Erdoğan'ın başlattığı tartışmanın iki boyutu var. İlki, "modern dünyada İslam'ın nasıl yaşanacağı" konusu. İkincisi, Türkiye'de dini hayatın düzeninin mahiyeti.İŞTE BURHANETTİN DURAN'IN YAZISINDAN BAŞLIKLAR;

Erdoğan'ın başlattığı tartışmanın iki boyutu var. İlki, "modern dünyada İslam'ın nasıl yaşanacağı" konusu. İkincisi, Türkiye'de dini hayatın düzeninin mahiyeti. Ve İslam'ın kamusal temsili bağlamında devlet-sivil toplum ilişkilerinin yapısı. Her şeyden önce, İslam'ın güncel meselelere verdiği cevaplar olmazsa din, hayatın dışında kalır. Gündelik hayatını İslam'a göre şekillendirmek isteyen dindar insanların önüne "tek sahih İslam" iddiasıyla gelenekselci veya Selefi yorumlar koyulursa birey hayattan kendini yalıtır.

Dini yaşam bazı sembolik pratiklere hapsedilir, ruhu ve getirdiği değerler kaybolur. Ya da modern hayata uyum adına İslam'ın ortalıkta sadece adı kalır, Batılı seküler yaşam tarzı her şeyiyle hâkim olur. Genç nesiller Selefi yorum ile sonu "deizme" varabilecek aşırı seküler hayat anlayışı arasında bırakılır.Türkiye'de "dini yaşamın düzenine" gelince; bu husus modernleşme tarihimiz boyunca hep tartışma konusudur. Gerek din- devlet ilişkileri bağlamında gerekse İslam'ın kamusal temsili yönüyle... İslam'ın temsili anlamında Osmanlı devleti kendine has bir devletsivil toplum dengesi kurmuştu.Temsil, devletin gevşek kontrolünde ulema ile tarikatlar arasında paylaştırılmıştı.

Erken Cumhuriyetin radikal laikçiliği ise İslam'ı kamusal alandan tasfiye etmekle kalmadı, ulemayı Diyanet İşleri Başkanlığı formatında "etkisiz memurlara" çevirirken tarikatları ve cemaatleri de yer altına itti. Demokratik hayata geçişle dini grupların alanı genişledi ise de bir türlü normalleşme gerçekleşmedi. 28 Şubat sürecinin dini hayata zecri operasyonları hâlâ hafızalarda dipdiri.