Kahramanmaraş'ta 1. Uluslararası Kahramanmaraş Dondurma ve Kültür Sanat Festivali kapsamında Uluslararası Sultanu’ş Şuara Sünbülzade Vehbi Efendi Sempozyumu düzenlendi.

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen sempozyum öncesi Büyükşehir Belediyesi mehter takımı gösteri sundu.

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi halk oyunları ekibi ile Trabzon Büyükşehir Belediyesi folklor ekibinin gösterilerinin ardından sempozyum, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı.

Büyükşehir Belediye Başkanı Fatih Mehmet Erkoç, yaptığı konuşmada, teknik belediyeciliğin yanı sıra kültürel anlamda da hizmetlere devam ettiklerini, bunun gibi birçok sempozyuma ev sahipliği yaptıklarını söyledi.

Sempozyumların sadece yapılmakla kalmadığını, sempozyumlarda sunulan bildirilerin de derlenerek kitaplaştırdıklarını dile getiren Başkan Erkoç, şunları kaydetti:

"Burada genç kardeşlerimize seslenmek istiyorum. Sevgili gençler sizlerin içinden neden Sünbülzade Vehbi Efendiler çıkmasın. Sizler bu ülkenin geleceğisiniz. Sizler bu ülke için, bu aziz milletimiz için çok önemlisiniz. Gelecekte bu ülke yönetiminde sizler söz sahibi olacaksınız. Geleceğin cumhurbaşkanı, milletvekili, belediye başkanı sizler olacaksınız. Ben şimdiden hepinize eğitim hayatında başarılar diliyorum. Şu anda nasıl ki Sünbülzade Vehbi Efendi ile övünüyorsak gelecekte de sizlerle neden övünmeyelim. Biliyorsunuz gençlerimizin önü açıldı. Seçilme yaşı 18’e indi. İnşallah hepiniz çok yüksek mevki ve makamlara gelirsiniz. Katılımınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, başarılar diliyorum."

Yrd. Doç. Dr. Lütfi Alıcı ile araştırmacı yazar Yaşar Alpaslan, Sünbülzade Vehbi Efendi Sempozyumu’nun hazırlanışıyla alakalı bilgiler aktardı.

Sultanu’ş Şuara Sünbülzade Vehbi Efendi Kimdir?

(1718?, Maraş - 29 Nisan 1809, İstanbul),

18. yy. dîvan şairi. Asıl adı Mehmet olan şair, Maraş'ta 'Sünbülzadeler' diye anılan bir aileden geldiği için Sünbülzade Vehbi olarak adlandırılmıştır. Doğum tarihi kesin olmayan şairin 1789 yılında Şeyhülislâm Mehmet Kâmil Efendi için yazdığı kasidenin bir beytinde, yaşının yetmişe ulaştığını ifade ettiğinden doğum tarihinin 1718 olduğu tahmin edilmektedir.[1]

Şairin Dedesi Seyyit Vehbi, müftülük yapmış bir din adamıdır.  Babası ise aynı zamanda kendisi gibi bir şair olan Reşit Efendi'dir. Babası Reşit Efendi kadı ve aynı zamanda şairdir. [2]Seyyit Vehbi’nin yanında Halep'te kadı vekilliği yaparken Sünbülzade Vehbi dünyaya gelmiş ve Seyyit Vehbi’nin isteği ile Reşit Efendi oğluna ' Vehbî ' adını vermiştir. Şair de bu adlıyla ünlenmiş ve bu adı mahlas olarak kullanmıştır.

Vehbî'nin çocukluk ve gençlik yıllarının Maraş'ta geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. İlk eğitimin babasından ve dedesinden almış olduğu sanılmaktadır. [3]Maraş’ta medrese eğitiminden sonra İstanbul'a gitmiş olması gerekmektedir. Sünbülzade Vehbi önce Maraş’ta okumuş,  İlmiyye mesleğine girmiş, iyi bir tahsil görmüştür. Eğitimli bir aileden gelmiş olması dolayısı ile oldukça iyi bir eğitim aldığı malumdur.

 Kadılardan oluşan bir aileden gelen Vehbi, İlmini ilerletmek için İstanbul’a kadar gider. Arapçayı ve Farsçayı sözlük yazabilecek kadar iyi düzeyde öğrenmiş olduğu şiirlerinden de bellidir. Arapçası ve Farsçası bu dillerde yazan şairlere nazire yazabilecek kadar kuvvetlidir.[4]İstanbul’daki eğitimi sonucunda müderris olur. Kadılık vazifesi ile Rumeli’ye gönderilir. Uzun müddet Eflak ve Buğdan da görev yapar, İstanbul’a döner. 1768 Rus seferi sırasında Sultan III. Mustafa zamanında Hâceganlık (Defterdarlık, nişancılık gibi devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında bulunan görevli) mevkisi verilir.

