””Can dostlarım! Nerede bir dere görseniz, nerede bir şırıltı duysanız ve nerede heybetli dalgaların gürültüsü ile sarsılırsanız yönünüzü hemen oraya çevirin. Beni kaybetseniz bile bulmanız çok kolay. Su da kendini tanıttıktan sonra ahlaktan söz almasını beklemişler. Ahlak başını önüne eğmiş. Bir şey söylememiş. Su ve ateş bu durumdan rahatsız olmuşlar. Ve ikisi birden sormuşlar: ””Söylesene sevgili dostumuz! Konuşsana ey ahlak! Eğer seni kaybedersek nasıl tanıyacağız? Seni nasıl bulacağız? Ahlak, başını yerden hafifçe kaldırıp dostlarını yüzüne bakmış ve demiş ki: ””Can dostlarım! Biliyorsunuz, benim adım ahlak. Ne olur beni hiçbir zaman kaybetmeyin. Çünkü beni kaybederseniz, bir daha bulamazsınız. Duygusal olmak iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi bilmiyorum ama itiraf edeyim ben duygusal bir insanım. Bazen bu duygusallık konusunda abartılı olduğumu düşünüyorum ama yapacak fazla bir şey bulamıyorum. Birçok insan için, olağan durum olarak nitelenen manzaralar, bana dokunuyor. Belki almış olduğum NLP eğitimleri ile insanların bilinçaltındaki duygularını algılıyor olabilmem bu konuda beni kestirme yollara ulaştırıyor olabilir. Çünkü insanlar gerçek duygularını ne kadar gizlemeye çalışsalar da bilinçaltındaki duygu ve düşünceler kendilerini ele veriyor. Yani ruhsal yönden sarsıntıya uğrayan insanlar, her ne kadar “Yıkılmadım, ayaktayım!” görüntüsü vermeye çalışsalar da viraneye dönmüş yüreklerin fotoğrafı, sîmâlara yansıyor. Bakmış olmak için bakanlar değil de görmek için bakan insanlar bu ayrıntıyı mutlaka fark ederler. “Yahu adam ayakta durmaya çalışıyorsa bırak ayakta dursun. Neden adamın acısını fark edip de yüzüne vuracaksın?” demeyin. Çünkü ayakta durmuyor, sadece duruyormuş gibi yapıyor. Hani toplumumuzda “El âlem ne der?” mantığı var ya işte öyle. ””Kimse durumu fark etmesin. ””Kol kırılır, yen içinde kalır. ””Biz, bir aileyiz. ””Benim derdimden sana ne? ””Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Bu ve benzeri sözlerden oluşan bir yığın mazeretin ya da maskenin ardına gizlenmiş yüreklerden bahsetmek istiyorum. Bir ilden, bir ilçeden ya da lokal bir bölgeden söz etmiyorum. Ülkemizin genelinden bahsediyorum. Ateşin düştüğü ocaklardan, alev yumağına dönen yüreklerden söz ediyorum. Hayatının baharında, anne sevgisinden ve baba şefkatinden mahrum kalan minik filizlerden konuşuyorum. Evet, ateşin düştüğü yerlerdeki alevler o denli şiddetli ki, ta benim yüreğime kadar uzanıyor. Alev yumağına dönen minik yüreklerdeki yangının şiddeti benim yüreğimde kor olup yanıyor. Bu öyle bir yangın ki, cennet vatanımda yaklaşık on beş milyon yüreği cayır cayır yakıyor. İnsanlar, boşanmak için evlenmezler. İstisnaların dışında insanlar birbirlerini severler, birbirlerine âşık olurlar, bir ömrü birlikte geçirmeyi göze alırlar, iyi günde ve kötü günde hayatın güzelliklerini ve zorluklarını paylaşmak için şahitler huzurunda söz verirler, evlilik müessesesini oluşturan değerler çerçevesinde yuva kurarlar. Dünya evine