Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimi stratejik planlama ve siyaset bilimi üzerinden değerlendirildiğinde tarihte eşi görülmemiş bir ‘kent darbesi’ tabirinin literatüre gireceğini söyledi.
Türkiye’nin 15 Temmuz’da şahit olduğu kanlı darbe girişimi akıllarda birçok soru bıraktı. Darbenin stratejilerini ve planlanmasını siyaset bilimi açısından değerlendiren Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, “Yaşadığımız olay Cumhuriyet tarihinde ve hatta Osmanlı tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir olay. Tabii ki her zaman devleti yöneten üst düzey kadrolar arasında çekişmeler ve darbe girişimleri ne yazık ki bizim tarihsel sürecimiz ve Türkiye’nin bir şekilde siyasi geleneğinin içerisinde karşı karşıya kaldığımız olgular. Ancak ne Osmanlı döneminde ne de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devletin silahlarının kendi insanımıza, Meclisimize ve karar verme yapılarımıza çevrildiği böyle bir olay yaşamadık. Henüz hepimiz anlamaya ve algılamaya çalışıyoruz. İşin doğrusu dünya tarihine de bakıldığında, Latin Amerika geleneğinde olsun Ortadoğu’daki devlet geleneklerinde olsun hepsinde darbe, askeri müdahale veya askeri kadrolar arasındaki çekişmelerden kaynaklanan şeyler olduğunu görürsünüz. Bütün bu durumların iç savaşa gittiği de görülmüştür. Ancak doğrudan hiçbir çatışma, karşıtlık oluşmadan böylesine büyük çaplı bir terör olayı çok örneği yaşanmış bir şey değil. Onun için bir kere bu olayın dünya siyaset bilimi ve kamu yönetimi literatürüne geçtiğini düşünüyorum” diye konuştu.
“Bu bir kent darbesi girişimi”
“Tarihi süreci değerlendirmeye devam edersek yine bütün bu askeri kalkışmalarda genellikle bir ülkenin bütünü hedef alınır. Ama ilk defa iki büyük kent hedef alınarak başlandı. Bu da çok ilginç bir durum" diyen Doç. Dr. Şahin, “Kalkışmacıların stratejileri yeni yeni deşifre ediliyor. Anlaşılıyor ki iki büyük kenti bir şekilde paralize edip ele geçirmek, arkasından burada devşirilecek güçle diğer kentlerdeki kalkışmaları başlatmak hedefleniyordu, iki büyük kentin yaşamını durduracak saldırılar söz konusu. Bu dünya tarihinde çok rastladığımız bir şey değil. Çünkü kurumlar hedef alınırdı, kurumların başındaki kadrolar hedef alınırdı. İlk defa kentler hedef alındı. Bu da çok özgün bir mesele. Bunun için ben buna; Türk siyasi tarihine Ankara-İstanbul Darbe Girişimi olarak geçecektir diyorum. Hatta bunu biraz daha genelleştirerek bu bir kent darbesidir. Kentler hedef alınarak yapılan bir darbedir desek yeridir. Bunun kabul edilmesi gerekiyor” dedi.
