Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun iftar davetine katılan aydınlardan serbestiyet.com yazarı Halil Berktay, katılımcıların yaklaşık altı saat süren programda dile getirdiği eleştiri, fikir ve değerlendirmeleri köşesine taşıdı. “Bir noktanın tekrar altını çizmeliyim” diyen Berktay, “Yukarıdakiler münhasıran davetli katılımcıların söyledikleridir; başbakanın ve diğer bakanların başta, aralarda ve en sonda söylediklerini tamamen bu derlemenin dışında tuttum. Dolayısıyla yukarıdaki hiçbir ifade, onlara izafe edilemez. Ama dolaylı biçimde de olsa, AKP liderliğinin geniş vizyonu ve gündemiyle; bu geçiş ânında her eyi yeniden değerlendirme yaklaşımının kucaklayıcılığıyla; taktik ucuzluk ve sathîlikten uzaklığıyla ilişkilendirilebileceğini sanıyorum.” İfadesine yer verdi. Berktay’ın aldığı notlara göre, toplantıda, “AKP, Suriye Kürtlerini asla düşman almamalı… AKP, tersten kutuplaşmacı, Batı karşıtı bir söyleme kapılmamalı… AKP’nin demokratik reform hamleleri azaldı. Diğer kimliklere seslenişi zayıfladı… Gezi’ye reaksiyonu içinde AKP sağcılaştı ve tutuculaştı… AKP’nın “parti basını”nın AKP’ye zerrece faydası yok. Tersine, zararı var…” şeklinde değerlendirmeler açıkça ifade edildi.
Berktay’ın, serbestiyet.com’da “İftardan İzlenimler 2” başlığıyla yayınlanan yazısından bazı pasajlar şöyle:

AKP, TERSTEN KUTUPLAŞMACI, BATI KARŞITI BİR SÖYLEME KAPILMAMALI

“…Suriye konusunda, Batı’nın muhalefete desteğini çektiği noktada bir yol ayırımına geldiler. Tabii bir de hep Filistin’i desteklemekten geri durmadılar. Karşılığını, bir diktatör/lük ve firavun/luk bombardımanıyla; seçimlere hile karıştırabilecekleri iddialarıyla; NATO’nun bu konuda yardıma çağrılması ve/ya Türkiye’nin “yakından izlenmesi” talepleriyle; IŞİD’çilik suçlamalarıyla; en son Alman dergi ve gazetelerinin ilginç derecede senkronize “Erdoğan erken seçimle tehdit ediyor” yayınlarıyla alıyorlar. Gene de AKP, tersten kutuplaşmacı, Batı karşıtı bir söyleme kapılmamalı; Avrupa-merkezciliğe ve Oryantalizme daha olgun ve kapsayıcı bir sentezle cevap vermenin yollarını aramalı. Bu baskılara boyun eğmemesi, engelleri aşması ve medeniyetler arasında köprü rolünü tekrar ele geçirmesi hâlâ olası.
(…)

SEÇİMDE KESİNTİ VE TÖKEZLEME KAÇINILMAZDI

Lâfı dolandırmayalım; iki net kaybeden, iki de net kazanan var. Kaybedenler AKP ve CHP; kazananlar MHP ve HDP. AKP’deki 9 puanlık düşüş açısından, gençlerdeki kayıp dikkat çekici ve Kürtlerdeki kayıp dikkat çekici. Gençlik içinde AKP (bir hesap tarzına göre) ikincilikten dördüncülüğe (yani sonunculuğa) düştü. CHP’nin bile, çok az farkla da olsa gerisinde yer alıyor. İlk iki sırada ise HDP ve MHP. Gençlik oylarının bu şekilde uçlara kayması düşündürücü. Kürt oyu da AKP’den çekiliyor… Kesinti ve tökezleme aslında kaçınılmazdı. AKP 2023 ve 2071 gibi hedefler koymakla, kendi kendini sonsuz başarısına fazla inandırmış, aynı ölçüde tepki de toplamıştı. Yanlıştı, gerçekçi değildi; tek bir partinin, sırf kendi kesintisiz iktidarı ve içsel devinimiyle, bir ülkeyi ve toplumu sürekli ilerletmesi ve demokratikleştirmesinin; bunu tek başına başarmasının tarihte örneği yok. Toplumsal gelişme ve ilerleme, daha somut olarak demokrasinin genişlemesi ve olgunlaşması, çeşitli vektör ve dinamiklerin kesişip birleşmesiyle şekilleniyor. Bunda, devrim kadar karşı-devrimin, iktidar kadar muhalefetin, sol kadar sağın da etkisi oluyor. Uzlaşma bazen açık ve belirtik, bazen örtük oluyor. Şimdi bu 7 Haziran uyarısı, AKP için ciddî bir fırsat olmalı.

