Uluslararası Üniversiteler Konseyi (UIC) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, “Bu vatan, din, millet ve insanlık düşmanı canavarlar hepimizin beyninde, kalbinde bu vahşilikleriyle yaşayacaklardır. İhtilaller, darbeler ya da muhtıralar Türkiye’nin yükselmesine, halkımızın ekonomik, sosyal, eğitim düzeyinin ileriye dönük ivme kazanmasına en büyük engeli teşkil etmektedir” dedi.
Vatan ve millet düşmanları tarafından yapılan darbe teşebbüsünü Genelkurmay Karargahı’nda protesto eden ve karşı duruş için giden ilk kişilerden olan UIC Kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet Azizoğlu, sabah saat 04.00 sıralarında yaralanmıştı. Hastaneye kaldırılan Azizoğlu, darbe teşebbüsü ve olaylarla ilgili açıklamalarda bulundu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu coğrafyada hangi tarih boyutunda güçlü ve küresel söz sahibi olursa mutlaka karşısına yüzyıllık süreçte askeri darbeler, kaoslar, terörizm, etnik mezhep ya da ideolojik tuzaklarla ileriye değil geriye iç çekişmelerle meşgul edilip, dışa bağımlı ve güçlü ülkelerin himmetine muhtaç hale getirildiğini kaydeden Azizoğlu, “Bu hain ve alçak tuzaklara bizim için her zaman manevi açıdan peygamber ocağı, milli açıdan güvencemiz ve iftiharımız olan ordumuz zaman zaman şer odaklarının hain emellerine hizmet eden kötü niyetli üst seviyede mensupları tarafından alet olmaktadır. İhtilaller, darbeler ya da muhtıralar ülkemizin yükselmesinde, halkımızın ekonomik, sosyal, eğitim düzeyinin ileriye dönük ivme kazanmasına en büyük engeli teşkil etmektedir. Demokrat Parti iktidarı ile yükselen refah düzeyimiz, albaylar cuntası dediğimiz alt rütbeli askerlerin üst rütbeli komutanlarına emir ve zorbalıklarla yaptırdıkları darbe sonucu ülkenin seçilmiş başbakan ve bakanlarını katledip, cumhurbaşkanı ve neredeyse tüm devlet erkanını sözde mahkemelerde ve hapishanelerde zulüm mekanizmasına tabi tutarak ülkeyi on yıllarca geriye götürmüşlerdir. Keza 12 Mart askeri darbesi yine ülkemizde ekonominin durmasına, demokrasinin askıya alınmasına ve genç insanların katledilip zindanlarda çürümesine vesile olmuştur. 12 Eylül askeri darbesi sadece iktidar hırsı, mevki, makam sevdası ile ülkenin geleceğini kurdukları hain kaos planları ile iç savaşa sürükleyen kahraman ordumuzu kötü ve kirli emellerine alet eden üst düzey generallerin yaptığı ve Türkiye’yi 30 yıl geriye götüren, millete ihanet teşebbüs ve eylemlerinden bir başka örnektir. Turgut Özal ve Anavatan Partisi döneminde halkın söz ve iradesi ile demokrasi, ekonomik ve küreselleşme alanlarında hızla bölgesel ve küresel saygınlık kazanmaya başlayan, milli ve manevi değerlerinin farkını anlamaya, uygulamaya başlayan aziz milletimize karşı halkın maneviyatını, inancını, kutsal değerlerini hiçe sayan yine ordumuzun azınlık bir general grubu tüm orduya hükmederek 28 Şubat Muhtırası ya da post modern darbesiyle halkı siyasi istikrarsızlığa, ekonomik çöküntüye, toplumsal ayrımcılığa iten, bir gecede milyar dolarlık ekonomik kayıpları önemsemeyen, dış odaklardan aldıkları emirleri yerine getiren darbe girişimi ile Türkiye’nin felaketi olmuşlardır” dedi.
