Gezi sonrasında düşüncelerimi soran arkadaşlarıma şöyle dedim: [B]“Bu gezi benim düşüncelerim açısından bir milat oldu. Ülkem hakkında daha önce karaladığım bütün düşüncelerimi yırtıp attım. Artık ülkemin bambaşka gerçekleri olduğunu biliyorum.”[/B] Bu gezimizde 13 -15 yaşlarında, bu yaşına kadar hiç okul görmemiş, okul sıralarında bir gün oturmamış, kara tahtada bir gün yazı yazmamış, öğretmenin sıcaklığını bir tek gün hissedememiş çocuklarla tanıştık. [B]“Okula gitmek ister misin?” [/B]diye sorduğumuzda boynunu büken, okula gidememiş olmanın ezikliğini duyan çocuklar”¦ Bir köyde 9 yaşında henüz okula kaydolmamış bir çocuğun babasıyla konuşuyoruz. Çocuğunu okula neden göndermediğini soruyoruz. [B]“Daha küçük” [/B]diyor. [B]“Seneye göndereceğiz”[/B] Önce şaşırıyoruz. Durumu açıklayınca çok da haksız olmadığı kanaatine varıyoruz. Zira dağlık ve dağınık bir köy ve çocuğun okula ulaşması için her gün en az bir saat yol yürümesi lazım. Karlı ve yağmurlu günlerde bu zaten mümkün değil. Bu çocuğun evinde kalması durumunda yılda okula gidebileceği gün sayısı 50-60 gün. Yani eğitim-öğretim takviminin ancak üçte biri. Geçici olarak öğretmenle konuşuyor ve çocuğu okula kaydetmesini istiyoruz. Ancak bu çocuğun pansiyonlu bir okula yönlendirilmesi lazım. Sorun işte tam da burada başlıyor. Pansiyonlu okullara karşı bir güvensizlik hakim. Genel kanaat [B]“çocuklarımızı asla pansiyonlu okullara göndermeyiz”[/B] yönünde. İlkokul 3. sınıftan itibaren yatılı okullarda okumuş biri olarak onları anlamaya çalışıyorum. [B]Aklıma karlı bir kış sabahı yüzlerce öğrencinin tek sıra askeri nizam içinde dizilip, sıra dayağından geçirildiği gün geliyor. Ya da etütte, bir öğrenci sıranın üzerindeki açacağı düşürdüğü için tüm sınıfın sıra dayağı yediği gün. [/B] Şimdi öyle şeyler olmuyor biliyorum. Ama, onların da aklında muhtemelen benim hatıralarım gibi, hiç de hoş olmayan hatıralar olabilir. [B]Pansiyonlu okulların imajını düzeltmek lazım bir an önce.[/B] Biz bu gezimizde bunu da yapmaya çalıştık. Görüştüğümüz velilere, yatılılık günlerimin güzel hatıralarından bahsettim zaman zaman. Pansiyonlu okullarda pişen yemeklerden, öğretmenlerin iyiliğinden, anlayışından, buraların çocuklarına aile sıcaklığı hissettireceğinden söz ettik. İkna olmaları hem zor, hem de uzun zaman istiyor. Gezilerimizde gördüğümüz bir başka üzücü şey, ilköğretimin 5. sınıfını bitiren kız çocuklarının nişanlandırılması ya da evlendirilmesiydi. 13 yaşındaki nişanlı kızlar içimizi acıttı. Üzüldük. Köylerde [B]“okuyup ta ne olacak?” [/B] mantığı hala geçerliliğini koruyor. Onlara köylerinde okuyup ta bir şeyler olanları örnek olarak gösteriyoruz. Haksızsınız demiyorlar ama yine de çocuklarını okula gönderme konusundaki çekincelerini ifade ediyorlar. Özellikle kız çocuklarının dizlerinin dibinde olmalarını arzu ediyorlar. [B]“Neler olduğunu görüyoruz”[/B] diyorlar. Dedikleri şey televizyonlarda, gazetelerde sık sık karşımıza çıkan şeyler. Akşam olduğunda kızları dizlerinin dibinde olmayacaksa okula göndermeyecekler. Çözüm için ciddi ciddi kafa yormak gerekiyor. Evlerinde bile olsa karşılarında öğretmen görmek çocukları mutlu ediyor. Ancak, onları o halde görmek hiç birimizi mutlu etmiyor. [B]Biz o çocukları bağda, bahçede değil, okul sıralarında görmek istiyoruz. Hem de parmaklarında yüzükle değil, ellerinde kalemle; karınlarında bebekle değil, sırtlarında çantayla”¦[/B] [B]Yokluk, yoksulluk, garibanlık, sefalet, cehalet”¦[/B] Hepsini bir arada gördüğümüz köyler de oldu. Yokluk içinde yaşam mücadelesi veren köylü milletinin devletine bağlılığını, vatanını, milletini, devletini ne kadar çok sevdiğini de müşahede ettik. Bu köylerde yaşayanlar, yokluk ve yoksulluk edebiyatının arkasına sığınarak devletine başkaldıranlara, vatanseverlikte örnek olarak gösterilmeli. Bu köyler yoksulluğun, devlete başkaldırmanın bahanesi olmayacağının / olamayacağının açık bir delilidir. Toplam 9 gün süren bu çalışmadan çok iyi bir netice elde etmek mümkün değil. Ancak bu çalışmanın sonuçları, ileride yapılması gerekenlerin bir ön çalışması olarak iyi bir veri olabilir elimizde. Bu çalışma burada sonuçlandırılır ve hedefe ulaşılmış kabul edilirse çok yazık olur. Asıl çalışma şimdi başlamalıdır. Okula hiç gitmeyen kaç çocuğumuz var? Okula devam ederken, eğitimini yarıda bırakan kaç çocuğumuz var? Bu dönemde bu çocukların kaçını okullu yaptık? Bu çocukları tek tek hangi şartlarda okullu yapabiliriz? Geriden gelen çocukların eğitimlerini sürdürmeleri için ne tür tedbirler alınmalıdır? Bu tedbirlerin maliyeti ne kadardır? Bu maliyet, cahil bir toplumun vereceği zararın maliyetiyle karşılaştırıldığında nasıl bir anlam ifade ediyor? Tüm bu soruların cevabı bulunmadan ve kendi mahallinde çözüm üretilmeden, bu geziler kaç defa tekrarlanırsa tekrarlansın hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Güzel ülkemde okuryazar olmayan bir tek ferdin kalmadığı günlere tez zamanda kavuşmak dileğiyle. [B]Ali ÇAM Şehit Mıllış Nuri ilköğretim Okulu Müdür Yardımcısı[/B]