Daha önce "iyi öğretmen, kötü öğretmen"  başlıklı bir yazı yazmıştım. Olumlu olumsuz pek çok değerlendirmeye tabi tutulmuştu bu yazı.



Şimdi aynı başlığı öğrenciler için atıp, olayın bir başka yönünü ele almak istiyorum. Aslında bu yazının sonunda “iyi öğretmen kötü öğretmen”ayırımı yeniden gündeme gelebilir. 



Hepimiz çocuğumuzu okula yazdırırken kayıt yapan müdür ya da müdür yardımcısına çocuğumuzun öğretmenini sorar ve genelde şöyle bir cevap alırız: 



“İyi bir öğretmen” 



Tayin dönemlerinde okul müdürleri okullarına atanan öğretmenler için bilgi almak istediklerinde iki cevaptan birini alırlar genelde. 



“İyi bir öğretmen” 



“Kötü bir öğretmen” 




...



5 yıl önceydi.



Okula nakil gelen bir öğrenci mevcudu en az olan sınıf benim sınıfım olduğu için idare tarafından bana verildi. Sınıfa girmek üzereyken elime tutuşturulan kağıda biraz fazla baktığımı gören müdür yardımcımız: 



“İyi bir öğrenci Ali Bey” dedi. 



Muhtemel nasıl bir öğrenci olduğunu düşündüğümü zannetmişti. Belki de iç dünyamda onu da merak etmiştim. 



Öyle olmalı ki, biraz rahatladığımı hissettim. 



Daha sonra o diyalog aklıma geldiğinde rahatsızlık duymaya başladım.



“İyi öğrenci” ya da “kötü öğrenci” ne demekti? 



Hele hele İlköğretimin ilk kademesinde kötü öğrenci nasıl bir şeydi? 



Yaptığından Allah indinde bile sorumlu olmayan çocuklar için “kötü” tabirini kullanmak ne kadar doğruydu? 



Okula hepsi eşit şartlarda yazdırılan öğrenciler birkaç sene sonra neden “iyi öğrenci” ve “kötü öğrenci” olarak ayırıma tabi tutuluyordu. 



Tertemiz, pırıl pırıl, sevimli, neşeli çocuklarımız nasıl oluyordu da birkaç sene içinde “kötü(!), mutsuz, asık suratlı, tembel” çocuklara dönüşüyorlardı. 



Öğretmen olarak bizlere verilen çocuklar böyle değildi oysa. 



Geçtiğimiz yıllarda çok sevdiğim bir okul müdürü abimizin yanında oturuyordum. Kayıt dönemiydi. Kayıt için gelen baba yanındaki çocuğu göstererek; 



“Müdür Bey, çok yaramaz bir çocuk. Elinden zar ağlıyoruz. Biraz sıkıştırın” dedi. 



“Merak etme” dedi Müdür Bey, “okula başlasın, bir ay içinde süt dökmüş kediye döner” 



Görevimiz süt dökmüş kediye dönen çocuklar yetiştirmek değildi halbuki. Bunu Müdür Bey’e de anlattım. Tamamen iyi niyetle söylediğine inandığım bu sözlerden üzüntü duyduğumu belirttim. 



“Haklısın” dedi. “Ama babanın beklediği cevap bu. Başka bir cevap adamı tatmin etmez ki” 



Bu sözler bana köyde kaldığım yılları hatırlattı. Yarı yıl ya da yaz tatillerinde köylüler beni gördüklerinde şöyle derlerdi. 



“Ya hocam, açın şu okulu artık. Çocuklardan bıktık. Okula gitsinler de biraz başımızı dinleyelim.” 



İşte bu şartlar altında geliyordu çocuklar okulumuza. Kız ya da erkek, yaramaz ya da uslu, konuşkan ya da suskun, el kasları gelişmiş ya da gelişmemiş, ayakkabıları yeni ya da eski, tertemiz ya da sümüklü… 



İlk geldiklerinde hangisi iyi, hangisi kötü olacak bilmiyorduk öğrencilerimizin. 



Kendimi yokladım. İlk gün, ilk hafta hangi duyguları yaşıyordum onu düşünmeye çalıştım. 



“Daha konuşkan, daha temiz, daha cin bakışlı”çocuklar okula bir adım önde başlıyorlardı. 



Önde onlar oturuyordu, öğretmenle en çok onlar konuşuyordu, en çok aferini onlar alıyordu.Öğretmen en çok onların saçını okşuyordu. 



Sınıf “okulu sevenler” ve “sevmeyenler” olarak ikiye ayrılıyordu kısa zamanda. 



