[ORT][ORT] Haykırıyorum ama duyan yok; ağlıyorum ama silen yok gözyaşlarımı. Çünkü körler ülkesinde aynayla gezen tek kişi gibiydim. İŞTE ŞİMDİ İTİRAF EDİYORUM SANA: Biliyorum her gün, her an ve her saniyem ile sana daha hızlı geliyorum bu şekilde. ama bir yavrum olmadan ben gelsem de sen gelme ne olur! Ve sadece suçla beni. Çünkü bütün suç bende”¦ Bir ufacık elin, süt kokulu, kadife tenli minicik bir canın kollarımın arasında olmasını isteyişin çok geç deme! Geçmişlerin heyhatları ızdıraba dönüşse de şu pervasız yaşamda ne olur bir şans daha ver! Ey ölüm! Ne olur gelme. Daha anne olamadan gelme bana. Benim kendime vermediğim şansı, bari sen ver. Çaresizliğin kadınsal boyutu bütün siluetimde şimdi”¦ Yeşil önlüğü giyip sedyelerde gözünde bir hayalle çıkılan ameliyathane yolculukları, kolunda damar bulunamadığından başparmağın bir tutam etinden alınan kanla yapılan ve herkesin “oldu mu, oldu mu?” diye sormasıyla cevaplayamayacağım hayaller bu. Doğurgan bir aileden geldiğim için kısırlığı anlayamam ve hep iş ve kariyer olsun dememin ızdırabı bu! Cadde ortasında son umudunu kaybettiğinde kendini de kaybedip girilen ağlama nöbetleri bu. Allah ile kurulan en kuvvetli empati ve duyulan bu yoksunluğa ve tevekkülle razı olunmuş bir hayat bu. Ve uyumuşum o an. Bir rüya görmüş ve gözyaşlarımla uyanmıştım. “Vardır bir sebep elbet” deyip kader vardır, diye kabullendiğinde hiç anlamadığın ve artık inanmaktan vazgeçtiğin bir mucize çalmıştı kapımı. Ardından küçücük bedenden çıkan çığlıkları duymakta... “İnanmaktan vazgeçmemek lazımmış” diye tabir ettim bu rüyayı. Ve “anne olmak ne garip şeymiş” diye tahayyül ve tasavvur ettim. Her çilenin bir ödülü varmış diye düşünüp alaturka bilgeliğimle sarıldım onlara. Nasıl bir rüyaydı bu. Elleri ellerime değdi, yanakları yanağıma. Ve ağlama başladı, sevinçten bu defa... Nafile ki bu olamazdı. Çünkü ben Meryem ana değildim. Anne olmak istememekle keskin ve acı bir şekilde ayrılırmış bu duygu. Yaş geçince anladım bunu; çocukları çok sevdiğim halde anne olamamayı. Fiziksel imkânsızlığın dışında bazen kadın asla anne olamayacağını bilir de sebepleri de hiç tahlil etmezmiş demek ki. Akabinde akıl başa gelince çoğunlukla psikolojiktir, geç kalmıştır, korkuları vardır; ama bu fizyolojik sebeplerden daha acı verir. Kısırlık değil bu; kendime güvenemeyişimden başka. Çok büyük yürek ağrısıdır bu bende. Acayip bir dilemmadır da... Bazen "Allah'ım n'olur" diye yalvarırsınız, bazen de "bu kadar duaya rağmen vermiyorsa bir bildiği vardır" dersiniz. Herhangi bir çocuk annesine sarıldığında içiniz cız eder. İşte o an anlarsınız. Gözleriniz dalar ta ki geçmişin sentezinden çıkana dek. Yaşınızın geçtiği ve göbeğinizin biraz çıktığı zamanlar "keşke hamilelikten olsaydı " demeniz, canınızın alakasız bir zamanda daha alakasız yiyecekleri çektiğinde " aşermek böyle bir şey mi acaba?” Marketlerde, alışveriş merkezlerinde kendinizi bebek eşyalarının satıldığı bölümde gezerken bulmanız, hamile bayanları " kesinlikle doğaüstü güçlere sahip " şeklinde nitelendirmeniz, Özellikle 0”“5 yaş arası çocukları her ortamda ilgiyle takip etmeniz, tedavi esnasında olunan iğnelerin acısına gülüp geçebilmeniz, bu olayın sadece sizin başınıza gelmemiş olduğunu bilmenize karşın arada sırada da olsa kendinizi lanetlenmiş gibi hissetmeniz , " Bir gün benim de çocuğum olacak, ama bir gün." diyerek kendinizi ve kırılmış umutlarınızla polyannacılık yaparak hiçbir şeyi çözümleyemez. Çünkü hayaldeki çocuk pinokyodur. En acısı da; boğazınız düğümlene düğümlene üst komşunuzun minik kızının ağlamasını duyup, o ağlama sesiyle içinizin kan ağlamasını hiissetmenizdir... Suat GÜNEŞ[/ORT][/ORT]