Bu seyahatte yol arkadaşı, altın madenleri işletmecisi olan Şakir Remiyev'in asıl amacı söz konusu işletmelerinde kullanılacağı modern aletleri görmek, satın almak olduğu için bunlarla ilgili fabrika ve işletmeleri bazen Kerimî ile birlikte bazen de yalnız başına ziyaret eder. Kerimî, gittikleri her şehirde mümkün olduğu kadar meşhur kütüphaneleri, botanik bahçelerini, asar-ı kadime ve ilm-i tarih müzelerini, tarihi sarayları, tiyatro ve operaları ziyaret ve temaşa eder. Bu gözlem, duygu ve düşüncelerini daha sonra kâğıda döküp ”“kendisinin deyimiyle risale olarak- 1901 yılında Rusya'da yayımlar. Rusya'da yayımlanmasından yaklaşık bir asır sonra başta Doç Dr. Mustafa Öner, Dr. Fazıl Gökçek Bey ve Çağrı yayınevi yetkilileri sayesinde Türk okuyucusunun karşısına çıkar.[1] Bu seyahatnamenin başkahramanı Fatih Kerimî'nin Türkiye”˜de çok fazla tanınmadığını düşünerek tanımayanlar için derlediğim özgeçmişini sunuyorum. FATİH KERİMÃŽ KİMDİR? [2] Fatih Kerimî, Tataristan'ın Sama eyaletinin Böğülme ilçesinin Minlibay köyünde 1870'de bir molla ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelir. Fatih Kerimî'nin babası İlman Kerimî, Çırçılı Medresesi'ndeki temel eğitimi sırasında başarılı bir öğrenci olarak dikkat çeker. Babası onu Çistay Medresesi'ne gönderir. Burada 7 yıl öğrenim görür. Buradaki eğitimini tamamladıktan sonra köyüne döner. Köyünde öğrenci yetiştirmek için bir medrese açar. Fakat bu medreseden istediği verimi alamayınca tam bu sırada İsmail Gaspralı'nın “usul-i cedid” adıyla başlattığı yeni öğretim tarzından haberdar olur. Hemen Gaspralı'nın yanına Kırım'a gider. Kendisiyle tanışır ve bu yeni öğretimin mahiyetini kavrar. Devrinin önemli bir aydını olarak yetişir. Bu öğrendiği usulü tatbik etmek amacıyla memleketinde bir mektep açar. Ve bunda da başarılı olur. Böylece, Fatih Kerimî'nin babası İlman Kerimî, İdil boylarında ceditçilik hareketini başlatan kişi olarak Tatar maarif tarihinde önemli bir yere sahip olur. Fatih Kerimî, on bir yaşına kadar babasının açtığı medreseye gider. Babası gibi Çistay Medresesi'nde öğrenimine devam eder. Bu medresede öğrenimini 11 yılda tamamlar. Bu eğitimini devam ederken aynı anda iki yıllık Rus Mektebini de bitirir. Rus edebiyatını takip eder. Rusçadan bazı tercümeler yapmaya başlar. Türkiye'deki kaynakların büyük çoğunluğunda İstanbul'da Abdülhamid döneminde açılan İstanbul Mülkiye Mektebi'nde okuduğundan bahseder. Bu yazıyı hazırlarken Biyografi net sitesinde Fatih Kerimî'nin özgeçmişini incelerken kaynaklardakinin aksine İstanbul'da eğitim aldığını ya da yarım bıraktığını ama mülkiye mektebinde okumadığını belirtir. Bunu doğrulayacak şu verileri aktarır. Eserlerinin hiçbirinde özellikle de “Avrupa Seyahatnamesi”nde İstanbul'u tafsilatlı bir şekilde anlatmasına rağmen burada okuduğuna dair bir şeyden bahsetmediğini, Ali Çankaya`nın “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler” adlı eserinde Kerimi'nin kaydının bulunmadığını belirtir. İstanbul'daki öğrenimi sırasında Türk edebiyatını yakından tanıma imkânı bulur. Böylece medreseden, geleneksel bilimleri, Arapça ve Farsçayı; Rus Mektebinden Rusçayı, İstanbul'daki okuldan da Osmanlı Türkçesi ile Fransızcayı çok iyi bir şekilde öğrenir. Bu dillerin edebiyatına da çok yakınlık duyar. Bir edip ve aydın olarak kendini yetiştirir. 