girerler. Bu hayatın bir kanunudur. Ama bu sıradan bir olay değildir. Basit bir yolculuk değildir. Kısa bir yol arkadaşlığı değildir. Bu bir hayat arkadaşlığıdır. Evlilik çocuk oyuncağı değildir. Evlilik, çok önemli bir hadisedir. Evlenmek için niyet eden insanların, evlilik müessesesi gibi çok ciddi bir kurumun önemini anlamış olmaları gereklidir. Evliliğin hem kadın hem de erkek olmak üzere her iki tarafa da yüklemiş olduğu sorumluluklar vardır. Bu sorumluluklar hakkıyla taşınabildiği zaman evlilikler sağlıkla yürütülebilir. Öncelikle evlilik dediğimiz kutsal kurumun temellerini sağlam olarak oturtmalıyız. Çünkü temel sağlam olmaz ise üzerine inşa edeceğimiz yapı, en sağlam mühendislik marifetlerini de kullansanız, en karizmatik mimari estetiği de dikkate alsanız sağlam olmaz, uzun ömürlü olmaz. Küçücük bir sarsıntıda yıkılır. Öyleyse temeller mutlaka güçlü olmalıdır. Nedir bu temeller? Gelin birlikte inceleyelim. Sağlıklı bir yuva kurulabilmesi için sevgi, olmazsa olmazdır. Sevgisiz beraberlik, adeta iki insanın bu dünyada iken cehennem ateşi ile imtihan olmasıdır. Hatta bu sevgi küçücük bir filiz ise büyüyüp fidan olması için ve ardından koca bir çınar olması için çaba gösterilmelidir. Bu sevginin küçücük bir filiz iken solmaması için gerekirse etrafı çitlerle çevrilmelidir. Çünkü yuvanın sevgiyle kurulacağı ve yavruların sevgiyle yoğrulacağı unutulmamalıdır. Çok büyük sevgiyle kurulan yuvalarda bile saygı unsurunu kaybedecek olursanız, temelin en önemli kısmını yok etmiş olursunuz. İnsanların bir birini çok seviyor olmaları, birbirlerine karşı saygısız davranmalarını gerektirecek bir sebep değildir. Saygılı olmak demek ilişkiye resmiyet getirmek ve eşler arasına mesafe koymak demek değildir. Özellikle çiftler arasında saygı unsurunu kurumsallaştırarak, ilişkilerin karakteristik özelliklerinden birisi durumuna getirmek, uzun soluklu bir beraberliğin iskeletini oluşturur. Ve bu saygı taraflara hiç zarar vermeyeceği gibi kurumsal yapıya özgüven harcı olur. Sadakat ve güven, evlilik müessesesinde etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz iki hassas kavramdır. Eşler bir birlerine karşı güven duymazlarsa kıskançlık krizleri baş gösterir. Olmadık yerde tartışmalar çıkar. Eşlerin birbirlerine güvensizliği, başlı başına bir geçimsizlik kaynağı olabilir. Takipler, kontroller, telefon dinlemeler, gizli kameralar hatta dedektifler devreye girer. İş, çığırından çıkar. Ve iş bu noktaya geldikten sonra tekrar olağan çizgiye gelmesi zordur. Peki, bu noktaya gelmemek ve getirmemek için ne yapmalı? Sadakat ilkesini ihlal etmemeli. Sadakat ilkesini çiğnemezseniz eşinizin güvenini zedelemezsiniz. “Benim bir şey yaptığım yok. Ama eşim her halimden rahatsız oluyor. Fazla kıskançlık yapıyor. Beni sürekli suçluyor.” diyorsanız dikkat edin. Evet, sadakatsizlik yapmıyor olabilirsiniz ama eşinizi rahatsız edecek tavırlardan sakının. Onu şüphelendirecek şekilde görüşmelerinizi gizlemeyin. Şeffaf olun. Yalan söylemeyin. Bir defa yalan