Haftalık haber dergisi Aksiyon’a konuşan Eurovision ve Türkçe Olimpiyatları’nın usta sunucusu Bülend Özveren, ismi Uluslararası Dil ve Kültür Festivali olarak değişen organizasyonun Almanya’daki programından sonra Türkiye’ye dönerken ‘makul şüphe’den tutuklarlar diye korktuğunu söyledi.

Behram Kılıç’ın yaptığı röportajdan bazı bölümler şöyle:

"-Bülend bey, bu öğrenciler Türk okullarında okuyor. Siz de bir Fransız okulundan mezunsunuz? Yabancı bir okulda okumanın avantajı nedir?
Ortaokulu Saint Benoit Fransız Lisesi’nde, liseyi ise Galatasaray Lisesi’nde tamamladım. Rahmetli babam iyi ki beni Fransız okuluna gönderdi. Fransızca çok önemli bir dil. İngilizce ve Almanca da öyle. Bugün doğal olarak Türk kültürü dışında bana en yakın kültür Fransız Kültürü. Ben şunu savunuyorum: Tam sayısını bilmiyorum, 150 ülke mi ne? Tanzanyalısı, Papua Yeni Ginelisi, Tacikistanlısı, yani değişik dil, din, ırktan çocuklar benim burada Fransızca öğrendiğim gibi, oralarda benim güzel dilim Türkçe’mi öğreniyorlar. Artı benim kültürümü öğreniyorlar. Bunda ne yanlışlık var? Ne tuhaflık var? Dolayısıyla çok çok önemli bir iş yapılmış yurt dışında. Bu kadar büyük bir düzen sağlanmış, orada okuyan öğrenciler sivil toplum kuruluşlarında, devlette görev almaya başlamış. Kötü mü bu? Bu çocuklar ülkemize muhabbet besliyor, aslan gibi de Türkçe konuşuyor, kötü mü bu?

-Gittiğiniz festivallere katılan çocuklarla konuşuyorsunuzdur, Türkçeleri nasıl?
Benim yaş grubum Türkçemizde hâlâ var olan ama yavaş yavaş kaybolmaya başlamış Arapça, Farsça kelimeleri kullanır. Bu çocuklarla da konuşurken böyle kelimeleri kullandığım oldu. Bir keresinde durdum, çocuklara sordum, ‘Ne demek istediğimi anladınız mı?’ diye. Anladıklarını gördüm. Bu çok önemli. Türkçeyi ‘Var ben gitmek’ gibi konuşmuyorlar, adam gibi Türkçe konuşuyorlar.

-Bu çocukların sahnedeki mükemmel uyumu hakkında ne diyeceksiniz?
Eşim, bu sene Brüksel’deki finali evde ekrandan izledi. Ben programı sunduktan sonra Türkiye’ye döndüm, eve geldim. Kapıyı açtı, iki eli havada bir vaziyette beni karşıladı. Teslim olursunuz ya, öyle bir şekilde. Hoş geldin bile demeden “Nasıl beceriyorlar Bülend?” diye sordu. Belçika Başbakanı oradaydı, Avrupa Konseyi’nin eski başkanı oradaydı, bakanlar, milletvekilleri oradaydı. Ben de kendisine “Nasıl oluyor bilmiyorum ama çok güzel oluyor.” dedim. Bu iş oluyor, hatta çok da iyi oldu bu seneki. Bazı insanlara mesajlar da gitti.

-Avrupa Parlamentosu Başkanı’nın mesajı gibi mi?
Evet. AP başkanı bu sene çok güzel bir mesaj gönderdi. Metin uzundu. Ben de ekranda okuyacaktım. Ama sonra metin uzun diye vazgeçildi gibi oldu. Ben metnin önemli olduğunu düşündüğüm iki paragrafını uygun bir arada okudum. Çünkü metin yapılan festivalin ruhuna çok uygundu. Orada bir cümle vardı, “AP himayesinde yapılmaktadır.” diye. Senin cumhurbaşkanın ve başbakanın ‘Hadi dışarı gidin’ diyor, orada ise adam bu organizasyona sahip çıkıyor. Bu çok önemli bir durumdu. Bir de program biterken “Bir saat 40 dakika sonra Türkiye’de seçim var.” dedim. “Hayırlısı.” dedim. “Yalnız bir dileğim daha var; o da şu:” dedim. “Umuyorum ki 14. Türkçe Olimpiyatları tekrar ülkeme döner.” Mesaj gideceği yere gitti bence.

-10 yıldır sunuyorsunuz. İlk nasıl tanıştınız, nasıl başladınız?
Çok iyi hatırlıyorum. Bir gün telefonum çaldı. Bana profesyonel bir işten bahsettiler. Türkçe Olimpiyatları’ndan o güne kadar haberim yoktu. Böyle bir olay var, sunar mısınız? Kabul ettim. Ama benim için profesyonel bir işti. Dünya Ticaret Merkezi’nin yanında bir mekânda sundum ilk. Bilmediğim için program başladığı halde tam olarak neyin olup bittiğini anlayamadım. Benim kültürümün dünyaya müspet anlamda yayılması için yapılmış bir organizasyon olduğunu yavaş yavaş fark etmeye başladım sonraki dakikalarda. Olayın içeriğini, anlamını, ne kadar önemli olduğunu fark ettikten sonra bunun içinde her zaman yer alırım dedim kendi kendime.

