Turgut Özal Üniversitesi Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Merkezi (ESSAM) tarafından hazırlanan ’Türkiye’nin Büyümesi İpotek Altında’ başlıklı raporda son bir yıl içerisinde ekonomik dengeler aleyhine gelişen içsel ve dışsal faktörler nedeniyle Türkiye ekonomisi risk piriminin arttığı vurgulandı. İthalat ve iç harcamaların önemli oranda arttığına işaret edilen raporda, "Bu da borçla 'ipotek' altına alınmış sürdürülemez bir büyüme olgusunu tesis etti. İzlenen politikalar kronik bir harcama-borç sarmalına dönüşerek 'yapısal' sorun haline geldi." denildi.

Doç. Dr. Nuretttin Can ve Doç Dr. Erkan Demirbaş tarafından hazırlanan raporda Amerikan Merkez Bankası FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın küresel krizi en az hasarla atlatmak için genişletici para politikaları uygulayarak piyasaları paraya boğduğu hatırlatıldı. Rapora göre bunun doğal sonucu olarak küresel çapta faiz düşüşü yaşandı. Türkiye gibi faizi nispeten yüksek olan ülkelere yoğun bir yabancı sermaye girişi oldu. Bu dönem, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için ekonomideki yapısal sorunların aşılması, gerekli reformların hayata geçirilmesi ve böylece ekonominin orta gelir tuzağından çıkması için fırsat sundu. Ancak Türkiye avantajlarla dolu bu süreci etkin bir şekilde değerlendirilemedi. Fırsat değerlendirilemediği için de sorunlar tekrar ortaya çıktı.

"İZLENEN POLİTİKALAR YAPISAL SORUN HALİNE GELDİ"

Büyüme modelinin faizlerin düşük seviyede tutularak, kredi kullanımının özendirilmesi ile harcamaların ve üretimin artırılmasına dayandığına dikkat çekilen raporda, “Bununla birlikte Türkiye açısından geçmişe kıyasla harcamayı özendirecek derecede düşük seviyede tutulan faiz oranı diğer taraftan uluslararası sermaye akımlarını cezbetmiştir. Bunun neticesinde Türk Lirası aşırı değerlenmiştir.” denildi. Rapora göre son bir yıl içerisinde ise ekonomik dengeler aleyhine gelişen içsle ve dışsal faktörlerle Türkiye ekonomisi risk pirimi arttı. Dolayısıyla faizde sert çıkış, yumuşak iniş ve kurlarda kademeli artışlar meydana geldi. Düşük faiz ve aşırı değerlenmiş ulusal para politikaları, ithalat ve yurtiçi harcamalarda patlamaya yol açtı, bu da borçla ipotek altına alınmış sürdürülemez bir büyüme olgusunu tesis etti. İzlenen politikalar kronik bir harcama-borç sarmalına dönüşerek “yapısal” sorun haline geldi. Bu durum uzun dönem sürdürülebilir bir büyüme için ekonomi politiğinde paradigma (model) değişikliğini gerekli kıldı.

"EKONOMİ ÜRETİME DAYALI BÜYÜMEDİ"

Rapora göre Türkiye, kuruluşundan günümüze kadar ortalama yüzde 5 büyüdü. AK Parti’nin ilk dönemi olan 2002-2006 yılları arasında ortalama büyüme hızı yüzde 7,2 iken sonrasındaki dönemde bu oran yüzde 3,5’e düştü. 2014’üm üçüncü çeyreğinde ise yüzde 1,7’ye kadar geriledi. Küresel kriz sonrası bol ve ucuz yabancı para girişinin olduğu dönemde istikrarlı büyümenin motoru imalat sektörü göz ardı edildi. Türkiye’de 2013 yılında yüksek teknoloji yoğunluklu sanayi imalatının toplam imalattaki payı yüzde 2,6 iken bu rakam ABD’de yüzde 20,6, Güney Kore’de yüzde 21,6, Singapur’da ise yüzde 49,9. Raporda bu durum Türkiye’nin yüksek teknoloji yoğunluklu üretimin ne kadar uzağında olduğunun açık bir göstergesi olarak lanse edildi. Türkiye imalat sanayii katma değeri toplamı içinde payı en büyük 15 ekonomi sıralamasında, 1990’da 13’üncü sıradayken 2010’da ilk 15’in yer aldığı listeye bile giremedi. Raporda bu gelişmeyle ilgili şu yorum yapıldı:

