Yine bu konuyla ilgili bir sanatçımızın yaptığı tespit durumun ne kadar vahim olduğunu gösterir. Kendisini Türk klasik sanatlarına vakfeden yazar, sanatçı ve akademisyen Mehmet Zeki Kuşoğlu, bir mülakatında[2] Yabancılar tarafından çalınan mezar taşlarına artık neredeyse sevinme noktasına geldiğini, insanımızın kendi tarihi eserlerine karşı hoyratlığını şu cümlelerle dile getirir: ””¦Birçok yönleri ile paha biçilmez değerli mezar taşlarımız, mıcır yapılacaksa; varsın çalınsın. Çamaşır direği olarak kullanılacaksa, varsın çalınsın. Çirkin ama gerçek, hiç olmazsa çalan kıymetini bilir.” Türkiye'de bu sancıları çeken sanatçı ve aydınlara en azından ülkemizin bekası için hak vermemek elde değildir. Böylesi beyinlerimizin yüreğine su serpecek, gerek işleyişi gerek idari yapısıyla özellikle de akademik araştırma yapacak kişilere çalışma ortamı sağlayan İSAM Kütüphanesi'ne sözü getirmek istiyorum. Kütüphanenin kurumsal kimliği, yetkililerinin zihni alt yapısı ve yapmış olduğu çalışmalar birçok kesim tarafından takdir edilmektedir. İSAM Kütüphanesi'ne bütün ömrü boyunca biriktirdiği kitapların tamamını bağışlayan Yavuz Argıt 2009'da vefat etmiş. İSAM ailesi de geçtiğimiz yıl mayıs ayında “Yavuz Argıt Armağanı” kitabını yayınlamıştı.[3] Sıra dışı bir bibliyofil olan merhum Yavuz Argıt'tan bu kitap vesilesiyle haberdar oldum. Hem bu topraklarda nadiren karşılaşılan Yavuz Argıt gibi bir kitap ve kültür ehlini hem de İSAM'ın kadirşinaslık numunesi sayılan hizmetleri hakkında öğrendiğim bu kitap hakkında bir şeyler karalamak istedim. Eser, 3 ana bölümden meydana gelir. Kitabın ilk iki bölümünde Yavuz Argıt'ın biyografisi, koleksiyonu, dostları ve sevenlerinin hakkında yazdığı hatıralar bulunmaktadır. Üçüncü bölümü ise çoğunluğunu İSAM üyeleri ve akademisyenlerin yazmış olduğu makaleler oluşturmaktadır. Makalelerin bir kısmı İSAM'ın kurumsal yapısı ve İSAM Kütüphane'sinin bağış koleksiyonları hakkında olup; kalanlar ise tarihi sahaflar, Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Necip Asım'ın kitapçılık, kitap meraklıları vs. gibi konuları içermektedir. SIRA DIŞI BİR BİBLİYOFİL: YAVUZ ARGIT 1934'te dünyaya gelen Yavuz Argıt, Deniz Astsubay kurslarını bitirdikten sonra Deniz Astsubayı olarak denizciliğe merhaba der. Fakat askerlikle mizacı gereği bağdaşamadığından askerlikten kısa sürede ayrılır. Armatörlerin gemilerinde çalışmaya başlayan Argıt, buhar makinisti, çarkçıbaşı olarak uzun süre çalışır. Petkim Fabrikası'nda ısıtma kazanlarının kontrolünde 11 yıl görev yapar. Emekli olduktan sonra uzak yol gemilerinde tekrar denizciliğe başlar. 1994 yılından sonra da denizciliği bırakır. İşi gereği dünyanın önemli birçok ülkesine gider. 1999'da kütüphane ve koleksiyonun tamamını İslam Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi'ne bağışlar. 