-Ama bu güzelliği engellemeye çalışanlar da var…
Geçen yıl ocak ya da şubat ayıydı. Evdeydim. Televizyon açıktı. Başbakan Tayyip Erdoğan bir yerde, bir mitingde konuşuyordu. Bu olimpiyatları kast ederek ‘Bunu bir daha Türkiye’de yapsınlar da göreyim’ gibi bir söz söyledi. Bu sözü duyunca çok sinirlendim. Hemen telefona sarıldım. Organizasyonun sorumlularından Ahmet beyi aradım. “Ahmet” dedim, “Şimdi başbakan böyle böyle söyledi, bak kardeşim” dedim, “Bana ne görev düşüyorsa ben arkanızdayım sizin.” Çok sinirlendim o lafı duyunca. Senin ne hakkın var bu olimpiyatları yasaklamaya?

-Özellikle bu sene bir korku yaşadınız mı bu organizasyonu sunduğunuz için? Hani…
(Sözümü bitirmeden söze girdi) Katiyen komplo teorilerine fazla değer veren bir insan değilim. Fakat ilk defa, hayatımda ilk defa, Dortmund’daki gösteri bitti, otele geldim. Odama çıktım. Yatağa uzandım. “Yahu” dedim kendi kendime, “Acaba ben yarın Türkiye’ye ayak bastığımda, pasaporttan geçerken, makul şüpheli sıfatıyla, kenara çekilme ihtimalim olabilir mi?” Hayatımda ilk defa böyle bir düşünceye kapıldım. Bizi ne hale getirmişler, düşün! Benim gibi akılcı yönden düşünen, katiyen safsataya önem vermeyen bir adam birden bire “Acaba beni yarın çekerler mi kenara?” diye düşündü. Çünkü kenara çekildiğin takdirde bir sürü pislikle karşılaşacaksın, haksızlıklarla karşılaşacaksın, belki de hapishaneye bile yollayacaklar seni. Yapacak hiçbir şey yok. Senin oralarda 3-5 gün, 3-5 ay, 3-5 sene kalma ihtimalin var. Bunlar elhamdülillah bitti. Artık böyle bir tehlike yok (Görüşmemiz 7 Haziran seçimlerinden sonraydı). İlk defa hayatımda böyle bir şey düşündüm. Olabilir mi diye düşündüm. Ve endişe de ettim. “Bu yaştan sonra hapishanelerde ne yaparım?” dedim. Ve üstelik yaptığım kötü bir şey yok. Ülkem için son derece yararlı bir hizmet yapılıyor, Türkçe için son derece yararlı bir şey yapılıyor, insanlara sevgi, barış, kardeşlik aşılanıyor orada. Ben bunu görüyorum, gördüğüme göre de konuşuyorum, gördüğüm her şey müspet ve yararlı.

-Çevrenizden hiç tepki aldınız mı bugüne kadar?
Sıfır. Yaptığın doğru diyorlar. Bakın Fransız okulunda okuduğunuz zaman Descartes’ın ‘akılcılık’ mantığını çaktırmadan kafanıza işlerler. Ben bir şey safsataysa dinlemem bile. İlgimi çeken bir konu var ise de sorularımı sorarım. Bu konuda sorularımı sordum, kendi kendime sordum, çevreme de sordum. Ve bu çok doğru, yararlı bir şeydir diye kesin kanaat getirdim. Bitti.

-Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında bilginiz var mı?
Çok az. Sayın Gülen’in geceyle alakalı mesajlarını ben okuyorum. Bunun dışında arabamda bazen radyodan dinliyorum. Arada bir ekranda da görüyorum kendilerini. Anlattıklarından ona karşı herhangi bir olumsuz fikir oluşmuyor bende. Gizli bazı emelleri mi var, ben öyle bir şeye kapılmıyorum onu dinlediğim zaman. Ya da olimpiyatlarla ilgili mesajlarını okuduğumda... Barış, kardeşlik, sevgi, iyilik dostluktan bahsediyor. Ne var bunda? Dolayısıyla bakış açınız da müspet olmaya başlıyor ona karşı. Bu olaya katkılarına bakıyorum. En baştan en sona kadar herkesi tebrik ediyorum, böyle bir olayı meydana getirdikleri için.

-Batılı misafirler de bu olimpiyatlara gelmeye başladı. Devlet adamları da…
Evet. Brüksel’deki programda Belçika Başbakanı da oradaydı.

-Onlar da bu tabloyu görünce hayranlık duyuyorlar.
Başka ne duyabilirsin? Mesela bunu Letonyalı eğitimciler yapsın. Onların da hükümetle sorunları olsun. Onlar da bu sorunlardan dolayı festivali Türkiye’de yapmak istesinler. Ve bizim başbakanı, cumhurbaşkanını çağırsınlar. Bizimkiler de bu davete katılsın. Ne görecekler mükemmel bir olaydan başka? Belçika Başbakanı da bunu gördü ve konuştu. Ama senin başbakanın, cumhurbaşkanın ‘Buradan gidin, ne yaparsanız yapın!’ diyor. ‘Göreyim ne yapacaksınız?’ diyor. Oradaki adam ise gördüğünde beğeniyor ve destekliyor. Yapılan iş güzel. İnşallah gelecek sene Türkiye’de yapılır.

-Olimpiyatların Türkiye’de yasaklanması dünyaya açılmalarına vesile oldu. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Doğrudur. Artık Türkçe Olimpiyatları değil ismi. Uluslararası Dil ve Kültür Festivali. Bu da doğru bir karar. Ama ben yine o isim unutulmasın diye çaktırmadan Türkçe Olimpiyatları Uluslararası Kültür ve Dil Festivali diyorum. Yürekten destekliyorum bu olayı. Seneye de dünyayı dolaşsın ama kapanışı Türkiye’de yapalım inşallah.