İpek Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Senem Yıldırım, toplumda artan şiddet olaylarının sebebini ilişkin olarak şiddetin toplumsal olarak 'normal' görülmesi veya görülmeye başlanması ile yakından ilgili olduğunu söyledi. Her gün maruz kalınan şiddet yok sayılırsa ve yokmuş gibi davranılırsa durumun normalleştirilmesine de katkıda bulunulacağına dikkat çekti.

Yrd. Doç. Dr. Senem Yıldırım, Tarsus’ta vahşice öldürülen 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan cinayeti hakkında değerlendirmelerde bulundu. Kadın hakları konusunda araştırmalarda bulunan Yrd. Doç. Dr. Yıldırım’ın, Özgecan cinayeti konusunu ülkede her gün yaşanan şiddetin, bireye karşı şiddetin, özellikle de kadına karşı şiddetin yüzümüze tekrar bir tokat gibi vurulduğu bir olay olarak değerlendirdi.

Yıldırım, ‘’Bu olayı duyan her kadın gündelik yaşam pratiklerinde defalarca yaşadığı ve kaynağını erkek egemen toplum düzenine dayandırabileceğimiz kaygıları, korkuları, acıları bir kez daha anımsadı. Bu da aslında toplumsal bir travma demek. Sosyal medyada veya günlük iletişim pratiklerinizde de fark etmişsinizdir ki birçok kadın kendisinin de nesnesi konumuna sokulduğu birçok şiddet olayını bu olayla birlikte diğer insanlarla paylaştı. Özgecan da bu deneyimleri yaşayan kadınların acısı oldu; belki de bu deneyimleri onlara yaşatanların yüreklerine de bir çentik attı. Olayın kendisine baktığımızda da birçok boyutu bir arada taşıdığınızı görüyoruz. Bu vahşetin hem toplumsal, hem psikiyatrik, hem hukuksal hem de siyasi boyutu var. Bu alanlar da uzman kişiler kendi bilgi birikimleri çerçevesinde zaten analizlerde bulunuyorlar. Bu noktada yapmamız gereken bütün bu boyutları göz önünde bulundurmak.’’ diye konuştu.

Yıldırım, toplumda artan şiddet olaylarının sebebini ilişkin olarak şiddetin toplumsal olarak 'normal' görülmesi veya görülmeye başlanması ile yakından ilgili olduğunu söyledi. Her gün maruz kaldığınız şiddeti yok sayılırsa ve yokmuş gibi davranılırsa durumun normalleştirilmesine de katkıda bulunulacağına dikkat çeken Yıldırım şunları kaydetti: ‘’Bu noktada toplumsallaşmanın kurum ve araçları büyük önem kazanıyor. Nedir bu kurumlar: aile, okul, arkadaş çevresi, medya vb. Şu noktada belki de kulağınıza çok klişe gelecek bir cümleyle başlamak gerek: 'Eğitim şart!' Evet eğitim şart. Ailede başlıyor ve çocuğun birey olma sürecinde okul ve iş ortamlarında devam ediyor. Daha çocuk yaştaki bireyi sürekli şiddete maruz bırakırsanız; yani ona şiddet uygularsanız, şiddet uyguladığında bunun yanlış olduğunun ayırdına varması sağlamazsanız, şiddetin uygulanma sürecinde onu seyirci bırakırsanız toplum sağlıklı bir biçimde gelişimini sürdüremez. Bu nokta daha önce de belirttiğim gibi şiddet sadece fiziksel şiddetle sınırlı değil. Küfür de şiddet. İstenmeyen fiziksel temas da. Bireye psikolojik baskı yapmak da. Bunların normalleştirme süreçlerine karşı durmamız gerekiyor. Herhangi bir kanalla aktarılan 'belirli grupların şiddeti hakettikleri', 'onlara şiddet uygulamanın doğal ve normal olduğu' algılarının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu noktada da saldırganlık ve şiddeti yok saymamak ve ne olduğunu, sonuçlarını açıkça tartışmak gerekiyor.’’ ifadelerini kullandı.

'ŞİDDET TOPLUMSAL YAŞAMIMIZIN BİR PARÇASI'

Benzer hadiselerin son dönemde sıkça rastlanmaya başlamasının sebebini daha görünür ve daha duyulur hale gelmesine bağlayan Yıldırım şöyle devam etti: ‘’Şiddet toplumsal yaşamamızın bir parçası. Daha önce de dediğim gibi gündelik yaşam pratiklerimizin bir parçası. Özgecan’ın öldürülmesi, vahşice katledilmesi, bu olguyu üstelik bizi rahatsız ederek tekrar gündemimize getirdi. Akıl almaz bu vahşet olayı karşısında ne yapacağımızı bilemedik, donakaldık belki de ilk duyduğumuzda. Sonra da herkes kendi yaşantısını gözden geçirdi. Bu da ayrı bir dehşet duymamıza sebep oldu çünkü şiddet hepimizin yaşamının büyük çoğunluğunda orada. Fiziksel şiddetin yanına sözlü ve psikolojik şiddetten de bahsediyorum. Televizyonu açtığınızda, sosyal medyayı takip ettiğinizde hatta sokakta yürürken her gün hepimiz kadınlar ve erkekler olarak şiddette maruz kalıyoruz. Bu noktada erkek egemen toplumun değer yargıları ve algılanış biçimi kadını dezavantajlı grup olarak tanımlayıp konumlandırdığından kadın şiddettin nesnesi olmaktan kaçamıyor. Günümüzde ise bahsettiğim televizyon, internet gibi kaynakların hızlı bilgi aktarımı özellikleri sebebiyle de bu olaylardan daha çok haberdar olup durumun vahimliğinin ayırdına varıyoruz ve farkındalığımız da bizi dehşete düşürüyor."