Çoğumuz kendimizle çevremizle ilgili dertlerden şikâyet ederiz ama bir türlü uzlaşma kavramı üzerinde pek durmayız. Oysa hayat dengelerin üzerine kurulmuştur. Var oluşun amacı incelendiğinde Dünyanın kendi eksenindeki dönüşünde(mevsimler ve gece gündüzün oluşumu) yaratanın her şeyi bir denge üzerine yarattığını görürüz. Görürüz görmesine de yine de yaşamın dengesini bizler bozarız!

İsterseniz önce uzlaşmanın tarifi üzerinde biraz duralım; İnsanın kendi iç dünyası ve çevresiyle, kendi arasındaki problemlerin iki tarafın ortak menfaatleri gözetilerek çözülmesidir bence. Örneğin yaşadığımız bina da herkes balkonda halı yıkamaya veya zahire yapmaya kalkarsa apartmanda huzursuzluk olur. Oysa binanın bağımsız bir bölümü bu işler için ortak ayrılırsa herkesin işi görülür huzursuzluk olmaz, işte bu bir uzlaşmadır. Uzlaşmaların sağlıklı olması için müzakerelerin bilinçli yapılması önemlidir!

Uzlaşma da bir kere kişinin kendisiyle uzlaşması ön plandadır. Kendi ihtiyaçlarını düşünürken, çevrenin de ihtiyaçlarını ve durumunu dikkate alması gerekiyor.

Yani kişinin kendisiyle barışık olması lazım.

Diğer bir husus insanın çevreyle olan uzlaşması göze çarpar. Kişinin kendi istekleri çevrenin çıkarlarıyla ters düştüğünde huzursuzluk çıkar. Bu noktada iki taraflı fedakârlığın olması söz konusudur, orta yol ne ise onu bulmak gerekiyor. Aksi takdirde uzlaşma olmaz

Çatışmalar çoğalır. Gelişmiş insan olmanın önemi burada ortaya çıkıyor. Bir örnek sunalım;

Adam yıllarca dişinden tırnağından artırdığı üç beş kuruşuyla bir ev sahibi olmaya çalışır.

Veya eski evinin arsasıyla bir daire sahibi olmak ister. Yıllar geçer adamcağızın eline ne parası geçer, nede bir yuva. Adamcağız kıvranırken müteahhit sorumluluğunun farkında olmaz ise haliyle mağduriyet ve çatışma başlar. Peki, bu işin uzlaşma yönü nasıl olmalı; işte burada müzakere gerekir uzlaşma açısından, ama adilane şekilde fedakârlıklar yoluyla bir ortak yol bulunmalı ve uzlaşma sağlanmalı. Bütün mesele tarafların iyi niyet göstererek konuya yaklaşmaları ve mağduriyetlerin giderilmesi yönünde olmalıdır. Alacak verecek meselesi de buna benzer bir konudur. Uzlaşma kavramına kültür olarak yabancı bir toplum değiliz.

Gelişmiş toplumlarda insanlar sürekli müzakere yaparlar ve uzlaşma sonucuna varırlar. Tersi olursa mahkeme kapılarını aşındırır dururuz. Hem iş kaybı hem de devletin adaletini meşgul ederiz. Bu sebeple uzlaşma bilinci ailede başlamalı, çocuklar anne babalarını rehber alabilmeli. Ailede bu rolün çocuklara iyi empoze edilmesiyle, toplumdaki uzlaşmaların temeli de atılmış olur. Uzlaşmanın inceliklerini iyi bilmek kişinin varlık seviyesini de yükseltir.

Kendimizle veya çevremizle uzlaşmadan yaşayabilir miyiz? Yaşarız yaşamasına da terkedilmişliğin faturasına razı olmak şartıyla! Siz yalnız kalmak ister mi siniz? Elbette hayır!

  1. kişilik; Kendisiyle barışık çevresiyle uyum içinde uzlaşmacı tavrıyla gönüllere oturan insan şeklidir. Yunus Emre ne güzel demiş mısralarında;

Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Hayat empati kurmakla daha iyi fark edilir. Özellikle uzlaşmada müzakere şarttır. Burada kişilerle diyalogların önemi ve o konuda bilgi birikimi uzlaşmaya giden yoldur, çözümdür. Yaşamın meşguliyeti oldukça ağır, hayat mücadelesinden ziyade gelişmemiş insanlara karşı verilen mücadele hayat yükünü ağırlaştırıyor.

Henry Bergson’un şu sözünü de sizlerle paylaşalım;

”Var olmak değişmektir, değişmek olgunlaşmak; Olgunlaşmak kendini durmadan yenilemektir” Saygılarımla hoşça kalın!