Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve daha birçok yer elimizden alınmıştı. Ama bu işlere birde kılıf bulunması gerekiyordu. Görünürdeki saldırı saltanat makamınaydı. Güya Hanedan ve ahalisi, yaşanan olumsuzlukların tek adresi olarak gösterildi. Hilafet makamıyla bir sorunları yoktu. Hilafet kutsal bir makamdı ve korunacaktı. Atatürk'ün yaptığı ziyaretlerde vurguladığı husus bu idi. Ülke işgal altında, saltanatın eli kolu bağlı, bir şeyler yapılması gerekiyordu. Bu işi üslenen ise Atatürk'tü. Yapılan birkaç göstermelik olayların akabinde Atatürk kahraman ilan ediliyor ve tek kurtarıcı olduğu noktasında anlaşılıyordu. İlk meclis bu anlaşmanın resmiydi adeta. Âlimler, hocalar ve dini ağırlıklı bir meclis. Atatürk'ün yaptığı konuşma hala meclis tutanaklarında mevcuttur. Halife ve hilafet makamına duyduğu derin! Bağlılığı anlatır. Ama işler göründüğü gibi değildir. M.K. Atatürk'ün düşüncesindeki devlet yapısı bu değildir. O batı hayranıdır ve istediği devlette cumhuriyettir. Yani din ve devlet işerinin ayrı olacağı bir yapı. Bu düşüncesini önceleri gizler. İlk meclisin açılmasından sonra yetkileri eline almayı başarır. Lozan antlaşmasından sonra tamamen tek adamdır. Düşüncesindeki devlet yapısını ve niyetini çevresine açtıktan sonra çatışmalar başlar. Kendine muhalif isimleri meclis kürsüsünden tehdit eder. Ve meclis feshedilir. Kurulan ikinci meclisteki isimler artık din âlimleri ve hocalar değildir. Atatürk'ün niyeti olan Hilafet devletinin kaldırılacağını anlayan insanlar artık Atatürk'e düşmanlık etmeye başlarlar. Çünkü bu isimlerin Atatürk etrafında toplanmasının gayesi, hilafet makamının daha işlerlik kazanması üzerine idi. Bunun böyle olmadığını anladıklarında ise olayın boyutu değişti ve devlete karşı ayaklanmalar başladı. Zaten dikkat ederseniz ayaklanmalar ve isyanlar(!) 3 Mart 1924'ten sonradır. Yani hilafet makamının kaldırılmasından ve hanedanlığın sürgün edilip aç ve perişan bir şekilde ölüme sürüklenmesinden sonradır. Yeni kurulan Cumhuriyete karşı ilk büyük çaplı hareket Şeyh Said hareketidir. Kendi hatıralarında da söylediği gibi eğer harekete bir sene daha geç başlansaydı amacına ulaşacaktı. Ama İngilizler Şeyh Said'in yaptıklarından haberdar olunca, hareket erkene çekiliyor ve tam olgunlaşamadan mücadeleye başlamak zorunda kalıyorlar. Askeriyede görev yapan yakın bir akrabasının ihbarı üzerine de öldürülüyor ve isyan kanlı bir şekilde bastırılıyor. Akabinde olaylar devam ediyor ve 1927 ve 1930 yılları arasında aralıksız süren çatışmalar Atatürk hükümeti tarafından bastırılıyor. En son olarak 1936-1937 yıllarında Dersim olayı gerçekleşiyor ve hükümet çok ağır bir hava ve kara harekâtından sonra binlerce Müslüman'ı katlediyor. Ve yalan tarih yazılıyor. Yapılan tüm bu isyan ve hareketleri bir Kürt ayaklanması olarak gösteriyorlar. Oysa gerçekler hiçte öyle değildir. Cumhuriyetin ilanında sonra başlayan bu hareketler tamamen hilafet makamının kaldırılmasına yönelik mücadelelerdi. İster Şeyh Said hareketi, ister 27-30 yılları arasında ki Ağrı isyanları, isterse de dersim isyanları tamamen cumhuriyete karşı yapılan isyanlardı. Onların hiçbir zaman bir Kürt devleti talepleri olmamıştı. İstedikleri tek şey İslam nizamı olan Hilafet devleti idi. Zaten Kürtler bir devlet isteselerdi, 1. Dünya savaşından sonra Osmanlı Hilafet Devleti parçalanırken onlarda paylarına düşeni alırlardı. Ama o insanlar Müslüman'dı ve satılmadılar. Tekrar ediyorum; o insanların mücadelesi yıkılan hilafet devletini tekrar inşa etmek içindi. Yalan söyleyen ve söylettirilen tarih utansın.