Azizoğlu’ndan birlik ve inanç vurgusu
2002 yılında antidemokratik sisteme ve yapılanmalara karşı tam demokratik halk iradesini yansıtan, ülkeyi aydınlık yarınlara taşıyacak seçimler sonucunda AK Parti iktidarının yüksek halk iradesi ile tek başına iktidar ve cesur bir liderle Türkiye’nin kaoslarla geçen demokratik sistemini, kırılgan ekonomisini itibarsızlaşan ve dışa mahkum küresel dış politikasını aydınlık geleceğe taşıyan AK Parti iktidarları döneminin başladığını belirten Azizoğlu, “Yüce milletin emir ve komutasını, hissiyatını, inancını, değer ve kavramlarını hiçe sayan, hatta onu küçümseyen ordumuz içindeki aslında Türk Silahlı Kuvvetleri, vatan ve millet düşmanı darbeci zihniyet ve yapılar hep aktif oldular. 27 Nisan Muhtırası gibi teşebbüsleri oldu. Ancak millet, iktidar ve devletin tüm unsurları birlik, inanç ve güç birliği ile Türkiye’yi neredeyse 100 yıllık tarihine denk gelecek ekonomik, diplomatik, demokratik ve siyasi istikrara kavuşturan 14 yıl geçirdi Türkiye. Fakat sözde din adına hareket ettiğini tüm topluma 40 yıldır kamufle ettiği sinsi yüzü ve karanlık kalbi ile dış mihrakların emir ve iradesi ilen kurulmuş bir yapı, tüm kurumların kılcal damarlarına kadar işlemiş bir yapı oluşturdu. Bu yapının son 2 yılda deşifre olması ile yok olma korkusu, ülke ve milletin tüm kazanımlarını yok etme pahasına halkın yüzde 50 oyunu almış meşru iktidarı yok etme savaşı vermeye başladı. Tarihe Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sürülmüş en büyük leke olarak not düşen adına darbe, aslında planlı projeli bir terör eylemini 15 Temmuz 2016 tarihinde karanlık maskelerini çıkartıp tüm güçleriyle Türk, Kürt, Alevi, Sünni, sağcı ve solcu ayrımı yapmadan tüm toplumun geleceğini belirsizliklere sürükleyecek alçak bir terör eylemi girişiminde bulundular. Bu terör eyleminin ve benzeri terör eylemi diye nitelendirdiğim darbe ve darbe teşebbüslerinin en karanlık ve alçaklık ölçülerini zirveye çıkartan teşebbüsünü algılamamız ve hatırlamamız için darbelerin dününün analizini aklımızda tutmamız gerekir” dedi.
’’Kurşun beni öldürmedi, gazi yaptı’’
Darbe yapılan gece ülke, millet ve din düşmanı karanlık yapıya karşı millet çoğunluğu ile birlikte geçmişin karanlığına ülkenin gömülmemesi için Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’nda mücadele ettiğini ifade eden Azizoğlu, şunları söyledi:
“Genelkurmay Karargahı önündeki tanklara karşı mücadele etmeye gittiğimde bu insanların tüm insani değerlerden, vicdan ve imandan yoksun olduklarına şahit oldum. 100 kişi ile başladığımız grup, saat 01.00 bulduğunda binleri buldu. Ben ve diğer yurttaşlarımız sadece tekbir getirip insani ve demokratik reaksiyonumuzu göstermemize rağmen 30-35 yaşlarında elinde uzun namlulu silah taşıyan tankın üstünde bir subayın talimatı ile 3 tankın en önünde olanı hızla üzerimize gelmeye başladı. Havaya ve sağımıza solumuza ateş etmesine rağmen hiçbirimiz geri adım atmadık ve yolu açmadık. Hiçbir insani değere sahip olmayan bu sözde subay ve