Sultan I. Abdülhamid zamanında Divan-ı Humayun Haceganı, yani dış işlerinde memur olarak görev yapar.[5]Bu görevdeki yedi yılın ardından ve iyi derecede de Farsça bilmesi nedeniyle 1775’te sefir olarak İran’a – Şiraz’a – elçi olarak gönderilir. [6]

Dönüşte Türk-İran hadiselerinde suçlu gördüğü Bağdad valisi Ömer Paşa ile araları açılır. Buradaki görevi sırasında Bağdat Valisi Ömer Paşa ile aralarında oluşan anlaşmazlık Abdülhamit’e ulaşır. Ömer Paşa'nın Padişaha ulaştırdığı olumsuz rapor üzerine Vehbî'nin idamına karar kılınır. Ancak yakın dostları bu durumu kendisine önceden haber vermeleri üzerine gizlice Bağdat'tan İstanbul'a gider. Yakın dostlarının yardımlarıyla Padişaha bir kaside sunarak af diler. “Tannane” adlı bu  kasidesiyle Padişaha kendisini affettirir ama  bu olaydan sonra uzun bir süre işsiz kalır.[7]

Sadrazam Halil Hamid Paşa tarafından tekrar kadılık görevine verilir. Rodos, Silistre, Eski Zağra kadılıklarında bulunur[8]

Vehbi’nin şair olarak ün kazanması İstanbul'da iken meydana gelir.  İstanbul’da iken devrin ileri gelen kişilerine kasideler ve tarih düşürerek yazdığı dizeleri sunarak ünlenmeye başlamış ve Rumeli kaleminde çalışırken kadılık görevine getirilmiştir. Dönemin şairlerinden arkadaşı Sürurî'nin ' Hezeliyyât ' adlı yapıtında yazdığına göre Vehbî, Yaş, Bükreş, Eflâk, Boğdan ve Siroz gibi yerlerde de uzunca bir süre kadılıklarda bulunmuştur.

Vehbî, bir süre Rodos kadılığı yapar, Rodos’tayken de işrete düşkünlüğü sebebiyle sıkıntıya düşmüş Fakat Gazi Giray meselesinde gösterdiği dirâyet sebebiyle yerini korumayı başarmıştır. Avusturya seferi sırasında ordunun kadı vekilliğine atanır. Ordu ile birlikte Edirne, Sofya ve Niş bölgelerinde dolaşır ve ardından 1787'de Eski Zağra kadılığı görevini üstlenir. 1201/1787’de Şâhin Giray’ın idâmı sırasında Rodos’ta kadıdır. Şâhin Giray meselesinde gösterdiği dirâyetten dolayı ‘merâtib-i sitte’den Silistre niyâbetine tayîn  edilir.

Burada şair arkadaşı Sürurî'de kendisine kâhyalık görevinde bulunur. Eski Zağra'da görevli olduğu sırada yaşadığı kötü bir olay sonrasında bir süre tutuklu dahi kalmıştır.[9] Bu arada şair arkadaşı Sürurî ile birbirlerine yazdıkları hicivler nedeni olsa gerek arası açılır .  Üstelik  Şâhin Giray’ın intikâmını almak isteyen tatarlar tarafından evi basılarak yağma edilmiştir.  Surûrî’ye göre bu olayda bir kadın meselesi  de vardır. [10]1204/1790’da Eski Zağra kadılığından azledildilir. Daha sonra, Manisa, Siroz, Manastır’da kadı olarak bulundu. 1211/1797’de Bolu’ya kadı olur.

ve  yazdığı bir hiciv sonrasında Vehbî görevinden alınır. Ancak dönemin Padişahı III. Selim’e bir divan sunarak padişahın gönlünü almayı başarmıştır. Bunun üzerine III. Selim onu tekrar affeder. Önce Manisa’ya daha sonra ise Siroz'a tekrar kadı olarak tayin edilmiştir.

Sünbülzade Vehbî'nin son kadılık görevleri Manastır ve Bolu'dadır.[11] Bolu'dan sonra İstanbul'a dönen, ancak seksen yaşını da geçen şair, nikris (mafsal romatizması) hastalığına yakalanır, yatağa düşer, gözleri görmez olur ve bilincini kaybeder. 29 Nisan 1809 tarihinde de bu dünyadan göçer [12]. Tarihi kaynaklar, mezarının İstanbul Edirnekapı dışında olduğu üzerinde birleşirler, ancak yeri belli değildir.[13]

Edebi kişiliği

Arapça ve Farsçaya oldukça hâkim bir şair olduğunu Nuhbe ve Tuhbe adlı eserlerinde belli eden şair. Çağdaşlarını aşamasa da onlardan da pek geri kalmayan bir şairdir.  Baki, Nedim, Nabi ve Sabit’e ziyadesi ile düşkün olan şairin bu şairlerin tesirinde kaldığı belli olmaktadır.