söylerseniz, sürekli yalan söylemek zorunda kalabilirsiniz. Yalan üzerine kurulan bir evlilik, günün birinde gerçekten yalan olur. Yıkılır, ziyan olur. Ahlaki değerlerin girmediği bir yuvada nitelikli bir beraberlik yaşanmaz. Her insan dini vecibelerini yerine getirmekle kendisi sorumludur. Yaptığının ya da yapamadığının hesabını Allah'a verir. Dini vecibelerinden dolayı insanları yargılama makamında değiliz. Ancak, insan olmanın gereği olan ahlaki değerler yaşanmalı ve yaşatılmalıdır. Basit bir ticari ortaklıkta bile etik kuralları çiğnediğiniz zaman ortada, ortaklıktan eser kalmaz. Evlilik gibi çok ciddi bir kurumdan ahlaki değerleri koparır alırsanız, toplumun temelini oluşturan aileyi yozlaştırırsınız. Aile içindeki ahlaki doku bozulduğu zaman toplumun kimyası bozulur. Toplum bozulduğu zaman”¦ Ondan sonrasını bırakın söylemeyi düşünmek bile istemezsiniz. Sağlam temeller üzerine kurulmuş olsa bile aile ortamında bireylerin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar yerine getirilmediği zaman o yuvadan çatlak sesler çıkmaya başlar. Alçak sesle başlayan suçlamalar zamanla yerini ağır ithamlara bırakır. Bağrışmaların sesi evin içinde kalmaz, sokakta yankılanır. Bu sebeple aile içinde yaşıyor olmanın hak ve ödevleri bilinmeli ve gereği yerine getirilmelidir. Nedir bunlar? Kısaca herkes kendi rolünün gereğini yerine getirmek durumundadır. Çalışıyorsa işini adam gibi yapıp evin geçimini sağlayacak, öğrenciyse okulunda başarı sağlayacak, çocuksa yuvaya sevgi ve bereket katacaktır. Ve bütün fertler aile olmanın sorumluluğunu yerine getirecek, birbirine sıkıca bağlı olacak, birlik olacak, dirlik olacak ve yuvayı dış mihraklardan koruyacaklardır. Aile içerisinde bireyler sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınırlarsa, sorumluluğu bir kişinin üzerine yıkmaya çalışırlarsa önce saygı gider. Saygı, giderken yalnız gitmez beraberinde sevgiyi de götürür. Karşılıklı güven sarsılır. Konuşurken sesler, yüksek perdeden çıkmaya başlar. Kavgalar başlar ama bitmez. Nice umutlarla ve hayallerle kurulan evlilik, çekilmez bir beraberliğe dönüşür. İşte bu süreç bir evlilik için en hassas dönemdir. Bu süreçte evlilik için kurtarılabilme veya yıkılabilme olasılığı birbirine çok yakındır. İnsan olmanın gerektirdiği değerler taraflarda mevcut değilse bu süreç çok daha tehlikeli olabilir. Yuvasında mutsuz bir beraberlik yaşayan kadın ya da erkeğin gözü birden dışarıyı fark edebilir. Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Çünkü “Bir kerecikten bir şey olmaz.” mantığı ile göz yumulan istisnalar çoğalır. İstisnalar çoğaldığı zaman ise istisna olmaktan çıkar ve kaide olur. Alışkanlık yapar. Bünyeye zarar verir. Düzeltilmesi çok güç tahribatlara neden olur. Bütün bu olumsuzlukların bir ömür boyu görmezden gelinmesi mümkün değildir. Peki, ne olacak bu kavgaların sonucu? Avukatlık bürolarında ve mahkeme salonlarında neticelenecek elbette. Yani bir süre sonra şiddetli geçimsizlik veya başka nedenlerden dolayı boşanma talebi