Tutuklu Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı, son 1, 2 yılda istihbarat raporlarının kesin hüküm yerine konulduğunu ve çok büyük yargısal hatalar yapıldığını bildirdi. Takçı, “Adeta bir ‘muhaberat yargısı’ görüntüsü verilmektedir. Operasyonlar tepkisel ve toplumun gazını almaya yöneliktir.” dedi.

http://www.tirsavcilari.com internet sitesinde gündeme dair açıklamalarda bulunan Takçı, son günlerde meydana gelen terör saldırılarına tepki olarak yapılan operasyonlar ile yargının bu olaylarda nasıl kullanıldığına dikkat çekti. Baskıcı, totaliter yönetimlerin başta gelen özelliğinin kendi çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı bir muhaberat teşkilatı oluşturmak ve devleti bu muhaberat teşkilatından gelen raporlarla yönetmek olduğunu vurgulayan Takçı, "Bu tarz bir yönetimin sonuçta ülkeyi batağa soktuğu apaçık ortadadır. Bundan daha vahim olanı ise soruşturma ve kovuşturma organlarının, kısaca yargının da istihbarat raporlarıyla hareket etmesidir." ifadelerini kullandı.

'İSTİHBARAT RAPORLARI BIRAKIN SORUŞTURMAYI, KOVUŞTURMA AŞAMASINI BİLE BLOKE ETMİŞ DURUMDA'

Bir soruşturmanın istihbarat raporuyla başlatılmasının normal olduğunu hatırlatan Takçı, açıklamalarında şunları kaydetti: “Asla delil sayılmaz. Delil olarak dosyaya konulamaz. İstihbarat raporu sadece bir izlenim değeri taşır, delil değildir. Bu izlenim ile bir adli soruşturma başlatılabilir. Bundan sonra, CMK’daki soruşturma yöntemleri kullanılarak (dinleme, izleme, arama, el koyma, tanık, belge-bilgi toplama vs.) hukuken geçerli deliller elde edilmeye çalışılır. Bu süreç ortalama 6 ay veya 1 yıl sürebilir. Soruşturma sonucunda yeterli delil elde edilmiş ise gözaltı ve tutuklama gibi koruma tedbirlerine başvurulabilir. Şayet kamu davası açılacak yeterlilikte delil elde edilmiş ve dava açılmış ise kovuşturma yapılır. Çoğu zaman dava açmaya yeterli görülen deliller, mahkumiyete yeterli görülmez. Zira artık kesin vicdani delil aranır. Bütün bu süreç, adil yargılama ilkesinin gereği olup vatandaşın hukuki güvenliğini sağlama amacına hizmet eder. Yargısal yanılgıların önüne geçer. Bugün bu durum tamamen ters yüz edilmiş durumdadır. İstihbarat raporları bırakın soruşturmayı, kovuşturma aşamasını bile bloke etmiş durumdadır.”

'İSTİHBARİ BİLGİYE DAYALI GÖZALTINA ALINANLARIN ÇOĞU SERBEST KALACAK'

Günübirlik istihbarat raporlarına dayalı sözde ‘operasyonların’ yapıldığını ileri süren Aziz Takçı, operasyonların tepkisel ve toplumun gazını almaya yönelik olduğunu iddia etti. Savcı Takçı, şu değerlendirmeleri yaptı: "Söz gelimi, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi sonrası, bu şekilde çok sayıda günübirlik operasyon yapılmış ve sonuçta DHKP-C üyesi diyerek göz altına alınan herkes serbest bırakılmıştır. Zira operasyon bir soruşturmaya değil, istihbarat raporlarına dayanmaktadır. Oysa soruşturma delile dayanmalıdır. Benzer ve çok daha vahim bir süreci ise şimdi yaşıyoruz. Suruç Katliamı, Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesi gibi toplumsal infial oluşturan terör eylemlerinin ardından siyasilerin ‘gaz alma’ amaçlı talimatları doğrultusunda, geniş çaplı operasyonlar başlatılmış, bin civarında kişi gözaltına alınmıştır. Operasyonların yapılış tarzı, gözaltı sayısı ve zamanlama dikkate alındığında maalesef bu göz altıların da yukarıda izah ettiğim tarzda bir soruşturmanın ve yargısal emeğin ürünü olmadığı, büyük oranda istihbari bilgiye dayalı yapıldığı kanaati oluşmaktadır. Sonuçta gözaltına alınanların çoğunun serbest kalacağını tahmin etmek hiç de zor değildir."

‘MUHABERAT RAPORLARINA KESİN DELİL MUAMELESİ YAPILIYOR'

Muhaberat raporu ile operasyonun hukuku tersyüz ettiğini aktaran Takçı, "Yargısal emek içermez. Bu delilden şüpheliye değil şüpheliden delile gitme yöntemidir ve çağ dışıdır. İstihbarat raporları çoğu zaman yalan yanlış duyumlar içerir ve doğruluğu şüphelidir. Zaten bu yüzden istihbarat raporlarının altına imza atılmaz, bilgi kaynağı yer almaz. Ne acıdır ki bugün başta iktidar, bazı yargı organları ve HSYK, muhaberat raporlarına kesin delil muamelesi yaparak kararlar vermektedir. Bu durum, hukuk devletinin ölüm fermanıdır.” görüşlerini gündeme getirdi.

'TÜRKİYE, TERÖRLE MÜCADELEDE 1990’LI YILLARIN YÖNTEMLERİNE DÖNEREK TERÖRÜN DAHA DA DERİNLEŞMESİ SÜRECİNE GİRDİ'

Bir hukuk devletinde siyasal iktidarın terörle ve genel anlamda suçla mücadelede kararlı olması gerektiğinin altını çizen Takçı, açıklamalarına şöyle devam etti: "Ancak bu kararlılık, kolluğu yargı makamlarının emrine koşulsuz olarak vermekle ve yargının taleplerini yerine getirmekle sınırlı olmalıdır. Yoksa yargıyı konu mankeni haline getirmek, operasyon emirlerini verip yargıyı bu doğrultuda meşrulaştırma aracı olarak kullanmak değildir. Maalesef son operasyonlarda tam da bu olmuştur. Bir Cumhuriyet Savcısı olarak içim sızlayarak izlediğim olaylar, yargının nasıl dışlandığını, sıfırlandığını gösteriyor. İstihbarat raporlarına dayalı gözaltı ve arama listeleri, siyasal iktidarın, operasyonun kendilerinin yaptıklarına dair beyanları; en acısı bir sendika merkezine bile Cumhuriyet Savcısı veya mahkemeden arama kararı bile almayı unutarak aramaya gidilmesi, alelacele sonradan arama kararı alınması, bunların bir torba-istihbarat operasyonları olduğunu göstermektedir. Bu tarz operasyonların en tehlikeli yönü ise yeterli delillendirme olmadan yapılacak gözaltı ve tutuklamalar ile birçok teröristin masumiyet kazanması, gerçek suçluların bir de mağdur duruma geçmelerine sebep olunmasıdır. Tabi birçok masum da haksız gözaltı ve tutuklamaya maruz kalarak mağdur edilmektedir. Sonuç olarak Türkiye, terörle mücadelede 1990’lı yılların yöntemlerine dönerek terörün daha da derinleşmesi sürecine girmiştir. Bu yoldan acilen dönülmelidir."