Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, yürürlüğe konulan İç Güvenlik Paketi'nde sadece toplumu barış içinde bir arada tutmanın ötesinde bir bastırma eğilimi, farklı görüşlerin ifadesini, eleştiriyi, gösteri yapmayı engelleme eğilimi olduğunu söyledi. Erdoğan, “Burada devletin yetkisi ne kadar olmalıdır? Yani zor kullanmayı veya bunun türevlerini engellemek ile yetinmeli midir, yoksa bunu yaparken insanların haklarına tecavüz boyutuna mı vardırmalıdır bu güç kullanımını? İç güvenlik paketi ve ona benzer tedbirlerde bu sınırın aşıldığı kanaatindeyim.” dedi.

Prof. Dr. Mustafa Erdoğan İpek Üniversitesi Sosyal Düşünce Topluluğu’nun konuğu olarak üniversitede söyleşiye katıldı. Mustafa Erdoğan, ‘Barış içinde bir arada yaşamanın ilkeleri’ konusunda düşüncelerini açıklayarak öğrencilerin sorularını cevapladı. Bir öğrencinin, İç Güvenlik Paketi’nde barış içinde bir arada yaşama ilkelerinin olduğunu düşünüyor musunuz? sorusuna Erdoğan, şu karşılığı verdi: “Barış içinde bir arada yaşamak, barışı sağlamak, ortak normlar çerçevesinde insanların birbirlerine zarar vermeden var olmasını sağlamak. Kamu düzeni denen şey aşağı yukarı böyle bir şey. Burada devletin yetkisi ne kadar olmalıdır? Yani zor kullanmayı veya bunun türevlerini engellemekle mi yetinmelidir, yoksa bunu yaparken insanların haklarına tecavüz boyutuna mı vardırmalıdır bu güç kullanımını? İç güvenlik paketi ve ona benzer tedbirlerde bu sınırın aşıldığı kanaatindeyim. Sadece toplumu barış içinde bir arada tutmanın ötesinde bir bastırma eğilimi de var. Farklı görüşlerin ifadesini engelleme, eleştiriyi engelleme, gösteri yapmayı engelleme gibi. Hatta bazı normal temel hak sayılması gereken ifade biçimlerini suç olarak nitelendirme, polisiye olarak nitelendirme eğilimi var. O bakımdan tabi bu standartlarda kesinlikle uyuşmayan hükümleri var onun.”

“BAZILARI İSE DIŞLANMANIN ÖTESİNDE AYRIMCI MUAMELEYE MARUZ KALIYOR”

Prof. Dr. Erdoğan 'özgürlük mü, güvenlik mi' argümanını yanlış bulduğunu söyleyerek, şöyle devam etti: ”Normalde sanki, ikisi her zaman her durumda karşıt değerlermiş gibi konmak suretiyle istisnai bazı durumları bahane ederek olması gereken temel ilkeyi inkar etmeyi mümkün kılmaya dönük bir akıl yürütme biçimi. Zaten farklı eğilimler, farklı yorumlar var Türkiye’de. Üstelik bir de haksız rekabet de oluyor şu anda. Bu farklı yorumlardan bazıları, devlet desteği altında, devlet kayırması altında, bazıları ise dışlanmanın ötesinde ayrımcı muameleye maruz kalıyor. Bunların bazıları devletle uyumlu davrandığı ölçüde kayrılıyor ama bazıları ise dışlanmanın ötesinde mağduriyetlere maruz kalıyorlar. Burada herkesin kendi inancı, kanaati doğrultusunda örgütlenmesinin doğal uzantısı olarak görüyorum. Eğitim konusunda da olsun, dini ibadetlerin örgütlenmesi doğrultusunda da olsun. Ama, ‘hadi Diyanet’i kaldırdık’ pat diye olacak bir şey değil. Bu tedrici bir geçişi gerektiren bir şeydir. Ama olması gereken budur. Türkiye’nin şu andaki modelinin medeni dünyada bir örneği yok. Bu aslında ‘bizantinizm’ denen şeyin bir devamı. Bu bize Bizans’tan geçme. Böyle bir durum var. Bu devam etmek zorunda değil.”

'BEN BUNU ÇOK ESKİLERDEN BERİ SAVUNANLARDAN BİRİSİYİM'

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını olumlu görür müsünüz? sorusuna ‘Ben bunu çok eskilerden beri savunanlardan birisiyim’ diyen Prof. Dr. Erdoğan, “Bana hayalci denmesinin nedenlerinden birisi de buydu. Türkiye’nin yaşadığı gerçek pek de hayalci olmadığımı gösterdi. Devletin tarafsızlığı farklı dini inanışlar veya yorumlar, içtihatlar arasında taraf tutmamasını da gerektiriyor. Ayrıca insanların vicdanlarına da aykırı bir durum söz konusu burada. Devlet cebriyle belli bir vicdani alanı düzenlemiş oluyorsunuz. O iddia beni pek ikna edici gelmiyor. Hani bu toplumu serbest bırakırsak ya davulcuya ya zurnacıya varır filan ona benzer bir şey. Çocukluğumda Ramazan aylarında, o zaman bizim köyümüzde imam yoktu. Cami vardı, halk yapmıştı, imam yoktu. Köylü imam tutar, parasını öderdi. Bazen de Ramazan için bunu yaparlardı. Ortak bir girişimle bunu yaparlardı. Yani bu olmayacak bir şey değildir.” şeklinde konuştu.