Tarihi sadece savaş ve antlaşmalardan ibaret gören bir bakış açısının sonucu bugün istemediğimiz tablo ile karşılaşmaktayız. Kendi mahallesi ve köyüne, şehrine, ülkesine, tarihine yabancı kalan, -özellikle de yüksek eğitim almış gençler- azımsanamayacak durumdadır. Eğitim Fakültesinde okurken Hataylı bir arkadaşımdan dinlemiştim. Üniversiteye gelene kadar Yozgat'ı, Kars'ın komşu şehri olduğunu, Bursa'yı Doğu Anadolu Bölgesi'nde zannettiğini itiraf etmişti.[1] Buna benzer milyonlarca örnekle günlük hayatta karşılaşılmaktadır. Bu durumdan rahatsız olmayanların önemli bir kesimi, cehaletini savunmak durumunda kalırken bazen şu örneği verir: “Yahu canım, Amerika'da da ortalama bir Amerikalı kesinlikle Türkiye'yi daha duymamıştır. Türkiye'nin yerini haritadan gösteremez vs”¦” Oysaki o ülkenin insanlarının Türkiye'yi tanımamasının, bilmemesinin kaybedeceği çok şey yoktur. Ancak bizim için aynı şeyler geçerli değildir. Okul dönemlerinde sosyal bilgiler ve tarih ders kitaplarının iticiliği, tarih öğretmenlerinin tarihi sevdirmek şöyle dursun, bıkkınlık verdiğini birçok kişiden duymuşuzdur. Ülkemizin yetiştirdiği en önemli, dünyada ismi ve sözü geçtiğinde saygıyla karşılanan, yaşayan tarihçilerimizden Prof. İlber Ortaylı bile lisede okurken tarih derslerini sevmediğini söylüyorsa burada çok ciddi bir sorun vardır diye düşünmek gerekir.[2] Bunun önlemleri alınmadığı için “sosyal bilimleri, özellikle de tarihi sevmeyenler” gün geçtikçe “sevmediğim tarihin gerekliğine de inanmıyorum” noktasına gelmiştir. Akademi ve üniversitelerde sosyal bilimler üvey evlat muamelesi görmeye başlamıştır. [3] Lafı uzatmadan öğrenci ve gençlere tarih şuuru verilmesi gerektiğine inananların, sorumluluğu başkasına yansıtmadan, atmadan, herkesin elini taşın altına koyarak, tarih ve sosyal bilgilerin çekici hale getirilmesi yönünde gayret göstermesi gerekir. Ülke genelinde bu anlamda bir seferberlikle değindiğimiz sorunların aşılabileceğini umut ediyorum. Tarihi sevdirmeye yönelik fotoğraf ve karikatür gibi sanat dallarına müracaat edilmesi işleri biraz daha kolaylaştırabilir. Bu anlamda istifade ettiğim bir eser hakkında öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum. [4] Getty İmages, dünya'nın önemli fotoğraf ve görüntü koleksiyonun arşivine sahiptir. Arşivde, foto muhabirliğinin ilk günlerinden günümüz basın fotoğraflarına, spor, sosyal tarih ve coğrafya gibi birçok alanda 70 milyonu geçen fotoğraf ile 30 bin saatlik film yer almaktadır. Editör Nick Yapp, Getty İmages'in arşivinden seçici çalışmaları sonucunda yaklaşık 4000 fotoğrafla 20 Yüzyılı anlatmaya çalışmıştır. Nick Yapp'ın hazırladığı “Fotoğraflarlar 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi” isimli çalışma Literatür Yayınları tarafından 10 cilt halinde 2005'te Türkçeye çevrildi. Her 10 yıllık zaman dilimini bir ciltte anlatılmıştır. 1900 ile 1930 yılları arasının anlatıldığı ilk 3 cildini inceleyebildim. İlk üç cilt hakkında ulaştığım bazı bilgi, tespit ve değerlendirmeler şöyle sıralanabilir. 