2009 yılında İstanbul'da vefat eder. Merhum Argıt, 1999'da 21.585 kitap ve dergiden oluşan koleksiyonu İSAM Kütüphanesi'ne bağışlar. Koleksiyonundaki kitaplar birbirinden farklı alanlardadır. Kitapların dışında 128 adet derginin de yaklaşık 5000 sayısı bulunur. Kütüphane yetkilileri çok sevdiği kitaplarından uzak kalmaması için İSAM Araştırmalar Merkezi misafirhanesinde kendisine bir yer tahsis ederler. Kitaplarını bağışladığı tarihten vefat ettiği tarihe kadar Kocaeli'ndeki evinden daha ziyade burada kalır. Argıt'a aynı zamanda kütüphane bütçesinden maaş da bağlanır. Yavuz Bey, aldığı maaşı da her ay kitaba yatırır, okur ve buraya bağışlar. Kaldığı bu mekânı “hane-i saadet” olarak gören Argıt, İSAM ailesi tarafından “Yavuz amca” diye indirilip “Yavuz amca” diye kaldırılan merhum, burada çok mutlu olur. Ömrünün son on yılında İSAM yetkilileri hep yanında olur. Vefat ettiğinde kütüphanede kendisine ait bölümdeki kitap sayısı 26 binlere ulaşır. Son aldığı kitaplarından yaklaşık 500 kadarını okuyamayan Argıt, kütüphanesindeki kitapların tamamını okur. Erken yaşlarda kitap okumayı alışkanlık haline getiren Argıt, 23 yaşından itibaren kitap biriktirmeye başlar. Bu kadar çok kitabı biriktirmenin ve okumanın sırrını da kitaptan öğreniyoruz. Öncelikle evlenmeyi istemesine rağmen bir takım kısmetsizlikler yüzünden evlenemeyen Argıt, bekâr olarak hayatını idame ettirir. Mesleği gereği gemilerde çalışırken çok kitap okur. Her yolculuğa çıktığında çantasına yüzlerce kitabı doldurur. Bunların tamamına yakınını okuyup döner. Yolculuk ve seyahat etmeyi sever. Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerini seyahat eder. Seyahatlerden de satın aldığı kitapla evine döner. Çok hızlı kitap okuyan Argıt, türüne göre ortalama günde ne kadar kitap okuduğuyla ilgili bir rakam verir. Edebiyat eserlerinden günde 1000 sayfa, hafif edebiyat eserlerinden 2000, felsefe eserlerinden günde 600 sayfa okuyabildiğini söyler. İSAM Kütüphanesi'ndeki Yavuz Argıt kitaplarından istifade edenlerin belirttiğine göre; Argıt'ın kitap okurken altını çizdiğini, kitaptaki önemli bölümlerin daha dikkatli okunduğunu belirtir. Sohbet etmeyi çok sever. Muhabbet ederken dahi çantasında daima kitap olduğunu, sohbetin seviyesi düşmesiyle birlikte çantasından kitabı çıkarıp okuduğunu dostları ifade eder. Bu kadar çok kitap okuyan birisinin, yazı ile arasının mesafeli olması da dikkat çekicidir. Bu konuda dostlarına şunları söyler: “Bazen ben de kitap yazmayı düşündüm. Birçok şiir, fikrî ve felsefî yazı yazdım. Ama yazılar dağınık olduğu için kitap haline getiremedim.”(s.13) Türk insanının kitaptan alerji duyması, kitabı görünce vebalı görmüş birisi gibi kaçması, yetişkin diplomalılarımızın çoğunun bile kitap okumadığı bir vakıadır. İnsanları okuma ve araştırmaya iki dürtü yönlendirirmiş: Şüphe ve merak.