İşte Avukat Fatma KAPTANOĞLU'nun "Bu kadın cinayetlerinden payımıza düşeni alalım" başlıklı yazısı...

Türkiye 13 Şubat sabahına yine bir kadın cinayeti haberiyle uyandı. Cinayet değil kadın vahşeti, kadın terörü ya da ismine ne derseniz artık… İçim acıyor, bağırmak haykırmak geliyor içimden, hayır bu da yetmez bir şeyler yapmak lazım. Ama kolay mı? “Kadınlar size Allah’ın emanetidir” diyen bir peygamberin ümmeti iken, cinayetlerin,  tecavüzlerin, lüks yaşamların, tv programlarıyla özendirilerek bozulduğu Türk toplum yapısını yeniden toparlamak ve bişeyler yapmak.

Yine kadına karşı şiddet tartışmaları, bir türlü cevap bulamayan ne yapılabilir ya da ne yapılmalıydı soruları, cezaların caydırıcılığı ve hatta idam cezası yeniden getirilsin önerileri bu vahşetle birlikte tartışılmaya başlandı. Evet kadına karşı şiddete en ağır cezalar getirilmeli ki böylesi vahşetler yaşanmasın, suç oranları en aza insin.

Ama toplumsal realite pek de öyle demiyor. Zira şimdiye kadar yapılan çalışmaların, arttırılan cezaların caydırıcılığı oldu mu? Maalesef hayır…. İdam geri gelsin gelmesine elbette ama gelen bu ceza ne yaşanan olayları sonlandıracak ne de vicdanları rahatlatacak. Öyle ya masum bir canın karşılığında bir katilin canını almak öfkeyle dolan kalpleri soğutur mu? Alır mı içimizdeki yangını ya da evladı vahşice öldürülen bir ananın feryatlarını kulaklarımızdan silmeye yeter mi? Yetmez. Yetmeyecek de…. Sadece okyanustaki bir su damlası kadar soğutacak yanan yürekleri ama kalıcı bir çözüm olamayacak.

Peki ne yapılmalı? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız arı gibi çalışıyor bu konuda çare arıyor bu ve daha önce yaşanan vahşetlere ama ne yapılanlar ne de yapılacak olanlar sihirli değnek etkisi yaratmayacak, kesmeyecek bıçak gibi kadın cinayetlerini. O halde asıl görev biz kadınlara düşüyor, bir kadın olarak, bir eş olarak ve en önemlisi de bir anne olarak hepimiz pay almamız lazım bu sorumluluktan.

Biz kadınlar dur demek için bu cinayetlere işe kendi ailemizden kendi evlatlarımızdan başlamalıyız. Belki zaman alacak ama sorunu kökten çözecek. Kendi çocuklarımız, kız erkek ayrımı yapmadan, yasaklar koyarak değil görev ve sorumluluklar vererek, koruyup kollayarak değil hatasının farkında olmasını sağlayarak, güzel ahlaklı, dürüst çocuklar yetiştirmeliyiz ki sağlıklı nesiller yetişsin ve uzun vadede yaramıza merhem olsun.

Bu tezimi 13 Şubatta ölüm haberi kafamıza balyoz gibi düşen Özgecan Arslan cinayeti maalesef doğrulamıştır. Zanlının kanları donduran ifadeleri babasının da bu işin içinde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Peki Münevver Karabulut cinayeti bundan farklı mıydı? Hayır…

Tabii ki bugün siyah giyinelim, boykot edelim, sosyal medyada paylaşımlar yapalım, idam cezasını geri getirelim vs…. ama en büyük görevi de üstlenelim sağlıklı, ahlaklı ve hayırlı evlatlar yetiştirelim….