Cemil Meriç'in ilk yazısı 1928 yılında, Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde yayınlandı. Daha sonra Yirminci Asır, Yeni İnsan, Hisar, Türk Edebiyatı, Töre, Pınar, Doğuş, Hareket ve Edebiyat dergileri ile Orta Doğu ve Yeni Devir gazetelerinde yazdı. Gençlik yıllarında Fransızca'dan tercümeye başladı. Balzac ve Victor Hugo'dan yaptığı çevirilerle çok kuvvetli bir mütercim olduğunu gösterdi. Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Mağaradakiler, Kırk Ambar, Bir Facianın Hikayesi, Işık Doğudan Gelir, Kültürden İrfana telif eserlerinden bazılarıdır. Eserlerinin büyük bir bölümünü gözlerini kaybettikten sonra kaleme almıştır. Cemil Meriç'in sosyoloji profesörü olan kızı Ümit Meriç, babasını : “Babam Cemil Meriç, 20. yüzyıl Türk düşüncesinin en geniş ufuklu çehrelerinden biridir. Babamı sağ ve sol kesimden herkes sevdi. Çünkü o namuslu bir aydındı. Babama sağcı demek çok yanlış olur. Solcu demek de yeterli değil. İnsana ve emeğe saygısında ötürü solcu, tarihimizin ortaya çıkardığı insan tipi açısından da sağcıydı diyebiliriz. Babam yöntem olarak sonuna kadar Marksist'ti. Ama bu babamın, ölürken son söz olarak, “Sevgilim Muhammed” demesine mani olamadı.” İfadeleriyle anlatıyor. Cemil Meriç kendisini; “Benim trajedim şu birkaç satırda: sevebileceklerim dilsiz, dilimi konuşanlarla konuşacak lakırdım yok. Yani dilimle, zevklerimle, heyecanlarımla, yarımla, ”˜Büyük Doğu' kadrosundanım. Düşüncelerimle, inançlarımla ”˜Yön'e yakınım. Bu bir kopuş, bu bir parçalanış”¦” diye tanımlar. Görevini ise şöyle ifade eder: “Yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır.” Ömrü çilelerle geçen özgür bir fikir adamıdır Cemil Meriç. 1939 yılında Hatay'da iken üç yüz kadar kitabına ve dergi koleksiyonuna el konulur, Hatay Hükümeti'ni devirmek iddiasıyla hapse atılır ve idamla yargılanır. Elazığ'da öğretmen olarak görev yaparken, eşi iki defa çocuk kaybeder. Eşi tekrar hamile kaldığında doğumun İstanbul'da yapılması zorunluluğu ortaya çıkar. Fakat gözlerinin yorgun olduğuna dair Tıp Fakültesinden aldığı rapora rağmen Bakanlıkça izinli sayılmaz. İstifa ederek İstanbul'a gelir. İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi'nde başarısız birkaç göz ameliyatı geçirir. Daha sonraki yıllarda Paris'te göz ameliyatı olur ancak görme konusunda başarısız olur. 1984 yılında sol tarafına felç iner ve ölümüne kadar bu felçle yaşar. Cemil Meriç der ki; - Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddes olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs. - Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir? - Duygunun asaleti; kuvvet ve isabetindedir. - Hıristiyanlaşmadık ama içimizde orta çağ keşişi yaşıyor. - Genç batının her nazına, her cilvesine katlanan, ihtiyar birer aşık olduk. - İdeolojiler, izmler üzerimize giydirilmiş deli gömlekleridir. - Don kişot olun. Tek hürmet ettiğim adamdır. Kaybedilmiş bir davanın bu kadar fedakâr bir kahramanı olabilir. Öyle görmek ve inandırmak ihtiyacında. Dünya şanso pansolarla dolu. “Ormanı görmedin”¦ Ağacı görmedin”¦ Rüzgârın önüne savurduğu birkaç kuru yaprağı insan zekâsının bütünü sayıyorsun”¦” - Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye çalışan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki, yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar? - Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: düşünce birliği. O da rüzgârın her an tehdit ettiği bir kandil. Düşünce birliği, düşünen insanlar arasında olur. - Politika ile en az âlimler uğraşır. - Hepimiz aynı gemideyiz. Gökte kasırga bulutları”¦ Ve kuledeki gözcünün feryadı: S.O.S! S.O.S! Not: Bu yazı; Süper Beyin Dergisi'nin Mayıs 2011 sayısında yayınlanmıştır.