Osmanlı Devletinde kullanlan katipodası, landon, koçu ve kupa ne terimleridir?

A. Tiyatro
B. Haberleşme
C. Mutfak
D. Ulaştırma

Doğru Cevap: Ulaştırma

İstanbul'un sokakları dar ve dolambaçlı olduğu için bu arabaların süratle hareketi mümkün değildi. Bu sebeple bunların çekicileri at değil, sadece öküzlerden ibaretti.

İstanbul'da araba yaygınlaşmasına rağmen insanların çoğu atla geziyordu. Kadınların ata binmeleri yasaktı. Bir zaman arabaya binmek hakkı da sadece kadınlara verilmişti.

Aradan çok geçmeden artık, araba sayısı artmaya ve insanların sarsılmaması için yaylı arabalar yapılmaya başlanmıştı. Bunların en başında, altı kişilik "kâtip odası" ve dört kişilik "talika" denilen arabalar geliyordu. Bunlar, tek veyahut çift atla çekiliyorlardı.

"Kâtip odası" dingiller üzerine oturtulmuş, dört tarafında birer tane olmak üzere dört pencereli, bir süslü oda şeklindeydi. Pencereleri bazen camlı veya kafesli, ancak herhalde içerden ve kenarlardan zarif perdeli olurdu. Arabanın üstü tahtadan yapılırdı. İçi insanı ferahlatan renklerle boyanırdı.

Avrupa'da, uzun yolculuklarda kullanılan geniş ve yaylı arabalar da Osmanlı cemiyetinde kabul görmüştü. Bunlara "Hinto (Hintu)" adı verilmişti. Sultan Üçüncü Selim Han ve Sultan İkinci Mahmûd Han devirlerinde, bu hintoların küçükleri de yapılmıştı. Bilhassa saray kadınları, seyir yerlerine bunlarla gidiyorlardı.

Tanzimat devrinde, Avrupa'dan evvelâ "landon", sonra "kupa" ve daha sonra "fayton" da getirtildi. Landon, İstanbul'da pek rağbet görmedi. Buna mukabil, Bursa ve İzmir şehirlerinde kısa zamanda yayıldı. Üzeri açılıp kapandığı için, zenginlerin başlıca nakil vasıtası oldu.

"Talika" ile üzeri tenteli "uzun araba" Kadıköy, Üsküdar ve havalisine münhasır kaldı. İstanbul'da "kupa"lara karşı da rağbet vardı.

"Fayton", pek güç yayıldı. Meşrutiyet'in ilânına kadar bu tip arabaya kadınlar binemezlerdi.

Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinin son yıllarına doğru İstanbul'a "bato" sisteminde birkaç araba getirildi. Bunların tekerlekleri lastikli idi. O devrin meşhur saray adamlarından Fehim Paşa'nın, içi al atlas döşeli bir "bato"su vardı ki, şıklık ve zarafeti itibarıyla bir hayli zaman İstanbul halkının gözdesi olmuştu. Meşrutiyet'in ilânını müteâkip, Fehim Paşa'nın Bursa'da ölmesi üzerine, eşyaları satılırken bu arabayı Bursalı Kasap Hacı Ahmed Ağa isminde bir zengin almıştı.

Bunlardan başka hasırlı, yarım hasırlık, "brik" arabalar da vardı ki, bunlar da dâimâ sayfiyelerde kullanılırdı.

Taşra arabaları, başlıca iki şekilde idi. Bunlardan biri, üzeri meşin kaplı binek arabalarıydı ki, bunlara sadece "yaylı" denirdi. Diğeri de "tatar arabası" yahut "vurgun" denilen yük arabaları idi. Sivas taraflarında, dört at ile çekilen büyük "vurgun"lar da kullanılmıştır. Bunlar da "barhana" adını aldı.

Saltanat Arabaları

Saltanat arabaları, padişah ve padişah ailesi mensuplarının kullandığı arabalar idi.

Tanzimat devrine kadar Osmanlı'da, "Saltanat arabası" ismiyle bir araba mevcut değildi. İlk zamanlardan itibaren bütün padişahlar malum ve muayyen olan merasimlere at üstünde çıkarlardı. Binek arabası, saray-ı hümayun haremi için bir ihtiyaç olmuştur. Fakat 19. asır ortasına kadar nadiren kullanılmıştır. Valide sultanlar, haseki sultanlar, hanım sultanlar şehir sokaklarında dolaştırılmışlardır. Sayfiye, yalı, köşk ve kasırlara harem-i hümayun kayıkları ile gitmişlerdir. Şehir içinde dolaşan nüfuzlu valide sultanlardan Kösem Mâhpeyker Sultan'la, Hatice Turhan Sultan, devirlerinin ağır "hinto" arabalarına mükellef ve muhteşem taht-ı revanlarını tercih etmişlerdi.

Saray mensuplarının İstanbul'dan uzun yolculuklara çıkması sırasında da araba bir ihtiyaç olmamıştır. Yolcu, seyahatte can güvenliği için atlı olarak bir kervana katılmak mecburiyetinde olmuş, at yolculuğuna dayanamayanlar da develer üstünde "mahfe"ye binmişlerdir. Müddeti, beş aydan iki yıla kadar değişen seferlere çıkan padişahlar da gaza yollarını hep at üzerinde gitmişlerdir.