1896'da İstanbul'daki eğitim hayatından sonra Yalta'nın Üzen köyünde iki yıl öğretmenlik yapar. 1899'da kendisi, babası ve ailesiyle birlikte Orenburg'a yerleşir. Burada çeşitli kültürel ve eğitim çalışmalarında bulunur. Arkadaşı Gani Hüseyinov ile birlikte bir matbaa satın alır. Çeşitli kitaplar basmaya başlar. Asıl gazete çıkarmak hedefine şartların zorluğundan, 1905'deki devrimin kısmi özgürlüğünden dolayı 1906 yılında ulaşır. Tatar matbuatının(basın) en önemli yayın organlarından Vakit Gazetesi Orenburg'da 21 Şubat 1906'da kurulmuştur. Kerimî, bu gazetede 1917 yılına kadar başyazarlık yapar. Bolşevik İhtilali'nden birkaç gün önce gazeteden ayrılır. Orenburg Cemiyet-i Hayriye'sinde aktif bir üye olarak görev yapar. 1906'da II. Devlet Duması milletvekili seçimlerinde delege olur ve Duma'ya seçilen Zakir Remiyev'in vekili olarak Müslüman mebusların danışmanlığını yapar. Bolşevikler ile başlangıçta bir sorunu olmaz. Moskova'ya gider, yeni açılan halk mekteplerinde ve öğretmen hazırlayan kurslarda ders verir. Bolşevik devriminden sonra Sovyetler Birliği halklarının merkez neşriyatında çalışır. Doğu Üniversitesi'nde Türkçe dersleri verir. 4 Ağustos 1937'de, cemiyet işlerinden ve halktan uzaklaştırılmış olan 67 yaşındaki Fatih Kerimî, 27 Eylül 1937'de askerî mahkeme tarafından, Türkiye casusu olmak, Stalin'i öldürme amaçlı bir terör grubuna üye olmak gibi bir takım düzmece iddialarla tutuklanır. İdama mahkûm edilir ve karar aynı gün uygulanır. Ancak 8 Aralık 1959'da Sovyetler Birliği Yüksek Mahkemesi Fatih Kerimî'nin suçsuzluğuna karar vermiş ve itibarı iade edilmiştir. Kerimî, Şehabettin Mercanî, Kayyum Nasırî ve Rızaeddin Fahrettin gibi Tatar Edebiyatı' nın kurucuları arasındadır. Kerimî' nin belli başlı eserleri şunlardır: Onun Komedya(1898), Hösid Baba(1895), Şakirt ile Student(1899), Cihangir Mehdümnin Avıl Mektebinde Ukuvı(1900), Salih Babaynın Öylenüvi(1897), Mirza Kızı Fatima(1901), Avrupa Seyahatnamesi, Kırım Seyahatnamesi ve İstanbul Mektupları'dır. AVRUPA SEYAHATNAMESİ Fatih Kerimî'nin yazdığı bu eser, Rusya aracılığıyla, Avrupa'yla ilişkiler kuran Müslüman bir aydının batı karşısındaki tavrı ve hayranlıklarını ifade eden yargılarla doludur. Yazar, gördüğü fabrika, okul, müze, park, cadde, tiyatro ve kütüphaneler hakkında ansiklopedik bilgiler vererek, müthiş gözlem ve tasvirlerde bulunur. Örneğin Petersburg'da karşılaştığı kütüphanede yüzlerce kişinin okuma-yazma işiyle meşgul olması, Avrupa'nın hemen hemen tüm şehirlerinde yolların asfalt, kaldırımların ayna gibi tertemiz olması, Avusturya'nın Miran beldesine tedavi için gelen özellikle de veremli hastaların tükrük ve balgamlarını bırakmaları için bankların kenarlarına çanakların konulması, Berlin'deki Zentra Otel'in 600 civarında hizmetçi ve memurun olmasına ve bu memurların içinde Fransızca, İtalyanca, İngilizce