Erzurum’da ŞEHİRDER’in yürüttüğü Başbakanlık Uluslararası Öğrenciler Akademisi çerçevesinde Kuramsal edebiyat eleştirmeni, Yazar-Editör Şahin Torun akademi öğrencilerine ve diğer katılımcılara ‘Sömürge edebiyatı, sömürgeciliğin tarihi ve dilsel yazınsal kaynakları’ başlığıyla katıldığı derste, örnekleriyle sömürgeciliği ve sömürgeciliğin tarihi boyunca örnekleriyle sömürge edebiyatını anlattı.
Birbirini takip eden iki dünya savaşı sonrasında zaten daha önceden de birçok siyasi ve ekonomik müdahale sonucunda Batı dışında kalan toplumları, halklarını ve toplumsal değerlerini, uygarlık adı altında sömürgeleştiren Avrupa’nın, ‘Üçüncü Dünya Ülkesi’ diye adlandırdığı Sudan, Nijerya, Çad, Fas, Tunus gibi ülkeler başta olmak üzere Afrika’yı sömürgeleştirdiğini söyleyen Yazar Şahin Torun, bunu takiben yine kendi tarifiyle adlandırmış olduğu ‘Ortadoğu’yu ve bu anlamda 3. dünya ülkesi olarak adlandırdığı daha birçok bölgeyi ve yeri de kimini sıcak biçimde işgal etmeden egemenliği altına alan Batılı emperyalist devletlerin - İngiltere, Fransa- böylece sömürgeleştirmeyi bir medeni hak olarak dünya gündemine yerleştirmiş olduğunun altını çizdi.
Sömürgeleştirmenin yakın tarihinden bahseden Torun, konunun daha iyi anlaşılması için tarihsel dönüm noktalarına da değinerek, büyük tarihçi A.Toynbe’nin, G. Spivak ve Mohanty’nın eserlerinden örnek vererek aslında sömürgeciliğin modern tarihinin bile 18. yüzyıla kadar geri gittiğini, klasik sömürgeciliğin ise 1492 yılında Amerika’nın keşfini takiben önce İspanyollar, sonrada İngiliz ve Fransız devletlerinin başlattığını ifade etti.
Sömürgecilik derken, sömürülen yalnızca bu ülkeler değil, daha geniş bir söylemle Avrupa ve Batı dışında kalan bütün bölgelerin halkı, ekonomisi, toplumsal değerleri olduğunu öne süren Torun, bu sömürgeci söylemle böylece yeni birçok kavram oluşturulduğunu, sözgelimi üçüncü dünya ülkesi, üçüncü dünya erkeği, üçüncü dünya kadını, üçüncü dünya ekonomisi gibi uyduruk isimlendirmelerle tarif ederek sömürülme olgusunu en baştan bu ülkelerde yaşayan insanların bilinçaltına yerleştirildiğini öne sürdü.
Torun, “Benzer biçimde Globalizm, uygarlık gibi kelimelerle Üçüncü Dünya ülkelerine refah getirmek isteseler de ortaya çıkan sonuç sömürgeci bir egemenlik düzeni olmuştur. Buna istinaden ayrıca dilden edebiyata, kültürden, devlet yönetimine, erkekten kadına kadar türlü türlü yeni kuramlar ve kavramlar üreterek te bu saçma egemenliklerini garanti altına almışlardır. Sözgelimi Feminizm kuramı, kadınların problemlerini sadece cinsel ayrımcılık olarak nitelediğinden ve sömürge ülkelerindeki kadınların problemlerine ortak olmadığından anti-sömürgeci bir anlayış benimsenememiş, bu yüzden Sömürge Sonrası Feminizm kuramının oluşmasına da bir dayanak oluşturulmuştur” dedi.
Sömürgeciliğin dehşetine ve akıl almaz uygulamalarına örnekler veren Torun, “Böylece mahalle idaresinden, ülke yönetimine, sanatsal alanlardan kültür yönetimine kadar yine bu ülkelerde uygulanamayacak biçim ve içeriklerde kafa karıştırıcı kavramlar üreterek, neyi kastetmek istediği belli olmayan ama modernleşmek için başka yolunda olmadığı yönünde yepyeni anlamlar içeren ama o toplumlardaki geleneksel, kadim anlamı karşılamayan öneriler geliştirmişlerdir” diye konuştu.
