Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde kadın kelimesinin sıfat anlamı hizmetçi bayan olarak geçiyor. Bundan gocunduk mu, hayır. Gücendik mi, hayır.Hizmetimizde kusur ettik mi hayır. Peki Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde erkek kelimesi sıfat olarak sert, kolay bükülmez, mert, sözüne güvenilir olarak geçiyor. Kadına gelince bir sıfat verip geçmişiz, erkeğe gelince nasıl da döktürmüşüz. Sertlikleri ondan mıdır bilinmez ama bizi en çok mertlikleri ilgilendiriyor. Sözüne güvenilir olma kısmı ilgilendiriyor. Zira sevip, sarmak sözüyle alınıp götürülüp, dövülüp öldürülüyorsak bu erkekliğin sözlük anlamına sığmaz her şeyden önce. Bizi yaratan Rabbimiz Cennetini ayaklarımızın altına koymuşken, sizin bizi ayaklar altına almanızı hazmedemiyoruz bilesiniz. Bu kelin de bir sahibi var demiş dervişin biri, kel kafasına vurup duran berberin akıbeti feci bir ölüm olunca… Derviş ses çıkarmaz amma, bu kelin de bir sahibi var. Bunca öldürülen kadının kızın ahı olmasın yüzümüzdeki maskeler aramızdaki mesafeler.

Gelelim mert kelimesine. Erkeğin sıfat haline. Mert de sözüne güvenilen erkek demekmiş bilesiniz. Biz size güvenmek istiyoruz. Çünkü sabah gözünüzü açtıktan itibaren başlıyor size hizmetlerimiz. Hani bizim sıfat anlamımız da hizmetçi bayan demek ya ondan mütevellit. Uyanır uyanmaz gittiğiniz lavabonun temizliğinden, başınızı koyduğunuz yastığın mis kokusundan da, üstünüze örttüğünüz yorganın temizliğinden de biz sorumluyuz mesela. Yüzünüzü yıkayıp kuruladığınız o mis kokulu havlular bizim ellerimizden çıkıyor. Sabahtan başladık, hepsini yazsam roman olur kısa keseyim.

Annelikle başlayan bu hizmet serüvenimiz eşlikle ve son olarak hayat arkadaşlığı ile devam ediyor. Hani yaşlanıp tek başına kaldığınızda, evde bir nefes olsun canıma yoldaş olsun, bir kap yemek yapsa yeter, dediğiniz o çok ihtiyaç duyduğunuz kişi biziz mesela.

Her akşam ve her sabah acıktığınızda, soluğu mutfakta alıp geldiğiniz vakit o güzel kokulu yemekleri yapan, sizi doyuran giydiren sevindiren biziz. Her başarınızda payı olan, size sıradan evi gerçek bir yuvaya çeviren biziz. Soyunuzu ilerleten, size cennet meyvesi evlatlar veren Rabbin yarattığı mucizeleriz. Ellerimiz yüreklerimiz sıcacık. Yemeklerimiz gülüşlerimiz sıcacık. Nefesi yeter dediğiniz nefesimiz de öyle sıcacık.

Peki o nefesi elimizden almayı, hem de çocuklarımızın gözü önünde acılar içinde kıvrandırılmayı hakedecek ne yapıyor olabiliriz? Yılda bir kez anılarak kutlanmayacak kadar özeliz, değerliyiz onda şüphe yok, peki nedir bu çilemiz? Sizden ne bir hediye ne de bir dal çiçek isteriz, sizden tek isteğimiz bizi seviniz, amma essahtan seviniz. Bizim sizi sevdiğimiz kadar sevseniz yeter. Çayı kaç şekerli içtiğinizi bilecek kadar, yumurtayı nasıl yediğinizi bildiğimiz gibi sevseniz inanın yeter. Arabanızı sevdiğiniz kadar, telefonunuza özendiğiniz kadar sevseniz o da yeter. Zira görüyoruz ki son yıllar onlardan bile değersiziz…

Çok şey var yazılacak, boynu bükük kalan evlatlar, evladını bir caniye teslim etmiş gözü yaşlı anneler babalar…Çok şey var yazacak. Anne iyi misin diye annesinin başında ağlayan yavruların ahı asla kurumayacak olan gözyaşları yakar yıkar bu dünyayı haberiniz olsun. Damlaya damlaya göl olmaz her zaman, damlaya damlaya çöl olur bu dünya, bu evlatların anaların göz yaşı, yakar yıkar bu dünyayı haberiniz olsun…