dil bilenlerin de mevcut olmasına, Berlin hayvanat bahçesinde öğretmenlerin küçük öğrencilere kuş ve hayvanları göstererek tabiat bilgisi dersi anlatmasına oldukça şaşırır. Kerimî, ilim, irfan, medeniyet, maarif ve sanayi alanlarında İslam âleminin geri olmasına çok üzülür. Bu alanda bu geri kalmışlığı çok sorgular. Batıda gördüklerinin ülkesinde, özellikle İslam âleminde ne zaman görüleceğinin rüyasını sık sık kurar. Yazar, Köln'de kaldığı otelin sahibinin Belçika'da Fransız okulunda okuyan kızı, ile sohbet eder. Ülkesinde değil de niçin yurt dışında okuduğunu, okuduğu okuldaki derslerin neler olduğuna sorar. Üniversitede okuyan genç geniş bir şekilde izah eder. Kerimî, bunları dinleyince kendi ülkesindeki mektepleri ve tüccarları düşünerek teessüften ağlayacağı geldiğini ifade eder. Muhabbet ettiği bu gencin,“Sizin mektepleriniz nasıl ve neler okunuyor” sorusunu sormamasına sevinir. Bu soru gelse idi. Şöyle cevap vereceğini belirtir: “Ana dilimizi bilmeden evvel, Arap dili öğrenmek için, Farisi lisanı ile yazılmış Şerh-i Abdullah, Kafiye, onun şarihi Molla Cami, onun haşiyesi filan ve falan' diye bir fenden birkaç şerhler ve şarihler saymaktan başka çarem yok idi.”(s.71) Yazarın ana dili Tatarcadan başka Fransızca, Türkçe ve Rusça bilmesi seyahatte kendisine oldukça kolaylık sağlar. Yazarın tecessüs duygusu oldukça güçlü olduğu için kendisinin ilgi alanı olmayan, yaşam tarzından dolayı gitmeyeceğini tahmin ettiğimiz yerlere dahi gider. Örneğin Monte Karlo Kumarhaneleri'nde gördüklerini anlatır. Almanya'da Almanca bilmemesine rağmen opera ve tiyatrolara gider. Almanca bilmediği için oldukça üzülür. Daha sonraki yıllarda Almanca kursuna giderek Almancayı da öğrenmeye çalışır. Fransa'da Fransa'nın yetiştirmiş olduğu meşhur yazar, edebiyatçı ve devlet adamlarından Viktor Hugo, Jan Jak Ruso, Volter, Mara, Mirabo, Lagranj'ın mezarlarını dahi ziyaret eder. Ülkesindeki Moskova ve Petersburg'u saymazsak en çok Paris gezisindeki izlenimleri yer tutar. İSTANBUL İZLENİMLERİ Seyahatte en çok kaldığı şehirlerarasında İstanbul ikinci sırada gelir. Daha önceki yıllarda burada eğitim aldığı, Müslüman -Türk devletinin payitahtı olduğu için bizler için buradaki izlenimleri ilginç bilgiler içerir. Kitabın bu bölümünde yazarın Türklere olan sempatisi göze çarpar.[3] Lokantalarda yediği yemekleri beğenir. Hamamlarının nezih ve temiz olduğunu söyler. İstanbul'daki ucuzluğu özellikle vurgular. Kâğıthane, Kadıköy ve Üsküdar'daki mesire alanlarındaki gözlemlerini anlatır. İstanbul'daki Gülhane Sarayı, Ayasofya Camii gibi birçok saray, camii, hamam, kütüphane ve okulların içeriğiyle ilgili özellikle de Mekteb-i Sultanî, Mekteb-i Mülkiye'de verilen dersler hakkında bizlere aydınlatıcı bilgiler verir. İstanbul ahalisinin hangi milletlerden oluştuğunu, her milletin giyim-kuşamının birbirinden oldukça farklı olduğunu bu milletlerin giydiği elbiseleri tasvir etmeye çalışarak İstanbul caddelerinin etnografya ve ilm'ül-beşer müzesine benzetir. Kerimî, bir Cuma günü Rusya konsoloshanesinden tezkire alarak Hazret-i Sultan'ın Cuma