Sağlıklı bakış açısıyla olan biteni yorumlamak için ihtiyaç duyulan olguların modern devlet, demokrasi ve laiklik olduğunu vurgulayan Şahin, modern devletin tanımı ile ilgili açıklamalarına şöyle devam etti:
“Modern devlet ve demokrasinin taraftarı olmak çok büyük önem taşıyor. Burada modern devletten kasıt nedir bunu açmak istiyorum. Modern devlet birçok şekilde tanımlanabilir. Örneğin eski Çin’de bir devlet vardı, Osmanlı da bir devletti. Ama modern devlet farklı bir şey. Modern devletin en önemli 2 büyük özelliği var. Biri akılcılık dediğimiz kavramı nasıl kullandığı. Akılcılık hem usul hem esas açısından akılcı olmayı gerektiren bir yapıdır. Yani hem kullandığınız yöntemlerin hem de erişeceğiniz sonucun akılcı olması beklenir. Şimdi görünen o ki darbeyi gerçekleştiren yapı kendince bir usul akılcılığına dayanmaya çalışıyor fakat sonuç akılcılığı yani sonuçta varmaya çalıştığı olgu akılcı değil. Yani sonuçta hepimizin tekrar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hem usul hem esasen evrensel değerlere dayalı bir akılcılığı hedef almasını savunmamız gerekiyor. Yani akıldışı senaryolara, akıldışı kurgulara yönelen bir devlet anlayışını hangi cemaat, hangi siyasi grup savunuyorsa bunlara karşı en başta fikri mücadele gerçekleştirmek gerekiyor. İkinci husus modern devlet dediğimizde en önemli esaslardan bir tanesi de usul ve esasta akılcılığı sağlamak için liyakat dediğimiz işi ehline teslim etmektir. İşi ancak yapabilecek insanların eline teslim etmek gibi bir anlayışla yürütebilir. Eğer bu, o cemaate mensup o, bu siyasi görüşe mensup şeklinde devletin kadrolarını oluşturmaya başlarsak bunun ne yazık ki kaçınılmaz sonuçları bu gibi grupların zaman içerisinde bundan yararlanması, bunu bir fırsat olarak görmesi ve ne yazık ki yaşadığımız olaylara kadar giden sürecin ortaya çıkmasıyla karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla en başta Türkiye’nin modern devlet değerleri ve bununla birlikte de demokratik değerler üzerinde uzlaşması bu uzlaşma üzerinden de her tür girişime karşı bir cephe alması gerekiyor. Tabi bu yapılırken bu liyakat meselesinde Türkiye uzunca bir süre laiklik ilkesi konusunda ciddi bir kafa karışıklığı yaşadıktan sonra tekrar şunu farkediyoruz ki laiklik Türkiye için hakikaten vazgeçilmez bir ilke. Kırıp dökmeden, geçmişteki hatalara kapılmadan devlet düzeninde ve idaresinde tekrar işlevsel bir laiklik ilkesini yaşama geçirmemiz gerekiyor. Yarın başka bir cemaat ya da örgüt olmayacağının garantisini ancak laiklik ilkesinin kişi hak ve özgürlüklerini zedelemeden tekrar devlet kadrolarına geçirilmesiyle söz konusu olabilir."
Ordunun nasıl ele alınması gerekiyor?
Şahin, TSK için bundan sonra nasıl hareket edilmesi gerektiği sorusunu ise şu sözlerle cevapladı:
“İşi sıcağı sıcağına ele almak çok zor çünkü ortada inanılmaz bir dezenformasyon dolaşıyor. Doğru bilgiye ulaşmak çok zor ama ilkesel olarak şunu söylemek gerekiyor. Türkiye gibi bir ülkenin ordusunu itibarsızlaştırma ya da topyekûn yıkıp yeniden kurmak gibi bir lüksü yok. Çünkü içinde bulunduğumuz jeopolitik konum, mücadele edilen PKK, IŞİD ve Suriye sınırımız gibi hususları düşündüğümüzde böyle bir lüksümüzün olmadığını görüyoruz. Onun için bu yaşanan süreci biran önce hukuk sınırları içerisinde çözüme kavuşturarak orduyu tekrar liyakat sınırları içerisine çekmek zorundayız. Özellikle mücadele edilmesi gereken yerlerde orduyu pasifize etmek, orduyu güçsüz kılmak gibi çabalar içerisine girebilirler. Ben sevinerek şunu görüyorum birkaç münferit olay dışında Türk milleti ordusuna sahip çıktı, güvenlik kuvvetlerinin böyle bir itibarsızlaştırma içerisine sokulmasına da müsaade etmiyor. Bu gerçekten önemli bir husus bu anlayışı sürdürmemiz gerekiyor. Tüm milletimizin başı sağolsun.”