[4] Bir gözü hiç görmese de gerektiğinde iki büyüteci üst üste koyup kitap okuyan, kitaptan vazgeçmeyen Argıt'ın kitaplarla arasındaki aşkı şüphesiz tecessüs kavramı açıklar. Çok yönlü kitap okuyan Yavuz Bey, uzay bilimleri ve astronomi ile ilgili kitapların ilgisini çok çektiğini, bunun kendisini adeta dinlendirdiğini belirtir. Bu konuda çok önemli bir tespitte bulunur: “Açlık gürültüsü bastırılmaz. Doğru, fakat insanın bir ilimle meşgul olmasının getirdiği merak duygusu bunu da bastırır.”(s.17) [5] Türk insanın kitap okumayı alışkanlık hale getirememesiyle ilgili en önemli sosyolojik gerekçeyi İlber Ortaylı'nın bir kitabında bulmuştum. Batı insanın yalnızlığı çok sevdiğini, yalnız kaldığında da kitap okuduğunu ya da sevdiği sanatsal etkinlikleri yaptığını, Türklerin yalnız yaşayamadığını Ortaylı söyler.[6] Yavuz Argıt da kendi kitap okuma yolculuğunda Ortaylı'nın vurguladığı yeri işaret eder: “”¦Bir de yalnızlık sevgisi Allah'tan bana bir lütuf. Yalnızlığı sevmeyip menhiyata sığınanlar var. İçki, kumar, vesaire. Bir kaçıştır bu. Ben ise kitaplara sığınırım.”(s.27) DEĞERLENDİRME Fanatizm, bağnazlık ve dar görüşlülükle hiç arasının olmadığını söyleyen Argıt, (s.24) ömrü boyunca hep kitaplara doğru koşmuştur. Kitap fuarlarından, kitapçılardan, sahaflardan hiç çıkmamıştır. Erken yaşlarda babasız olarak büyüyerek, orta dereceli bir okullarda okuyarak, üst sınıftan olmadan da ciddi bir kütüphane kurulabileceğini kitap vurgular. Diğer yandan mazeret üretilmediği ve zamanı verimli kullanıldığı takdirde tahminlerin çok üzerinde kitap okunabileceğini Argıt'ın yaşantısı söylemektedir. Bir de şu husus dikkatlerden kaçmaması gerekir. Argıt, bütün okumalarını kendi entelektüel merakı yüzünden okur. Her hangi özlük haklarını genişletmeye yönelik, mevki-makam, kariyer ve statüye yönelik bir kaygıyla okumamıştır. Dağınık, disiplinsiz bir şekilde okumaları kendisinden beklenilecek eserlerin doğumunu da engellemiştir. Ömrünün 60 yılını kitap okuyarak geçiren Yavuz Argıt, kitaplarının tamamına yakınını okumuş ve kitap koleksiyonlarını İSAM Kütüphanesi'ne bağışlamıştır. İSAM yetkililerinin Yavuz Argıt'a gerek yaşarken gösterdiği sıcaklık ve yakınlık, gerekse vefatından sonra bu eseri hazırlamakla kadirşinas tavırları, ülkemiz adına çok büyük bir kazançtır. Yavuz Argıt'ın koleksiyonunu İSAM Kütüphanesi'ne bağışlamasının ne kadar isabetli olduğunu eser bize söylemektedir. Merhum Yavuz Argıt'a rahmet dileyerek, kitabı hazırlayan İSAM yöneticilerinden Mustafa Birol Ülker başta olmak üzere bütün yetkili ve görevlilere teşekkür ediyorum. Kitabı okurken zaman zaman İSAM yetkililerini Yavuz Argıt ile saatlerce ve günlerce muhabbet etmelerini adeta kıskandım. 