1900'lerin anlatıldığı ilk cilt 15 bölümden oluşur. Diğerlerinde olmayan konu başlıkları “Krallar ve Halk”, “Göçmenlik” ve “Halklar”dır. 1910 ile 1920 arasının anlatıldığı ikinci ciltte, Birinci Dünya Savaşı ve hemen akabindeki gelişmelerine yönelik “Çatışmalar”, “Batı Cephesi”, “Cephe Gerisi”, “Genişleyen Savaş”, “Hava ve Denizde Savaş”, “Barış” ve “Devrim” gibi konu başlıkları vardır. 1920'lere gelindiğinde büyük savaşın yaralarının sarılmaya başlanılmasına yönelik, tahribat sonrası inşaya yönelik çalışmalar 3. ciltte öne çıkar. İlk iki bölümde olan savaş ve çatışmalar artık azalıp bitme noktasına gelmiştir. En az konu başlığı bu bölümdedir. Üçünde de ortak olan konu başlıkları ise şunlardır: “İşte İnsan”, “Çocuklar”, “Spor”, “Ulaşım Araçları”, “Eğlence Dünyası”, “Sanat ve Moda”, “Boş Zaman Keyfi”, “Çalışma Hayatı”, “Bilim” 1. ve 3. ciltte ortak olan bölüm ise “Zenginler ve Yoksullar”dır. Her kitabın başında iki sayfayı geçmeyecek kadar 10 yıllık zaman diliminin özeti verilmiştir. Her konu başlığı bölümün başında 3-4 paragraf ile açıklanmıştır. Ayrıca her fotoğrafın altında da fotoğrafın künyesi hakkında ve bazı kallavi değerlendirmeler de 3-4 cümle ile kısaca belirtilmiştir. Ayrıca fotoğraf albümü Türkçe, İngilizce ve Fransızcadan oluşmaktadır. Fotoğrafların büyük bir bölümü İngiltere ve Amerika oluşturur. Savaşların, çatışmaların ve darbelerin olduğu bölümlerde Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerine ait fotoğraflar mevcuttur. Bilim, sanat, moda vs. gibi alanlarda Müslüman ve Doğuluların katkısı olmadığı için olsa gerek haliyle buraya yönelik fotoğraf neredeyse yoktur. Örneğin, birinci ciltte Osmanlı Devleti'ne ait sadece Mevlevilerin gösterildiği bir fotoğraf mevcuttur. Fotoğraf makinelerinin üretici ve kullanıcı pozisyonundakilerin yaygın bir şekilde batılı olması hasebiyle Doğuya yönelik pozlar biraz daha az. Örneğin Yoksulluk ve Zenginlik bölümündeki fotoğraflar bile dünyanın en zengini ile en fakir ülke insanları karşılaştırmaktan daha ziyade aynı ülkelerin fakiri ve zengini kıyaslanmıştır. Bir Türk olarak fotoğrafların genelinde şu gerçek karşımıza daima çıkmaktadır: “Ekonomik, siyasi, kültürel, bilimsel, teknik ve en önemlisi de zihniyet alanındaki rekabette Batı dünyası ile genelde Doğu ve Müslüman toplumları, özelde ülkemizi kıyasladığımızda birincilerin lehine bir durumun herkes farkındadır. Ama aradaki makas tahmin ve tasavvur edilenden çok daha fazladır.” Medeniyet tahterevallisini ters çevirmeye yönelik idealı, rüyası olanların bu durumdan haberdar olup daha fazla çalışması gerektiğini düşünüyorum. Yukarıdaki ifade etmeye çalıştığım gerçekler ışığında, 1200 fotoğrafın içerisinde bazıları beni aldı, götürdü. Üzerinde epey düşündüm. Abartısız emsali birkaç kitapta öğrenebileceklerimi, bu fotoğraflar neredeyse zihnime kazıdı. Bunlara kısaca değinebiliriz. Editör Nick Yapp'ın fotoğraflar hakkında oldukça kısa yazmasına rağmen yazılanlar oldukça etkileyici ve çarpıcıdır. 