namazı kılmak için cami-i şerife gelişini görmeye gittiğini anlatır. Padişah geldiğinde camii de bulunan bütün Türk ve askerlerin “Padişahım çok yaşa!” diye bağırdığını hatta kendilerinin bulunduğu bölümde bulunan yabancıların bir kısmının dahi “Viva Sultan” (yaşasın sultan) dediğini belirtir. Yazar, İstanbul'da kültür ve sanat hayatı hakkında matbuat âlemi hakkında geniş açıklamalarda bulunur. Son dönem müverrih Cevdet Paşa, Şair Namık Kemal Bey, Ekrem Bey, Muallim Naci Bey, Edip Ahmet Mithat Efendi, Ebuzziya Tevfik Bey Doktor Cemil Bey, Hukukçu Mahmut Esat Efendi, Psikolog Hoca Tahsin, Arkeolog Ahmet Hamdi Beyin Avrupa'da dahi tanındığını belirtir. Yazar, yol arkadaşı Remiyev ile daha önce tanışıklıkları olan Ahmet Mithat Efendi'nin evine giderler. Burada kültür eksenli güzel bir hasbihal ederler. DEĞERLENDİRME Kitabı Türkiye Türkçesine hazırlayan Doç. Dr. Fazıl Gökçek Beyin belirttiği gibi Fatih Kerimî'nin Türkiye'de tanınmadığını ve hak ettiği ilgiyi görmediğini söyleyebiliriz. Eserlerinin bildiğim kadarıyla sadece üçü Türkçeye çevrilmiştir. Tatar edebiyatının kutup yıldızı sayılan Kerimî'nin -seyahat edebiyatı alanındaki en nadide örneklerinden biri olan bu eserin- satır aralarında şu mesaj daima göze çarpar. Özelde kendi ülkesindeki Müslümanlar genelde bütün İslam âlemi kültür, maarif, sanat, ticaret ve medeniyet alanlarındaki kuraklık, kurgazlıktan nasıl kurtulur? Bu coğrafyalardaki geniş çöllere nasıl kurtarıcı iksir olarak vahalar oluşturulur? Eser dönemin Avrupa'sında kültürel hayat hakkında bizlere küçümsenemeyecek malumat içerir. Bu dönemin Avrupa'sını merak edenlerin bu seyahat eserini okuyarak istifade edeceklerini tahmin ediyorum. [*] Eğitimci, e-posta. [email protected] [1] Fatih Kerimî, Avrupa Seyahatnamesi, Hazırlayan: Dr. Fazıl Gökçek, 143 sayfa, 2001, İstanbul, Çağrı Yayınevi, www.cagriyayinlari.com [2] Fatih Kerimî'nin özgeçmişini Dr. Fazıl Gökçek'in 2001 yılında hazırladığı ve aynı yıl yayımlanan “İstanbul Mektubu” isimli kitabın takdim yazısından derleyerek hazırladığımı belirteyim. Kerimî'nin özgeçmişi hakkında daha tafsilatlı bilgi öğrenmek isteyenler için Gökçek şu iki kaynaktan istifade edilebileceğini söyler. Mesgut Gaynettinov, “Magrifetçi Edib- Fatih Kerimî nin Tuıvına 125. yaş” Miras. s. 7-8, Temmuz- Ağustos 1995, ss. 65-76, Fazıl Gökçek, “Tatar Edibi Fatih Kerimî ve İstanbul Mektupları adlı eseri”. Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 5, Bahar 1998, s. 77-86. [3] Bilindiği üzere Kerimî daha sonra Balkan Savaşları çıkınca İstanbul'a savaş muhabiri olarak gelir. Buradaki gelişmeleri ve cephe gerisindeki sosyal hayatla ilgili tespitleri, gözlemleri memleketindeki Vakit gazetesine bildirir. Bu yazılar daha sonra 1913 yılında Rusya'da “İstanbul Mektupları” olarak yayınlanır. Bu kitabı hazırlayan Dr. Fazıl Gökçek “İstanbul Mektupları” nı da hazırlar. Eser Çağrı yayınevi tarafından 2001'de basılır. Kerimî'nin Türkler hakkındaki olumlu yargısının İstanbul Mektupları hakkındaki eserinde değiştiğini ve hatta yer yer hayal kırıklığına dahi uğradığını söyleyebiliriz.