25 bin küsur kitap okuyan, ülkemiz ve dünyanın çok önemli yerlerini gezen Yavuz Argıt'ın söylenecek çok sözü ve dikkate alınacak birçok fikirleri olduğunu düşündüm. Böylesi bir deryanın yanında bulunmayı çok isterdim. Bir de acaba İSAM yetkilileri Argıt'ın ketumluğunu çözerek ömrünü, hayat hikâyesini kayıt altına alsalardı ne kadar güzel olurdu diye çok söylendim. Son olarak Yavuz Argıt'ın ülkemizle ilgili muhteşem tespitiyle satırlarıma son veriyorum: “Televizyon programlarına çıkanları dinlerseniz hepsi de birer mürşittir. Bizde talebeden çok mürşid var. Cehl-i mürekkep bunlar.” (s.29) Not: Bu zamana kadar ki kitap tahlilleri yazılarımın tamamını yeni kurduğum bir blogda topladım. Yazılarımın bütününe http://kitaplarinbaskenti.blogspot.com/ adresinden ulaşılabilir. Merak eden bütün okurlara duyurulur. [*] Eğitimci, E-posta: [email protected] , Blog Adresi: http://kitaplarinbaskenti.blogspot.com/ [1] Nezih Tavlaş, Foto Muhabiri Ara Güler'in Hayat Hikâyesi, 303+32 sayfa, Ağustos 2009, İstanbul, Fotoğrafevi Yayınları. [2] Mehmet Zeki Kuşoğlu'nun, Oğuz Çetinoğlu'na verdiği mülakat “Çok yönlü hoca sanatkâr: Prof. Dr. M. ZEKİ KUŞOĞLU” 16 Mayıs 2010 tarihli Önce Vatan gazetesinde yayımlandı. [3] Yayına Hazırlayan: Mustafa Birol Ülker, “Yavuz Argıt Armağanı”, 328 sayfa, 2010, İstanbul, TDV Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi [4] Gazeteci Taha Akyol, gazetedeki yazılarında bu konudan çok bahseder. Okuma için bu iki dürtünün vazgeçilmez olduğunu Akyol'dan öğrendim. [5] Kahvede yerinden kalkmayarak onlarca saat kâğıt ve kumar oynayan kahve müdavimlerinin tuvalete bile gitmeye erindiğini, acıkmasına rağmen saatlerce yemek yemeden oyun oynayan, içeriye bir simitçi girdiğinde mal bulmuş mağrip gibi sevinen müdavimlerin olduğunu herkes bilir. Bir dönem kahvecilik yapan birisinden dinlemiştim. Oyuna kendisine kaptıran bir dört kişilik masaya istekleri üzere garson sarı gazoz getirir. Boşaldığını gördüğü şişeleri birazdan alırım diye düşünen garson aradan yarım saat kadar geçtikten sonra bir de ne görsün. Şişenin birisi yarıya kadar doludur. Garson ne kadar kızsa da açıklama tahmin edileceği üzeredir: “oyunu bırakıp da tuvalete gidemiyorum.” Alakasızmış gibi görünün iki uç örnekten şu sonuca varmak istiyorum. İlimle iştigal eden kişi ile kumar oynayan kişinin bu işlere duyduğu sevginin aynı noktada olduğunu düşünüyorum. [6] Matbaanın Osmanlı'ya geç gelmesi, kitap basılması, okunmasıyla ilgili görüşlerini beyan ettiği bir mülakatta Ortaylı yukarıda ifade etmeye çalıştığım teziyle ilgili şunları söyler: “Esas mesele şu: Batılı insan yalnız yaşamayı, yalnız oturmayı seven, yalnızlığına da âşık olan biridir. Batılı insanın musikî meşki diyebileceğimiz temrini bile kendi duyacağı kadardır. Mesela bize büyük Arapça uzmanı Helmut Ritter geldiği zaman herkes şaşmış. Adam Çello'yu kendi duyacağı kadar çalıyor. Avrupalılar bu kadar dünyasının içine kapalı insanlardır. Yalnız dua etmek çok önemli bir şeydir. Doğu toplumunda insan bunu yapamıyor. Bu dervişlere has bir şeydir.” (Haz. Mustafa Armağan, İlber Ortaylı ile Tarihin Sınırlarına Yolculuk, 32. sayfa, 4. baskı, 2002, İstanbul, Ufuk Kitapları)