Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi'nin bu haftaki konuğu KSÜ İlâhiyat Fakültesi Felsefe Öğretim Üyelerinden Yrd. Doç. Dr. İbrahim Çetintaş'tı. Konuşmacı İslâm kültüründe var olan/olması gereken ahlâk-medeniyet ilişkisi üzerinde durdu.

İbrahim Çetintaş konuşmasında özetle:

Önce genel olarak varlığın ereksel (gaî/teleolojik) karakteri bağlamında gerek tek tek, gerekse bütün varlığın özünde taşıdığı tabiî bir amaçsallıkla ortaya çıktığını ifade etti. Buna göre her bir varlık, varlığa gelirken belirli bir istidat, yetenek, eğilim veya yatkınlık içerisinde yaratılmış; bu gaye çerçevesinde “kuvve”den “fiil”e, imkân hâlinden gerçekliğe çıkmıştır, dedi.
Genel varlık düzeninden insanî varlığa gelen konuşmacı burada, insanın nitel karakteri ve bunun oluşumunda ahlâkın oynadığı role dikkat çekti. Bu anlamda her insanın fıtrî olarak farklı nitel yapılarda varlığa geldiğini ve bu niteliklerin yoğunluk oranına göre insanın değersel karakterinin de belirlendiğini ifade etti. Ancak bu noktada insan ruhu üzerinde oluşan ve gelişen değersel niteliklerden ahlâkı ayrıştırarak bu faktöre, diğer bütün değerleri “belirleyen”, “yöneten” veya “şekillendiren” bir önem atfetti. Bu anlamda konuşmacı, insanın benimsemiş olduğu ahlâkî değerlerin mahiyetinin, onun ruhsal karakterini inşa ettiğini, bunun da, ruh üzerinde ortaya çıkan epistemik, estetik vb. değerlerin de kaderini belirlediğini vurguladı. Böylece ahlâkın, insanın genel değersel karakterini güçlendirici veya zayıflatıcı bir mahiyete sahip olduğunu söyledi.

Konuşmacı son bölümde ise, bu genel çerçeve içerisinde İslâm düşünce tarihinde kendini gösteren ahlâkî inşa sürecini değerlendirdi. Bu anlamda Cibril hadisine de işaret eden konuşmacı İslâm'ın; itikat, ibadet ve ihsan (ahlâk) olmak üzere üç temel dayanağı olduğunu ifade etti. Tarihi süreç içerisinde ilk ikisinden ziyade ahlâkî alanda problemler oluştuğuna, bunların da Müslüman bireyin değersel karakterini olumsuz yönde etkilediğine dikkat çekti. Buna göre İslâm'ın ilk dönemlerinde, ilgili hadiste de ifade edildiği gibi, davranışların motivasyon kaynağının, “Allah'ı görüyormuşçasına”¦” şeklinde formüle edilen davranış biçiminde iken, zamanla bu anlayışın paradigmal bir kırılmaya uğrayarak, “İnsan/toplum görüyormuşçasına”¦” şekline evrildiğini ve bunun da Müslümanın ahlâkî inşa sürecinin içeriden dışarıya geçmesine yol açtığını söyledi.

Gazâlî'nin, filozoflara karşı özellikle din temelli geliştirmiş olduğu eleştirilerinde bu süreci kolaylaştırıcı bir rol oynadığını ifade eden konuşmacı, bunun neticesinde insanı, din yerine daha çok kültür, siyaset veya farklı ideolojik algıların inşa etmeye başladığına, bu durumun da onun nitel karakterini zayıflattığına vurgu yaptı. Nitel karakteri zayıflayan insanî varlık ise eskiden olduğu gibi artık özgün değerler üretmek yerine, önünde bulduğuna teslim olup, onu sorgusuzca tekrar eden bir yapıya dönüştüğünü ve irade/ahlâkın hedef alındığı bu süreçte, buna bağlı oluşan ve gelişen bütün değer mekanizmalarının bundan olumsuz yönde etkilendiğini ifade etti.

Artık sadece ahlaki alanda değil, epistemolojik ve hatta estetik değerler alanında da özgünlük yerini, geçmişi körü körüne tekrar eden bir anlayışa bırakacaktır. Bunun neticesi öz varlığı zayıflayan Müslümanın, değer üretme kapasitesi de körelecek veya tümüyle yok olacaktır. Böylece belirli dönemlerden sonra İslâm dünyası; varlığı, tanımlayan değil, başkalarının tanımlarını okuyan ve buna göre amel eden, üreten değil tüketen, belirleyen değil belirlenen, etkileyen değil etkilenerek diğerlerinin zihin ve ruh kalıplarına teslim olan işlevsiz tarihi bir hat üzerinde yol alacaktır.

Sonuç olarak İslâm dünyasının bu açmazdan kurtuluşun da, yine Müslüman insanın akıl, irade veya ruh gibi özsel niteliklerinin tabiî yapısına uygunluk içerisinde yeni bir restorasyon sürecine sokulmasıyla mümkün olabileceğini söyleyen konuşmacı, bunun neticesinde yeni bir medeniyetin kendiliğinden ortaya çıkacağını ifade ederek konuşmasını tamamladı.