(…)

İÇSELLEŞTİRME PROBLEMİ

İçerme ve içselleştirme problemi. 2002-2011 arasında AKP somut toplumsal talepleri demokratikleşmeye eklemleyebilmiş; aynı zamanda (belki bu sayede) önemli bir içerme ve içselleştirme kabiliyeti sergilemişti. 2011’den sonra ise her iki açıdan gerileme gösterdi. Demokratik reform hamleleri azaldı. Diğer kimliklere seslenişi zayıfladı. Laikleri hiç içeremez oldu. Mayıs 2013’ten itibaren, Gezi olayları ve 17-25 Aralık operasyonuyla birlikte, hemen tamamen savunmaya çekildi. Bir kısım liberal-demokrat aydını kaçırdı (ve bu, gerek iç gerek dış kamuoyu oluşumu açısından pahalıya patladı). Bunu, Kürtlerin kaçışı izledi.

(…)

SORUNLARI SAĞCILAŞTIRMAK

Sorunları sağcılaştırmamak. Siyasette eski sağ-sol ayırımının önemi kalmadı. İdeolojik çatılar altından konuşmak yerine, tek tek her soruna ayrı ayrı yaklaşmak lâzım. Sorunları ve siyaseti organikleştirmemek lâzım. Buna rağmen tabii bazıları israrla her sorunu solculaştırmaya çalışıyor: Kürt sorununu solculaştırmak; Ermeni sorununu solculaştırmak; Alevilik sorununu solculaştırmak gibi. Bu, bizatihî bu sorunlar ve gerçek tarafları açısından hatâ, çünkü yersiz bir cepheleşmeye götürüyor ve çözümü zorlaştırıyor. Zıddı ise bu sefer bu veya başka sorunları sağcılaştırmak olmamalı. Bu, AKP açısından çok önemli: Tek tek meseleleri sağcılaştırmamaya; savunmayı sağcılaştırmada aramamaya özen göstermek zorunda. Doğrudan doğruya kendi kimlik tanımı ve arkasındaki tarihî gelenekler bakımından da çok önemli. Örneğin AKP’nin geçmişi sık sık Menderes’lere ve Demokrat Parti’ye dayandırılıyor. Bu miras benimseyişi aslında çok yanlış. Asla o kadar geriye gitmemek; en fazla ANAP’a yaslanmak lâzım.

(…)

KİMSE BUYURGANLIĞI SEVMİYOR

Cumhurbaşkanının rolü. Kimse buyurganlığı sevmiyor. İnsanlar rahat bırakılmak istiyor. Bağırıp çağırmalardan, hayat tarzlarına karışılmasından, azarlanmaktan, kimliklerine lâf söylenmesinden hoşlanmıyor. Bunun ardında, yeni bir sosyoloji de yatıyor.

(…)

Yeni pozitivizm ve kuruluk. Belediyeler ve belediyecilik başarıları AKP’yi güçlü kıldı, sağlam bir tabana oturttu. Ama aynı zamanda, şu şu sosyo-ekonomik hizmetleri sağlar, şu şu maddî kalkınma hamlelerini gerçekleştirirsek bu iş tamamdır gibi bir hava da yarattı. Kentlilik, çeşitlilik ve şenliklilik ilişkisi gözardı edildi…. AKP’nin bu açıdan yeni bir kentlilik ve gençlik kültürü, yeni bir eğlence ve şenlik kültürü üzerinde düşünmesi lâzım.
(…)

Gezi, AKP’de sağcılaştırıcı bir etki yaptı. Bırakalım, Gezi’nin ne olduğunu, nereden kaynaklandığını, kimlerin ne umutlar bağladığını. Gezi’ye reaksiyonu içinde AKP sağcılaştı ve tutuculaştı.
(…)

ARTIK YENİ BİR KÜRT SORUNU SÖZKONUSU

Kürt sorunu, bu genel gözlemlerin ötesinde, yemekte tek en çok konuşulan, AKP’nin de belki en çok eleştirildiği konu oldu. Bölgede muazzam bir değişim yaşanıyor. Ortadoğu’ya Sykes-Picot Anlaşmasıyla (1915-16) verilmek istenen, kısmen de verilen şekil çöktü. Irak ve Suriye’de devlet diye bir şey neredeyse kalmadı. Buna karşılık Kürtler açısından yeni olanaklar doğdu. Kürdistanî perspektifler, Türkiyeli perspektiflere ağır basmaya başladı. Dolayısıyla artık yeni bir Kürt sorunu söz konusu. Bu çerçevede, Ortadoğu’ya bulaşmamak diye bir şey de olamaz. Zira Ortadoğu patlamış, gelip Türkiye’ye bulaşmış bulunuyor. AKP de Çözüm Sürecini canlandıracaksa, bu yeni koşulları gözetmek zorunda.
(…)