gündeme gelecek ve herkes kendi yoluna gidecek. Hepsi bu. Kadın ve erkek, kendi yollarına gidecekler. Belki başka bir insanla bir kez daha mutlu olmayı deneyecekler. Peki, çocuklar nereye gidecekler? Bir celsede evlenme, bir celsede boşanma eylemi gerçekleştirilirken, çocukların durumu ne kadar dikkate alınıyor? Çocukların içine düştüğü durumlar ne kadar hesaba katılıyor? Doğrusu ben bu konuda çok iyimser değilim. Mutlu ve huzurlu bir aile ortamında yetişen çocuklar, hayata coşkuyla hazırlanırken; ayrı anne ve babaların çocukları, adeta kaderine küsmüş bir tutum sergiliyor. Nerden biliyorsun bunları? Bu çocukların alnında mı yazıyor problemli aileden geldikleri? İzin verin de bu durumu hem bir eğitimci hem de NLP Uzmanı olarak bileyim. Sınıf ortamında derse katılımlarını sağlayamadığım, etkinliklerde görev almayan öğrencilerimin büyük çoğunluğu problemli ailelerden geliyor. Bu çocukların içindeki suskunluk, yüreğindeki küskünlük yüzlerine yansıyor. Diğer çocukları güldüren fıkralar ve komik olaylar bu çocukları güldürmeye yetmiyor. Yaptığım şaklabanlıklar da fayda etmiyor. Yahu düşünün bir; yüreği gülmeyen çocuğun yüzü nasıl gülsün! Bu mümkün mü? Sınıf ortamında oluşturduğunuz neşeli zamanlarda kendilerini bırakıp biraz gülecek olsalar, içlerinde sızı bu mutluluğun uzun süreli olmasına engel oluyor. Ya gözler uzaklara dalıyor ya da başlar öne eğiliyor. Öğretmenin şefkatli bakışında, güler yüzünde ve bir çift tatlı sözünde mutluluğa yaklaşan bu çocuklar okuldan çıktıktan sonra kaderleri ile baş başa kalıyorlar. Bu çocuklara kanun sahip çıkıyor, devlet sahip çıkıyor. Yetiştirme yurtlarında kalabiliyorlar. Bu doğru. Lakin ailenin sahip çıkması ile yurdun sahip çıkması bir olur mu? Tinerciler, kap kaç çeteleri ve bölücü örgüt elemanları kimlerden çıkıyor zannediyorsunuz? Çoğunluğu elbette bu çocuklardan oluşuyor. Mahkeme koridorlarını bir gezin. “Boşandım ve kurtuldum.” diyen insanların bile yüreği yangın yeri gibi değil mi? Yetiştirme yurtlarını ziyaret edin. Baba şefkatinden ve anne sevgisinden mahrum kalan bu yavruların dramına yakından tanıklık edin. Ve onların yüreğine dokunun. Görün bakalım, ateş düştüğü yeri nasıl yakıyormuş. Boşanırken iyi yaptığını zanneden insanların, yaşlılıklarında bir huzur evi odasının duvarları ile konuşmak zorunda kaldıklarını gördüğünüzde şaşırmayın. Bir bayram günü huzur evini ziyaret ettiğimde yaşlı bir beyefendiye: ””İyi bayramlar efendim. Nasılsınız? Diye sorduğumda aldığım cevap çok enteresandı. Bize göre çok sıradan olabilecek bu soru için yaşlı adam, önce duvarla tavanın birleştiği noktaya baktı uzun uzadıya. Sonra alnının kırışmış çizgilerini biraz daha kırıştırdı ve gözlerini gözümün içine dikti. Yorgun bir sesle dedi ki: ””İyi bayramlar evlat! Asıl sana iyi bayramlar. Ben burada, bu dört duvar arasında bedel ödüyorum. Zamanında eşime ve çocuklarıma yaptıklarımın bedelini ödüyorum. Çok çektirdim çok!.. Galiba Tanrı, beni böyle cezalandırıyor. Yaşlı adamı daha fazla üzmemek için ne olduğunu