Topçu, 20. yüzyılın Hazreti Ömer'iydi. Evinde Mehmet Akif ve Hüseyin Avni Ulaş'la resmi bulunan Topçu; Mehmet Akif'e ahlâkından dolayı, Hüseyin Avni'ye ise hiç eğilip bükülmeyen karakterinden dolayı hayran kalmıştır. Kırk yıl öğretmenlik yaptığı süreç içinde abdestsiz derse girmeyen, maaşının beşte birini yoksullara dağıtan, denize, doğaya ve suya meraklı olan Nurettin Topçu, felsefeyi yazmaktan ziyade yaşayan bir filozoftur. Bülent Ecevit'ten, Tansu Çiller'e ve Mesut Yılmaz'a kadar bir çok ünlüye öğretmenlik yapmış olan Nurettin Topçu, güncelin, modanın, heveslerin, gösterişin peşine takılmamış, ulvî değerleri asla yere indirmemiş, makam, mevki ve para sahibi insanların kibrine hiç tahammül edememiş, bütün bunlara rağmen yanlış ve eksik anlaşılmış güzel bir insandı. Not: Bu yazı Süper Beyin Dergisi'nin Nisan 2011 sayısında yayınlanmıştır.