””Hocam biz birbirimizi severek evlendik. Üç gün önce de nur topu gibi bir oğlumuz dünyaya geldi. Ne olduysa ondan sonra oldu. ””Nasıl yani? ””Anlatayım hocam. Ben diyorum ki, oğlumuzu bir yaş büyük yazdıralım. Askere bir sene önce gider, bir sene önce evlenir, tarlaya bahçeye bir sene önce başlar. Nasreddin Hoca genç kadına döner: ””Sen ne diyorsun kızım? ””Hocam, ben de diyorum ki, oğlumuzu bir yaş küçük yazdıralım. Ana yüreği işte. Askere bir sene geç gitsin, bir sene geç evlensin, tarlaya bahçeye bir sene geç başlasın. Kıyamam yavruma ben. ””Hayır efendim büyük yazılacak! ””Olmaz, küçük yazılacak! ””Büyük yazılacak! ””Küçük yazılacak! Nasreddin Hoca, mahkeme salonunda genç çiftin gürültüsüne dayanamaz: ””Yeter artık, bir susun bakalım. Genç çift mecburen susar ve mahcup olurlar. Hoca, her ikisine de bakar ve der ki: ””Yahu Allah aşkına! Siz bu çocuğun gerçek yaşını yazdırmayı hiç düşünmediniz mi? Genç çift adeta yeni bir şey keşfetmiş olarak mahkeme salonundan mutlu olarak ayrılır. Ve çocuğu gerçek yaşıyla yazdırırlar. İlkokul birinci sınıfa gittiğim günü hatırlıyorum. Babam elimden tutup okula götürmüştü. Okul müdürüne söylediği o herkesin bildiği meşhur söz kulaklarımdan gitmez: ””Al hocam bunu. Eti senin kemiği benim. Emaneti önce Allah'a sonra sana. Babam beni sınıfın orta yerinde bırakıp gitmişti. Hem de hiç ardına bile bakmadan. Daha sonra okula geldiğini de hatırlamıyorum. Ne bir veli toplantısı ne okul aile birliği”¦ Öğretmenimin üstün gayreti ve biraz da kendi çabamızla okuyup okulu bitirdik. Akranlarıma baktığım zaman birçoğunun aynı süreci aynı şekilde yaşadığını düşünüyorum, hatta biliyorum. Zavallı öğretmenimiz veli toplantısı yapamazdı. Hoş yapsa da kimse gelmezdi. Öğrenci üzerinde anne babanın sağlayacağı otoriteyi de öğretmen sağlamak zorunda kalırdı. Elimize pek iyilerle dolu karneyi alıp getirdiğimizde olağandışı bir tepki ile karşılaşmazdık. “Yapman gereken bir şeyi yapmışsın zaten. Bir de aferin mi bekliyorsun?” denmezdi ama aferin de denmezdi. Bu denli ilgisiz bir yaklaşım, elbette onaylanamaz. Bu tavır gerçekten uç bir tavırdır. Çocuğun durumunu aramaz, sormaz, öğretmen bir tokat atsa bir tokat da baba atar. “Öğretmen o tokadı boş yere atmamıştır. Sen ne yaptın bakalım, önce kendi suçunu söyle!” Böyle bir durum söz konusu idi. Aradan zaman geçti. Veliler, sürece daha etkin katılmaya başladı. Ama öyle bir katılım ki, evlere şenlik”¦ Beşinci sınıf öğrencisinin çantasını sırtında taşıyan, her gün okula getirip götüren, öğretmene vereceği dersi öğretmeye çalışan, okula verdiği aidatla okul müdürünü ve öğretmeni kendi hizmetçisi gibi gören bir yaklaşım içindeyiz. Bugün yaşadığımız süreçte, öğretmenin öğrenciye şiddet uygulaması söz konusu değil. Ancak, olur da öğretmenin ağzından olumsuz bir söz çıkacak olursa öğrencinin velisi anında okula baskına gelir. Okulda hızını alamazsa milli eğitim müdürlüğüne, kaymakamlığa hatta valiliğe kadar gidilir. Öğretmenin ağzına kötü sözü yakıştırmak mümkün değil. Bunu anlayışla karşılamıyoruz. Ama öğretmen de bir insan. Etten kemikten yaratılmış bir insan, makine veya robot değil. Yaşanan en küçük olumsuzlukta yukarıdan aşağıya doğru bütün denetim unsurlarını okula gönderip “ben o müdüre soracağım, ben o öğretmene göstereceğim” tarzı bir yaklaşım öğrenciler üzerinde, eğitim kadrosunun otoritesini ciddi anlamda sarsmaktadır. Bu türden olumsuz tavırlarla karşılaşan öğretmenler, öğrencilerin istenmeyen davranışları karşısında başına bela almak istememektedir. Yani “ben dersime girer çıkarım, gerisi beni ilgilendirmez” şeklinde küskün bir tavır içine girmektedirler. Bir öğretmen öğrencisine küser mi? Bir müdür velisine küser mi diyebilirsiniz. Küsmemesi lazım. Ama yaşanan olumsuzluklar karşısında kim bilir belki de hayata küsmektedirler. Yıllar önce “eti senin, kemiği benim” türündeki uç yaklaşım ne kadar yanlışsa bugünkü yaşadığımız aşırı korumacı yaklaşım da uç bir yaklaşımdır ve yanlıştır. Galiba Nasreddin Hoca döneminde genç çiftlerin yaşadığı tartışma gibi toplum olarak biz de orta yolu bir türlü bulamıyoruz. Bir o uca bir bu uca sendeleyip duruyoruz. Olması gerekeni bir türlü gerçekleştiremiyoruz. Not: Bu yazı; Genç Gelişim Dergisi'nin Mart 2011 sayısında yayınlanmıştır.