Oysa… 



Oysa bunların hepsi çocuktu. Hepsi melekti yani. Hepsi suçsuz, hepsi günahsızdı. O güne kadar bu çocukların hiç biri hiç kötülük yapmamış, hiç günah işlememişlerdi. 



Her şey sonraki yıllarda oldu. 



Bir şekilde öğrencilerin bir kısmı daha çabuk okurken, daha çabuk yazarken, verilenleri daha çabuk öğrenirken; diğerleri az geride kaldı. 



Daha geride kalanlar da vardı elbette. 



İşte ayırım burada yapılmaya başlandı. 



“İyi” “fena değil” ve “kötü” sıfatları eklendi çocukların isimlerinin başına. 



Bunun ne iç acıtıcı bir tanımlama olduğunu çok sonradan öğrendim. Öğrendiğimde tövbe edecek çok sayıda günahımla bu güne geldiğimi fark ettim. 



İçim acıdı. 



………….. 



Konu fazla dağıldı biliyorum. Ama bunları anlatmadan doğrudan konuyu yazmak biraz yavan kalırdı. 



İdareciliği bırakıp İMKB Doğukent İlköğretim Okulu’nda göreve başladığım yıl idare tarafından yeni kurulan bir 5. sınıf verilmişti. 



Yeni okula taşındığımız için iki yeni sınıf kurulmuştu. Diğer sınıflardan gelen öğrencilerle, nakil gelen öğrencilerin yer aldığı iki sınıftan birini aldım. 



Nasıl bir sınıfım olduğunu soran arkadaşlarıma şu cevabı verdim. 



Arkadaşlar, nasıl bir sınıf olduğunun hiçbir önemi yok. Benim burada iki görevim var. Birincisi, her biri farklı sınıflardan ve okullardan gelen öğrencilerimi bir arada tutmayı başarmak. Onların kaynaşmasını sağlamak. İkincisi ise; onların seviyelerini ölçerek, bulundukları seviyenin üstüne çıkarmaya çalışmak.” 



İşte ana nokta buydu arkadaşlar. 



Öğrencilerimiz sınıf seviyesinin üstünde olabileceği gibi, birkaç sınıf geriden geliyor da olabilir. 



Anlattıklarımızı bir defada anlayan öğrencilerimiz de olacaktır, anlattıklarımızdan hiçbir şey anlamayan öğrencilerimiz de… 



Öğrencilerimizden bazıları leb demeden leblebiyi kaparken, diğerlerine leblebiyi öğretmek için 10 defa tekrar etmek zorunda olabiliriz. 



Matematiği, Türkçesi 100 olan öğrenci “iyi öğrenci” olabileceği gibi “45 aldığında sevinen öğrenci de iyi öğrenci” olabilir pekala. 



Bizim görevimiz doktor, öğretmen, avukat, mimar, mühendis yetiştirmek değil, bunu anlamalıyız önce. 



Kendine güvenen, vatanını ve milletini seven, ahlâklı, erdemli, dürüst bireyler yetiştirmek doktor yetiştirmekten daha önemlidir ve en öncelikli görevimizdir



Ve mutlu bireyler elbette… 



Dersimizden 100 alan öğrenciyle 10 alan öğrenci arasında iyilik / kötülük açısından bir fark olmayabilir. 



Dersimizden başarılı olan ya da başarısız olan öğrencilerimiz vardır. 



Anlattığımız konuyu çabuk kavrayan ya da kavrayamayan öğrencilerimiz… 



Her soruya cevap vermek için atılan ya da hiçbir soruya cevap vermek istemeyen öğrencilerimiz de vardır, olacaktır da… 



Ama “iyi öğrenci” “kötü öğrenci” yoktur. 



Benim gibi, öğrencileri yanlış ölçütler kullanarak“iyi” ya da “kötü” diye ayırıma tabi tutan öğretmenler vardır. 



Her öğrenciye eşit davranmayan öğretmenler… 



Çalışkan öğrencinin yaptığı her saygısızlığı sineye çeken ama başarısız öğrencinin iyi niyetle anlatmaya çalıştığı, anlatamadığı, yanlış anlattığı bir konuda ortalığı toza dumana katanlar… 



Ben bu hafta başında öğrencilerime bir defa daha bakacağım uzaktan. Daha önce aklıma yer etmiş tüm “kötü” tanımlamaları silerek her öğrencime eşit davranmaya çalışacağım. 



Bileceğim ki; sınıfımda kötü öğrencilerim(!) varsa hakikaten bu iki kötünün suçudur. 



“Benim” ve “anne babanın…” 



Saygılarımla…