Nedîm tarzında yazmakla birlikte Nedîm'i taklit eden şiirlerinde çok başarılı olabildiği söylenemez. Sürûri ile sürekli takışmaları sonucu karşılıklı birbirlerine hicivler yazmışlar hatta bu tartışmalar yüzünden bir ara görevinden de azledilmiştir. Çeşme vs gibi şeyler için de şiirler yazmış, tarih düşürme konusunda başarılı örnekler vermiştir. Eğlenceye ve işrete olan düşkünlüğü kimi zaman devletteki görevlerinden azl edilmesine yol açmış olsa da muzip şiirleri ile ün salmış, bu tarz şiirleri, Eşref ve Neyzen Tevfik gibi şairlerimizin üzerinde tesirli olmuştur. Vehbî şiirde geçmiş divan şairlerini aşamamakla beraber belli bir seviyeyi korumayı başarabilmiştir.

Vehbî, şiirde daha çok şekle önem verirken lirizm yönünden zayıf kalan şiirler yazmıştır. Nâbi ve Sâbit'ın etkisi altında kalan şair şiirlerinde didaktik konulara yer vermeye çalışmıştır. bu bakımdan da onu hikemi tarz şairlerinden biri olarak görmek gerekecektir.

Şiirlerinde sağlam bir nazım kuvveti gösteren şairin lirizm yönü pek kuvvetli değildir. Sâbit’e nazireler yazmış, eğlenceye olan düşkünlüğünü dile getiren şiir örnekleri vermiştir. Açık, ama kuru bir anlatımla Sabit gibi yerel konulara yer vermiş, günlük hayatta kullanılan atasözleri ve deyimleri kullanmıştır. Şiirlerinin, çağın toplumsal yapısını yansıtması bakımından önem taşıdığı söylenebilir.

Sünbülzade Vehbî, III. Selim'e sunduğu kasidelerde, onu klasikleşmiş ve kalıplaşmış övgü sözleriyle anlatır. Bu türlü övgü sözlerine her hangi bir padişaha sunulan kasidelerde bol bol rastlanır. Bazı şiirlerinde ince hicivler, iğneleyici alaylar ve oldukça mizahi unsurlar da bulunur

Şi’r-i bâzice-i tıflâne iden eşhâsın

Kimisi söz ebesidir kimi bâbâ-yi sühan

Sünbülzâde Vehbî’, ahlâkî¸ edebî ve tasavvufî nasihatler içeren "hikemi tarzın" 18.Asırda yaşamış önemli temsilcilerinden biridir.

Eserleri

* 1. DÎVAN : Selim III'e sunduğu ve 5732 beyitten oluşan bu dîvan mısırdaki bulak matbaasında basılmıştır. Vehbî, bu esere ' Sünbülistan ' denilmesini istemiştir. Arapça kasideleri ile Farsça divançesi yer alan bu eseri gayet hacimlidir. İçinde Türkçe şiirler de vardır.

* 2. LUTFİYYE-İ VEHBΠ: Sümbülzade Vehbi’nin oğlu için kaleme aldığı “Lutfiyye” adlı mesnevidir. “Hayriyye” gibi, oğluna kendi tecrübelerini aktarmak isteğiyle yazılmış olan “Lutfiyye” de didaktik yönü ağır basan, eğitici bir eserdir. Oğlu Lütfullah için hayatta nasıl hareket etmesi lâzım geldiğini göstermek için yazılmış manzum, ahlâkî değerler işleyen bir eserdir. Edebiyatımızda çocuk eğitimi için hazırlanan ilk kitaplardan biri olarak kabul edilebilir.

* 3. TUHFE-İ VEHBÎ: İran’daki görevinden dönüşünde yazdığı bu eser, 58 kıtadan oluşan manzum bir sözlüktür.“Tuhfe-i Vehbi”yi işsizlikten kendisini kurtaran Halil Hamid Paşa’nın çocukları için yazmıştır.

* 4. NUHBE-İ VEHBΠ: Selim III'e ithafen yazdığı Arapça-Türkçe manzum sözlük.

* 5. ŞEVK-ENGÎZ: Ten hazlarıyla kadın ve erkek güzelliği üzerinde bir zenperest ile bir mahbubperest arasında cereyan eden bir münazaradır. Sonunda mahbubperest kazanır. 779 beyittir.

* 6. MÜNŞEAT: Bu eserin büyük kısmı, şairin de bir beyitinde belirttiği gibi, bir yangın sonrası yok olmuştur.