Cihan Sendikalar Konfederasyonu (Cihan-Sen) Genel Başkanı Naci Haliloğlu, 17-25 Aralık süreci sonrasında doruğa çıkan ve bugün gelinen noktada, kamu çalışanlarına uygulanan 'kanunsuz, keyfi ve haksız' müdahalelerin bir vesile ile terör örgütlerinin doğrudan hareket alanını genişlettiğini savundu. Devletin özellikle yargı ve güvenlik birimleri gibi kamu güvenliğini ilgilendiren kurumlarındaki 'partizanlık, adam kayırmacanın' ayyuka çıktığını öne süren Haliloğlu, “Bu kirli tablo birçok kesimin yanında kamu çalışanlarını da canından bezdirmiştir. Devletin güvenlik açısından iç ve dış güvenlik çarkları tahrip edilmiş, siyasî baskılar, yıldırmalar, açığa almalar ve sürgünler ile yapılan tayinler sonucunda ise devlet zaafa uğratılmıştır.” dedi.

Naci Haliloğlu, ‘Kamu Çalışanları ve Devlet Zaafı’ başlıklı yazılı bir açıklama yaptı. Siyasi iktidarın son döneminde devlet kurumlarında liyakat, tecrübe, bilgi, beceri ve dürüstlük, yerini 'adam kayırmacılığa', yani bir anlamda 'partizanlığa' bıraktığını iddia eden Haliloğlu, “Devletin özellikle yargı ve güvenlik birimleri gibi kamu güvenliğini ilgilendiren kurumlarındaki partizanlık, adam kayırmaca ayyuka çıkmış, bu kirli tablo birçok kesimin yanında kamu çalışanlarını da canından bezdirmiştir. Devletin güvenlik açısından iç ve dış güvenlik çarkları tahrip edilmiş, siyasî baskılar, yıldırmalar, açığa almalar ve sürgünler ile yapılan tayinler sonucunda ise devlet zaafa uğratılmıştır.” ifadelerini kullandı.

'Gizlilik' zırhına bürünen uygulamalar ile kamu çalışanlarının, devleti korumak için değil, kendilerine çıkar sağlamak için hareket eden 'partizan' bir zihniyetin tekelinde kaldığını savunan Haliloğlu, şunları kaydetti: “Örneğin; hakkında yolsuzluk ve disiplin cezası olan şahısların atanması ve terfi edilmesinde siyasî baskıların olmadığı nasıl söylenebilir. Devletin tüm birimleri ile kamuya, yani kendini teşekkül eden halkına, tarafsız ve bağımsız bir şekilde hizmet edebilmesinin aracı ve çıkış noktası hukuktur. İktidarın partizanca ve keyfi tutumları ile bir kere hukuk devleti ortadan kalkıyor. Böyle bir anlayışla devlet idare edilmez. Olsa olsa devlet tahrip edilir. Kamuyu ilgilendiren güvenlik süreçlerinde partizanca bir tutuma öncelik verilmesi devleti tahrip eder ve bu tutumlar ise gelecekte sosyal patlamalara neden olur. Huzur ve güvenin olduğu zamanlarda ise emin olun bundan her kesim kazançlı çıkar.”

Devletin güvenlik birimlerindekiler başta olmak üzere, diğer kurumlarındaki kamu çalışanlarının 'hukuksuzluklar sürecini' bizatihi yaşadığı ve bunların canlı şahidi olduklarını vurgulayan Haliloğlu, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Kamu çalışanları, kamunun aleyhine gelişme ihtimali olan tehlikelerin ilk savunucusudur. Sürgünlere gönderilen, havuzlara-kızaklara çekilen veya meslekten ihraç edilen kadrolar güvenliğimizin nasıl savunucusu olabilir ki? Kamu idaresinde yapılan hukuksuzluğun sonucu ise elbette devletin zaafa ve kontrolsüzlüğe sürüklendiği ve hepimizin son günlerde şahit olduğu yurtiçinde artan terör eylemleridir. Son zamanlarda meydana gelen seçim öncesinde HDP’nin Diyarbakır mitinginde gerçekleştirilen ve dört vatandaşımızın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan bombalı saldırı, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde gerçekleştirilen ve 32 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği, 100'den fazla kişinin de yaralandığı bombalı saldırı ve maalesef artarak devam eden asker ve polislerimizin alçakça şehit edildiği terör eylemleri. Hepimizin içini acıtan, yuvalarımıza kor ateş düşüren bu terör olaylarını neden-sonuç ilişkisi içerisinde kim, nasıl izah edebilir? Belki kim ve nasılı izah edemeyebiliriz ama neden-sonuç ilişkisini rasyonel bir akıl yürütme ile iki maddede izah edebiliriz. Birincisi, birilerinin elinde bir terör tokmağı var ve bu tokmağı istediği an istediği yere indirebilmektedir. İkincisi, güvenlik birimlerinde bilinçli veya bilinçsizce oluşturulan zaaflardan dolayı, bu olaylarda devlet proaktif bir inisiyatif sahibi olamamaktadır.”