ÜÇ BÜYÜK KIRILMA

Üç büyük kırılma yaşandı. (1) Uludere/Roboski. (2) Kobani. (3) Dolmabahçe. Üçü de Kürtleri uzaklaştırıcı etki yaptı, AKP’ye büyük zarar verdi. [İftarda konuşulmamakla birlikte -- Uludere’nin esrarı bir türlü çözülemedi; Jandarma İstihbarat’taki Cemaat yuvalanmasından gelen bir yanlış enformasyon komplosu olduğu söyleniyorsa da, açıklığa kavuşturulamadı.] Kobani büyük bir millî bilinç uyanışıydı Kürtler için. Iraklı, Suriyeli, Türkiyeli bütün Kürtlerin gözü oraya dikildi. Tamam, hükümet sonradan bir yığın şey yaptı Kobani’ye yardım çerçevesinde. Ama ilk başta hayli eksik kaldı ve bu, büyük ölçüde PKK’ya yaradı. Dolmabahçe mutabakatından geri dönülmesi de çok büyük bir hatâ oldu. 2011’den bu yana, en önemli, hattâ neredeyse tek demokratikleşme kulvarı olarak Çözüm Süreci kalmıştı. Dolmabahçe mutabakatının reddi ve devamında Çözüm Sürecinin askıya alınması, bunu da ortadan kaldırdı. AKP HDP’yi hedef aldığı ölçüde eski ve son derece yaralayıcı söylemlere geri döndü. Kürtler de buna karşı ispat-ı vücud eylemek ihtiyacını duydu.
(…)

MAHALLE BASKISI ÇOK DERİN

Buna bağlı olarak, mahalle baskısı. Evet, çok derin, çok büyük boyutlarda. Büyükşehir Belediye Yasası, metropolleri civar köylere teslim ve esir etti. Köyler ya da kırsal alan, şehir merkezleri üzerinde hakimiyet kurdu. Belediyelerden halka “AKP’ye oy çıkarsa hizmet yok” mesajı verildi.
(…)

KÜRT DUYARLILIĞI GÖZETİLMEK ZORUNDA

“Yeni Türkiye için yeni AKP” Kürtlerle nasıl tekrar bağ kuracak? Önemli bir husus, Suriye Kürtlerini asla düşman almamak. Evet, PYD problem; AND desteği de problem; İran da problem. Ama bunların hiçbiri IŞİD ile karşılaştırılabilecek düşman veya tehlikeler değil. Türkiye, ne olursa olsun bu gibi noktalarda Kürt duyarlılıklarını gözetmek zorunda.
(…)

AKP’NİN ‘PARTİ BASINI’NIN AKP’YE ZARARI VAR

Bu çerçevede, AKP’nin bir basın sorunu da var. [Şahsen benim geçmişte yazdığım gibi, Türkiye’nin “ana akım” medyasından gördükleri amansız ve insafsız düşmanlık karşısında, Erdoğan ve AKP kendi medyasını yaratmaya yöneldi. Sonuçta, olmayabilirdi ama böyle bir medya var artık. Ve bu, çok kötü, son derece kötü bir medya.] AKP’nin “parti basını”nın AKP’ye zerrece faydası yok. Tersine, zararı var. Çok kaba bir propaganda çizgisi ve tepeden inmecilik, gerçek gazetecilik beceri ve sezgilerini de öldüren, kes-yapıştırcı diye tarif edilebilecek, kraldan fazla kralcı bir tipoloji yaratmış durumda. Kimse de yahu siz ne yapıyorsunuz, biz bunu istemiyoruz diyemiyor. Böyle bir basınla, sesini duyurabilmek, söylem yenileyebilmek, başka kesim ve kimliklere hitap edebilmek, ya da Batı medyasının bazı kesimlerinin AKP düşmanı kuşatması ve dezenformasyonunu aşabilmek son derece zor. Ne olacak ve nasıl olacaksa olsun, bambaşka bir yaklaşım gerekli.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, 26 Haziran Cuma akşamı Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde verdiği iftara, bakanlar Yalçın Akdoğan, Nabi Avcı, Ömer Çelik ile Alev Alatlı, Halil Berktay, Ömer Çaha, Beril Dedeoğlu, Hakan Erdem, Erol Göka, Şükrü Hanioğlu, İsmail Kara, Cemil Koçak, Cemil Oktay, Tuncay Önder, Berat Özipek, Süleyman Seyfi Öğün, Atilla Yayla ve Mesut Yeğen gibi yazar ve akademisyenler katılmıştı.