1916 yılına ait fotoğrafta Fransız Piyadeleri savaş hattının gerisinde akşam yemeklerini masa olarak kullandıkları tabutların üzerinde yerler. Yapp, şöyle yazar: “Savaş sırasında kara mizah” (İkinci Cilt, s.92) 23 Haziran 1915 tarihli fotoğrafın altında aynen şu yazmaktadır: “Bir Rus alayının bandosu, cepheye giden birliklere eşlik ediyor. Alayların çoğunun kendi bandoları ve papazları var. Bandoların mı yoksa papazların mı daha fazla moral verdiği bilinmiyor.”( İkinci Cilt, s.130) Zorunlu askerliğin ilk kez I. Dünya Savaşı'nda uygulandığı İngiltere'de bir vicdani retçinin özel olarak yapılmış, üzerinde “Burası hainler içindir” yazılmış sıraya oturduğu fotoğraf oldukça ilginçtir. Bu savaşta İngiltere'de Kadın Yedek Ordusu oluşturulduğunu, bir tabur kadın askerin askere alınma yürüyüşünü gösteren bir fotoğraf bize öğretmektedir. Lenin'in Bolşevik Devrimi'ndeki fonksiyonunu, Lenin'in bir fotoğrafının altında yazılan “Devrimin ebesi” sözü çok daha güzel açıklıyor. 3. Ciltte “Olaylar ve Aktörler” bölümünde 1920'lerin başında Almanya'nın savaş sonrası içler acısı durumu, Hitler'in iktidara gelme serüveni, Sovyet Devrimi'nin bebeklik ve çocukluk çağı ve Türk İstiklal Savaşı gibi önemli olaylar yorumlanır. I. Dünya Savaşı'nın mağluplarından Almanya'nın antlaşma koşulları bilindiği üzere çok ağırdır. Buna yönelik iki fotoğraf durumu çok güzel özetler. Antlaşma gereği atıl durumda kalan bir tankı birisi kaynakla parçalıyor. Diğer fotoğrafta ise Alman Hava Kuvvetlerini oluşturan avcı uçaklarının pervanelerini bir çocuk balta ile diğer adam da testere ile kesip odun yapıyor. Almanya'da bu dönemde yaşanılan enflasyon ve ardı ardına gelen krizlerle paranın değeri düşer. Çocuklar kağıt para destelerini tuğla gibi dizip oyun oynuyor. Duvara kağıt paralar süs olarak asılıyor. Londra'nın Hyde Park'tan Gren Park'a doğru Piccadilly boyunca güdülen 600 koyunun olduğu sürü gözlerden kaçmaz. Batı'da 1920'de sanayileşme ciddi noktalara ulaşmıştır. Fabrikalarda binlerce kişi artık çalışmaktadır. Sendika, işçi hareketi Batı'da palazlanmıştır. Dönemin en büyük grevlerine yönelik güzel fotoğraflar bulunmaktadır. Grev öncesi polislere dağıtılmak üzere tahtadan yapılmış onlarca copta vardır. Nihayet en çok etkilendiğim iki fotoğrafa sözü getirmek istiyorum. 24 Ağustos 1916'te çekilen fotoğrafın altında aynen şunlar yazıyor: “Britanya Savaş Kitaplığı'ndaki gönüllü işçiler, cephedeki askerlere gönderilmek üzere kitap paketleri hazırlıyor. Okumanın, siper savaşının sıkıcılığıyla baş etmeye katkısı oluyordu.” Diğer resimden anlaşıldığına göre Almanya'da esir düşen İngiliz askerlerine gönderilenler arasında kitap ve dergilerin yoğunluğu dikkat çeker. Yukarıda ifade ettiğim Batı zihniyetiyle ülkemiz insanın arasındaki aleyhimize olan mesafe hakkında bir de bizden örnek vermek istiyorum. Okuduğum kaynağı tam hatırlamıyorum. İstiklal Savaşı'na destek için İstanbul'dan Ankara'ya gelen gazeteci ve yazarlardan bazılarını cephede mektup yazmaları için görevlendiriyorlar. Galiba Ruşen Eşref'ti. Sabahtan akşama kadar okuma-yazma bilmeyen erlere mektup yazmadan kollarım koptu diye bahsediyor.