“Her kesimden insanlar şunun farkına iyi varmalılar; kamu çalışanlarına uygulanan keyfi sürgünler ve hak gaspları terör öğütleri dışında hiç kimseye somut bir fayda sağlamaz.” diyen Haliloğlu, şu ifadeleri kullandı: “Aksine mutlaka olması gereken 'güçlü devlet' ilkesini ve algısını zaman içinde zaafa uğratır. Kamu çalışanlarına her el uzatış, aynı zamanda terör örgütleri ve güvenlik ortamı arasındaki açının, hassas olan güvenlik ortamı aleyhine kapanması demektir. 17-25 Aralık süreci sonrasında doruğa çıkan ve bugün gelinen noktada, kamu çalışanlarına uygulanan kanunsuz, keyfi ve haksız müdahaleler bir vesile ile terör örgütlerinin doğrudan hareket alanını genişletmektedir. Devlet yönetimindeki ciddiyetsiz davranışlar, sadece kamu çalışanlarının değil, bundan doğrudan veya dolaylı etkilenen insanımızın da can ve mal güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Milletimiz ise en son 7 Haziran seçimlerinde verdiği tepki ile bunun farkında olduğunu izhar etmiştir.”

Seçimlerden sonra ortaya çıkan ortamın, kamu çalışanlarının bundan sonra gerçekleştireceği güvenlik çalışmalarına sahip çıkmak ve destek verebilmek adına bir şans olduğunu hatırlatan Haliloğlu, şunları kaydetti: “Kamunun yeni siyasi muhatapları güvenlik konusunu mutlaka ciddiyetle gözden geçirmeli ve kamu çalışanlarının iç ve dış güvenliğe müteallik gerçek taleplerini bütün ciddiyetiyle irdelemelidir. Meclis'teki yeni siyasi aktörlerden; devletin güvenlik birimleri başta olmak üzere diğer tüm kurumlarında da partizanca davranışlara acilen bir dur demesi ve buradaki kamu çalışanlarının görevlerini yapacakları hukuki ve idari anlamdaki altyapıya yönelik tedbirlerin alınması konusunda çağrı yapıyorum. Ve uyarıyorum; son zamanlarda meydana gelen olaylar gösteriyor ki birileri ülkemizin menfaatine olacak güvenlik ortamını istemiyorlar. Tam tersine suç ve terörden neticelenen güvensizlik ortamından iktidar ve fayda devşirmeye çalışıyorlar. Belli ki terörden kaynaklı felaketlere zemin hazırlanıyor ve terör hücrelerine ekonomik ve stratejik yardımlar yapılıyor. Ama sonunda yanlışlıklar ve suçlar ortaya mecburen çıktığında yıpranan kurum devletin kendisinden başkası olmuyor. Hatası olan siyasi, yaptığı hatanın cezasını seçimden seçime ödeyeceğini bilir ve sorumluluktan çok kolay sıyrılabilir. Ancak devletin güçlerinin hata yapma şansı yoktur ve herhangi bir memurun en küçük hatasının bile sorumluluğu devletin sırtına yüklenir. Peki, hem siyaset kurumu hem de devlet kurumları için söz konusu bu anormallik ne zamana kadar devam edecek? Ne zaman ki siyasiler de kamu çalışanları da Anayasa ve kanunların emrettiği düzen içerisinde hareket edilmesi gerektiğini fark ederse bu olumsuz durum artık devam edip gidemez. Son zamanlarda huzur ortamını bozmaya yönelik refleksler yine sıklaşma istidadı gösteriyor. Kardeşliğimize ve birliğimize kasteden bu süreçte kamu çalışanlarının, devletin zaafa düşürülmemesi yönünde korunması ve bu çalışanlara sahip çıkılması gerekmektedir. Güvenlik birimlerinde bilinçli veya bilinçsizce oluşturulan zaafları izale etmenin ve kamu çalışanlarını korumanın, o çalışanların varlık nedeni olan hukuki düzeni korumaktan geçtiğini bir kez daha hatırlatıyorum.”