“Türkiye en hızlı büyüdüğü on yılda, ondan önceki yirmi yılda olduğu kadar bir imalat sanayii katma değer payı üretememiştir. Buradan Türkiye ekonomisinin imalata bağlı büyümediği sonucu çıkmaktadır.”

"HAZİNE GARANTİLİ BORÇ STOKU PATLADI"

Çalışmanın “İç ve dış borçlanmayla finanse edilen harcamaların kompozisyonunu geleceğimizin ipotek altına alındığına dair önemli işaretler vermektedir.” ifadeleriyle başlayan kısmında ise Türkiye’nin 2006'da 208 milyar dolar olan dış borç stokunun 2014’ün ikinci çeyreğinde 401 milyar dolara ulaştığı da vurgulandı. Bu kısımda yer alan bilgilere göre de; kamu açısından bakıldığında borçlanma 71 milyar dolardan 119 milyar dolara, özel kesim borçlanması ise aynı dönemde 120 milyar dolardan 278 milyar dolara yükseldi. Son dönem özel kesim dış borcu Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) yüzde 35’ine denk. Bu durum reel ekonominin dış ekonomik ve siyasi krizlere duyarlılığını artırdı. Bu durum ise, aynı zamanda “ipotekli” büyüme modelinin ekonomide kırılganlığının bariz bir göstergesi olarak yorumlandı. Hazine garantili dış borç stoku ise 2002 -2006 yılları arasında azalma eğilimiyle 6 milyar dolardan, 4 milyar dolara gerilemişken, 2007-2014 döneminde sert bir artışla 11 milyar doların üzerine çıktı. 2014 yılı ikinci çeyrek itibariyle bu borçlanmanın 4 milyar doları kamu bankaları, 5 milyar dolar ise özel bankalar için yapıldı.

"İPOTEKLİ BÜYÜME DAHA FAZLA MALİYETE KATLANMAYI ZORUNLU KILIYOR"

Çalışmanın sonuç kısmında, Türkiye için kötü senaryonun faiz ve kurun yükselişinin önlenememesi durumu olduğuna vurgu yapıldı. “Bu durumda yüksek faiz ve yüksek kur baskısıyla büyüme yavaşlayacak, istihdam azalacak ve enflasyon da yükselerek hedeflerin üstünde gerçekleşecektir. FED’in faiz artırma eğilimine girmiş olması ekonomimizin kırılganlığını artırmaktadır. Özel kesimin açık pozisyon içerisinde bulunması döviz kuru riski üzerinden reel ekonomi için büyük bir tehdit unsuru oluşturmaktadır. Faiz ve kurda oynaklığın yüksek olduğu bu dönem içerisinde fiyat ve finansal istikrarın temini maksadıyla yatırım ve tüketici kredilerinin ayrıştırılıp, yatırım kredilerinin teşvik edilmesi zorunluluk arz etmektedir.” ifadelerine yer verilen çalışmada, “Türkiye gibi yapısal reformları sürekli ertelemiş ve dışarıdan gelecek finansmana göre dengeleri biçimlenen bir ekonominin 'ipotekli' büyüme modelinin kısır döngüsünden çıkabilmesi daha fazla maliyetlere katlanmayı zorunlu kılmaktadır.” ifadeleri kullanıldı. Rapor, şu soru ile bitirildi:

“Sizce, teknolojiye yatırım yapmayan, katma değer üretemeyen, marka olamayan ekonomik yapının demokratik alandan otokrasiye koşar adım yol alan siyasal bir zeminde orta gelir tuzağından çıkması, sürdürülebilir bir büyümeyi yakalayabilmesi ve dünyanın ilk on ülkesi arasına girmesi mümkün müdür?”