“İslam’da eleştiri vardır. Alkış yoktur.” Önce bu tespit ile başlayalım. Eğer, biz de kendimizin Kur’an ve Hadis çerçevesinde hareket ettiğimizi düşünüyorsak, daha açıkçası, biz de İslamî kaynaklara tam bağlı hassas Müslümanlardan isek, öncelikle eleştiriden korkmayacağız, alkışa da asla değer vermeyeceğiz. Hatta alkışı reddedeceğiz.
Gerçekten de alkış çok da hoş bir şey değil. Alkışın insanı kibre ve gurura doğru sürükleyen bir selden, bir rüzgardan farkı yoktur. Halbuki eleştiri insanın hem kibrini kırar ve hem de onu belirli bir hizaya ve doğru bir noktaya getirir. Alkış ise insanı (Allah korusun) zıvanadan çıkarır.
İslam toplumlarında yönetici konumunda olan herkes eleştiriye açık olacak, alkıştan da kaçacak.
Gel gör ki, bu hakikate rağmen, eleştiri özellikle İslam toplumlarındaki yöneticiler tarafından hoş karşılanmıyor. Müslüman Ülkelerdeki yöneticilerin çoğu (A’dan Z’ye, memurundan amirine, valisinden başbakanına, mühendisinden müdürüne kadar) eleştiriyi sevmez, alkışı sever. Yanlışını gösterene değil de şakşakçıya itibar eder. Hakikatleri ifade edene değil de gerçekleri hasır altı edene inanır. Eleştiri çoğunlukla bir gerçeğin ifadesidir. Alkış ise çoğunlukla bir yalandır.
Mütefekkir Cemil Meriç , “tenkit hakkının mutlak olmadığı her ülkede, alkış bir yalandır” der. İşte  burada da ayrı bir hassasiyet ortaya çıkıyor. Bir yerde eleştiri hakkı yoksa, alkışların da anlamı yoktur. Çünkü, insanlar eleştiri yapamadıkları için mecburen alkışlıyorlardır. Bu mecburi alkışa ne kadar itibar edilir ki!
Bir yerde mecburiyet varsa, hürriyet yoktur. Bir yerde mecburiyet varsa, samimiyet yoktur. Yüce Rabbimiz (cc) niçin bizi bu Dünya’da iman ve imansızlık arasında serbest bırakmıştır. İnsan serbesttir. İmanı tercih edebilir, imansızlığı da. İşte bu tercihte samimiyettir önemli olan. Rabbim (cc) bizi serbest bırakmasa idi, herkes mecburen inanmış olsaydı, nerede kaldı samimiyet, nerede kaldı ihlas ve hürriyet. Rabbim (cc) bizim samimiyetimize ve ihlasımıza değer veriyor. Bunun için bizi hür bırakmış.
Eleştiri hakkının önemine İslam Alimlerinin birçoğu dikkat çekmiştir. Bu husustaki eleştirileri kitaplardan bulup olumak mümkündür.
Asr-ı Saadet Döneminden bu hususta iki örneği dikkatlerinize sunuyorum:
Hz. Ebû Bekir Ra), halife seçildiğinde, "Allah'a itaat ettikçe, bana itaat edin. Aksi halde böyle bir borcunuz yoktur" buyurmuştur.
Birgün Hz. Ömer (ra) hutbeye çıkarak, “ben nefsime uyar da bir yanlışlık yaparsam, bana ne yaparsınız? Diye sahabilere sorar. Bu soruya karşılık “ seni bu eğri kılıcımla düzeltirim” diye seslenir Abdullah İbn-i Mesud. O cemaatin içinde o anda bulunanlar arasında en güçsüz olan da İbn-i Mesud’dur. O güçsüzlüğüne rağmen, en güçlü konumdaki Halife’ye karşı gür sesle ikaz gerçekleştirmektedir.
Osmanlı Tarihinde de eleştirinin geçerli olduğuna dair binlerce örnek vardır. Mesela Kanunî Sultan Süleyman zamanında, Ayasofya vâizi, Cuma vaazında, Malta Şövalyelerinin hacıları taşıyan gemileri taciz ettiklerinden bahisle, korsanları takipte ihmal gösterildiği gerekçesiyle Padişahı ve çevresini tenkit etmiştir. Osmanlı Padişahlarının sabah-akşam “mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var” nidasıyla ikaz edildikleri de gerçektir.
İslam tarihinin şanlı sayfalarında buna benzer binlerce örnek varken, özellikle Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarından itibaren yöneticilerin eleştiriden hoşlanmadıkları ve eleştiriden çok alkışın geçerli olduğu bilinmektedir. Maalesef, bu durum hangi iktidar gelirse gelsin, hangi yönetici işbaşında olursa olsun, değişmemiştir. Yöneticiler, Bakanlar, Valiler, Müsteşarlar, Genel Müdürler, büyük unvanlı, küçük unvanlı bütün yöneticiler genelde eleştiriye kapalı olmuşlardır. Bu kişilerin birçoğu da alkıştan hoşlanmışlardır. Halbuki, eleştiri insanı doğruya iletir, alkış ise uçurumdan aşağıya düşürür.
Öyleyse, sözü uzatmaya gerek yok. “Eleştiriden değil, alkıştan korkmak gerekir.” Çünkü eleştirinin sonunda doğruluk ve gerçek var. Alkışın sonunda ise yalan ve riyakarlık vardır. Eleştiri insanı tevazuya, alkış ise gurura götürür. Birisi yarar ve selamet getirir, diğeri de zarar ve felaket getirir.
Evet, yazımın sonunda ifade etmek gerekirse, "tüm yöneticilere karşı eleştiri bir haktır ve hakaret, iftira, tehdit ve benzeri olumsuzluklar içermediği müddetçe, tüm eleştiriler anlayışla karşılanmalıdır." Müslüman insan İslami hassasiyetleri olan insandır. İslam’da eleştiri vardır, alkış yoktur. Bu da ayrı bir gerçektir. Bunu da her Müslüman Yönetici aklında devamlı surette bulundurmalıdır. Vesselam.