sormadım. Neler yaşadığını anlattırmadım. Ama merak etmedim de diyemem. Huzur evi yöneticisine sorduğumda ise, yaşlı beyefendinin zamanında alkolik olduğunu, içip içip eve geldiğini, eşine ve çocuklarına şiddet uyguladığını, ekonomik varlığını ailesine değil de başka kadınlara harcadığını, boşandıktan sonra sefil bir hayat sürdüğünü ve son olarak emekli aylığını huzur evine verme karşılığında huzur evine kabul edildiğini öğrendim. “Bu da bir hayat!” dedim içimden. Çocukken, bakıma muhtaçken, esirgenmeye ihtiyacı varken sahip çıkmadığınız evlatlarınızın sizin bakıma muhtaç duruma düştüğünüzde sahip çıkacaklarını mı sanıyorsunuz? Kusura bakmayın ama çok beklersiniz. Peki, o zaman ne yapmalı? ””Çok iyi niyetlerle kurulan bir evlilikte geçimsizlik olmaz mı? ””Geçimsizlik şiddetli olursa yine evlilik sürdürülmeli mi? ””Şiddet uygulayan bir eşe, sırf çocukların hatırına ömür boyu katlanmalı mı? ””Gözü dışarıda olan bir eşin aldatmalarına göz mü yummalı? ””Ne pahasına olursa olsun yuva kurtarılmalı mı? ”¦ Mazeret ve itiraz içeren sorular uzatılabilir. Ve herkesin gerekçesi kendisine göre haklıdır. Ve herkesin ilişkisi kendisine özeldir. Yani ailenin bir mahremiyeti vardır, olmalı da. Amacımız kimseyi yargılamak, ayıplamak ve kınamak değildir. Herkes özeli hakkındaki kararı kendisi verir. Netice itibariyle ben hukukçu değilim. Din âlimi de değilim. Hüküm de vermem fetva da vermem. Ama ben eğitimciyim. İçinde yaşadığım toplumun bir ferdi olarak, bir öğretmen olarak ve yüreği yangın yeri olan minik yavruların bir tercümanı olarak bir şeyler söylüyorum. Ortaya bir çığlık atıyorum! Diyorum ki: ””Aile kurumuna sahip çıkalım. ””Toplumun ahlaki değerlerini güçlendirelim. ””Evliliğin temellerini sağlam yapalım. ””Bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirelim. ””Karşılaştığımız ilk zorlukta evi terk etmeyelim. ””Asıl, hassas dönemlerimizde birbirimize kenetlenelim. ””Aldatan aldanır ilkesini unutmayalım. ””En ufak geçimsizlikte soluğu mahkemede almayalım. ””Boşanma eylemini sıradan bir hadise olarak algılamayalım. ””Pişman olmamak için kararlarımızı tekrar gözden geçirelim. Ahlaki değerlerin egemen olduğu bir aile ortamında bireyler bir birlerini severler ve birbirlerine saygı duyarlar. Sorumluluklar yerine getirilirse tartışma ortamı yaşanmaz. Sadakat, güveni ve sevgiyi besler. Hoşgörü ve adalet iklimi, özgüveni ve barışı yeşertir. Etik değerleri güçlü bireyler, mutlu aileleri oluşturur. Huzurlu toplumlar ise mutlu ailelerden meydana gelir. Yaşlı babamın bana ettiği duasını sizlerle paylaşmak ve aynı temennileri sizin için de dilemek istiyorum. Ne zaman yanına varsam, dizinin dibine otursam canım babam bana hep şu duayı eder: ””Oğlum! Allah, seni eşinle, çoluk çocuğunla huzurlu ve mutlu eylesin! Çünkü asıl zenginlik parada pulda değildir. Ailedeki huzur ve mutluluktadır. Huzurun yoksa dünyanın en zengini olsan ne yazar? Evladım! Allah, seni mutluluk zengini yapsın! (Âmin!) Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.net