“Son tahlilde ise, önce kendi ülkesindeki kadim anlamı kaybeden sömürge toplulukları sözgelimi Üçüncü Dünya ülkelerindeki kadınlar, erkekler ve insanlar olarak seslerini hangi şekilde çıkaracaklarını bile bilememiş, bu üretilen kavramları bir şekilde benimseyerek uyuşmayı tercih etmişlerdir. ‘’diye vurgulayan Torun, Batılı egemenler için bu durumun oldukça elverişli bir alan açtığını, örneğin bu ülkelerdeki feminist akımların, öncelikle bu toplulardaki Afrikalı kadınları, Karayip toplumundaki kadınları ve diğer Ortadoğu toplumlarında yaşayan kadınları öncelikle kendi içlerinde kendi toplumlarına karşı ‘öteki’leştirdiğini anlattı.
Bu durumun çok önemli olduğunu ifade eden Torun, ”Bu ötekileştirme biçimiyle bu sömürge toplumlarındaki öncelikle yeni kuşaklar ve bu kuşakları birinci elden yetiştiren kadınlar ilkin kendi toplumlarına sonrada bütün batı toplumuna karşı ötekileştirilmiştir ve böylece başta da söylediğimiz gibi, sömürge mantığı ile zaten batılıların gözünde ötekiler olarak tarif edilen bu toplumların gençleri, birde kendi toplumlarına karşı yabancılaştırılınca kuşaklar arası bir iletişimsizliğin ortaya çıktığını ve böylece sömürge toplumlarında duruşunu kaybetmiş, neye benzeyeceğini bilemeyen, neyi tercih edeceği konusunda karar veremeyen kuşaklar birbirini takip etmiştir” ifadelerini kullandı.
Katılan pek çok farklı ülkeden öğrencinin de ilgiyle dinlediği sömürgecilik ve edebiyat ilişkisi konulu ders süresince Torun, sömürge ülkelerindeki kuşak çatışmalarını, Hint düşünür Mohanty ve Cezayir doğumlu büyük direnişçi ve düşünür Frantz Fanon’un mücadelelerini ve sömürge toplumlarında esas meselenin bir düşünme ve diline sahip çıkma meselesi olduğunun altını çizdi.
Torun, “1988 yılında yazdığı “Under Western Eyes” batının gözleri altında’’ altı makalesiyle özellikle yerli ve milli mücadelelere katkı sağlayan Mohanty, her şeyden çok sömürgeci ye egemen olan söylem üzerinde durarak öncelikle bu emperyalist sömürgeci söylemden kurtulmak gerektiğini savunmuştur. Benzer biçimde birçok düşünürde sömürgecinin gözünde oluşan kavramları eleştirmiş ve gerçek içeriklerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardır” dedi.
Yazar Şahin Torun bu anlamda sömürgeci söylemin özelliklerini de şöyle sıraladı, “Sömürgecilik öncelikle kendi menfaatleri bazında katı kuralcıdır, hegemoniktir, dayatmacıdır, kibirli ve lüzumsuzcasına süslüdür. Ülkeleri kimi zaman açık kimi zamanda üstü kapalı bir şekilde homojenleştirmiş, ötekileştirmiş ve yok saymıştır... Onlara göre bu ülkelerde yaşayan insanlar cahildir, eğitilmemişlerdir, yoksuldur ve üretimsizdirler”
Dersin ilerleyen aşamalarımda ise, sömürge edebiyatına örnek olması bakımından başta İngiltere ve amerika olmak üzere, günümüzde afroamerikan edebiyatı olarak adlandırılan ve sömürge ülkelerinden devşirilerek batı da yetiştirilen Afrika, Hint ve Ortadoğu kökenli yazarlarca oluşturulmuş edebiyatın öncü isimlerinden söz eden Torun; bu yazarların öncelikle kendi dillerinde yazmayı unuttuklarını, çünkü onlara kendi dillerinin başarılı ve büyük bir yazı için yetmeyeceğinin öğretildiğini, ekledi. Ders boyunca Güney Afrikalı, Trinidadtobago kökenli, Nobelli yazar v.s.Naipaul’dan, yine Londra da yaşayan Jamaika kökenli, Britanyalı yazar Zadie Smith’ e, Hint, Afgan kökenli, bombam doğumlu ve İngiliz yazarlar arasında sayılan Salman Rushdie’ ye, Fransa da yaşayan Suriyeli şair adonis’eafro Amerikan şairlerden, Ralphelison, Langston Hughes , Amiri Baraka ve Gwendolyn Brooks gibi şairlere ve yabancı dilde yazmış olsa da sömürgecilere en iyi bakış ve yazım biçimi örneği olarak da Nijerya’daki İbo kabilesinden olan Chinua Achebe’nin romanlarından örnekler verdi.