arkasındaki tank ve diğerleri tanklarıyla araçlarımızın üzerinden geçti. Yine halkın geri adım atmadığını gördüklerinde tankları Genelkurmay’ın duvarlarını yıkarak içeri aldılar ve namluları bizim üzerimize çevirdiler. Çağırdıkları helikopter ile havadan üzerimize ateş açmaya başladılar. Birçok vatandaşımızın yaralanmasına ya da şehit olmasına vesile oldular. Doğal olarak halk alt geçide, karargahın görünmeyeceği noktalara çekildi. Yaklaşık 100 kişilik grup ölsek dahi bulunduğumuz yerden ayrılmayacağımıza yemin ederek Genelkurmay Karargahı ile Deniz Kuvvetleri arasında bulunan üst geçidin bulunduğu yerde açık alanda eylem, protesto ve darbeye karşı duruşumuzu sürdürmeye devam ettik. Karargahtan sürekli ve durmaksızın ateş etmeye devam ettiler. Sırf oradan ayrılmamız için bilinçli yapılan ateş sonucu içimizde sürekli vurulanlar oldu. Bu arkadaşlarımızı ambulanslar, motosiklet ve özel araçlarla hastanelere sevk ederken aslında göğsünden vurulan 4 arkadaşımızın şehit olduğunun hepimiz farkındaydık. Buna rağmen grubumuzdan ayrılan hiç kimse olmadı. Bacaklarından, karın bölgelerinden vurulan arkadaşlarımızı bulduğumuz araçlarla sevk ederken bulunduğumuz yeri terk etmiyorduk. Saat sabahın 4’ünde ayakta sürekli sağımda solumda sıkılan kurşunlar arasında tekbir getirip eylemimize devam ederken vurulma sırası bana gelmişti. Yoğun ateş altında ben vuruldum. Arkadaşlar dediğimi hatırlıyorum. Hedef olmamak için cep telefonlarının ışığını kullanmıyorduk. Cep telefonu ile orada bulunan kardeşlerim yüzüme çevirdiklerinde ‘çok kan kaybediyorsunuz, yere yatmanız gerek hocam’ dediler. Başım hedef gözetilerek yapılan atışta başımdan vurulmuştum. Fakat alçak, onursuz, şahsiyetsiz bir insanın beni öldürmek için gönderdiği kurşun bana onur ve şeref olmuştu. Çünkü kurşun beni öldürmemiş, tam aksine bu din ve vatan düşmanlarına karşı ‘gazi’ yapmıştı. Orada bulunan kardeşlerimin ve benim başımda yaptığımız yoklamada kurşunun yumuşak dokuyu parçalayarak geçtiğini, kafatasına hiçbir zarar vermediğini ve yoğun kanamanın bundan kaynaklandığını anlamıştık. Tekrar hedef olmamak için yere yatırdılar. Dinsiz ve milliyetsizlerin yoğun ateşi altında ambulansa gidecek kadar bir araç bulmaya çalıştılar. ‘Yaralı var’ haykırışlarına bir kardeşimiz aracı ile gelip yanaştı. Beni araca taşıdıklarında bir başka kardeşimizi yine keskin nişancı ile bacağından vurdular. Maaşlarını bizden alan, bizim verdiğimiz yüksek toplumsal statü, mevki ve bize ait olan silahlar ile bizi öldürüyorlardı. Uçaklar ile yanımızda parlamento binasını bombalıyorlar, üstümüze helikopterden ateş açılıyor ve bizim savaş uçaklarımız üzerimizden alçak uçuşlar yapıyorlar. Bu vatan, din, millet ve insanlık düşmanı canavarlar hepimizin beyninde, kalbinde bu vahşilikleriyle yaşayacaklardır. Dünyaya demokrasi ve birliktelik dersi verdiğimiz bu gecede Ankara İbni Sina Hastanesi ambulans ile acil servisinde beni ve onlarca yaralıyı büyük özveri ve şefkatle tedavi eden tüm personele şükranlarımı sunuyorum.”