[5] [*] Eğitimci, E-posta: [email protected] [1] Arkadaşın Bursa'yı ülkemizin batısında ve çok önemli bir şehir olduğunu öğrenmesi de oldukça traji-komiktir. Üniversite sınav sonuçlarına göre kendisi Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi'ni, arkadaşı da Uludağ Üniversitesi'nin -hatırlayamadığım bir bölümünü- kazanır. Arkadaşına moral verir bizimkisi. “Moralini bozma dostum Bursa'yı kazandım diye.” Arkadaşı da kendisine moral vermeyi anlatırken öğrenir acı hakikati. [2] İlber Hoca, bu konuyla ilgili görüşlerini serdettiği bir kitapta, lise yıllarındaki Tarih kitabı ve dersi hakkındaki görüşlerini kısaca şu şekilde anlatır. Ahmet Refik, Reşat Ekrem Koçu, Ahmet Rasim gibi yazarların dışındakilerin hoş bir üslubu olmadığını, üslup edinmemiş kişilerin hazırladığı ders kitapları sayesinde tarihin bir bela halini aldığını, kendisinin de tarih ders kitabı okumadığını, tarihten nefret ettiğini beyan eder. (Zaman Kaybolmaz: İlber Ortaylı Kitabı, Nehir Söyleşi no 19, Mülakatı yapan: Nilgün Uysal, I. Baskı, 2006, s. 71, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları) [3] Sinan Çuluk, konuyla ilgili bir makalesinde çok önemli bir veriden bahseder. Bu rakamları doğru olarak kabul ettiğimizde üstteki yargımızın acımaz olmadığı söylenebilir. YÖK'ün resmi internet sitesinde “2005 yılında devlet ve vakıf üniversiteleri tarafından yayımlanan yayınların alanlara göre dağılımı” diye bir liste mevcuttur. Buna göre 77 adet devlet ve vakıf üniversitesinin toplam 18855 adet yayının 9225' i Fen bilimleri, 8505'i, Sağlık Bilimleri, 642'si Sosyal Bilimler alanında gerçekleşmiştir. Yine aynı sitede yer alan YÖK'te mevcut tezlerin (kapsadığı yıl aralığı verilmemektedir) istatistiklerinde daha ilginç sonuçlara ulaşıyoruz. 62.101 adet yüksek Lisans tezinin 1238'i, 16680 adet doktora tezinin 343'ü tarih dalında yapılmıştır. (Sinan Çuluk, Türk Arşivciliği Üzerine Bir “zihniyet” tahlili, s.17, Arşiv Dünyası Dergisi, Ocak 2007, sayı 9) [4] Nick Yapp, Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi: 1900'ler, Çeviri: Zeynep Sirer, 400 sayfa, 2005, İstanbul, Literatür Yayınları Nick Yapp, Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi: 1910'lar, Çeviri: Rahmi Öğdül, 400 sayfa, 2005, İstanbul, Literatür Yayınları Nick Yapp, Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi: 1920'ler, Çeviri: Rahmi Öğdül, 400 sayfa, 2005, İstanbul, Literatür Yayınları [5] Konuyla alakalı bir anekdotu 1950'lerin başında Karaköse'de askerlik yapan amcamdan dinlemiştim. Kendi imkânlarıyla okuma-yazma öğrenen amcam 300 kişilik askeri birlikte 21kişinin okuma-yazması olduğunu, bunların okuma-yazma bilmeyenlere öğretmek için görevlendirildiklerini bahseder. Ümmi olanların mektuplarını çok yazdığını, bunun artması sonucunda yorulduğunu, bazılarının da ısmarladıkları yemek ve tost karşıladığı mektuplarını yazdığını belirtmişti.