Böyledir. İnsanın ayırt edici özelliği 'fert oluş'tur ama insan, ferdiyetini sosyal ortamda gerçekleştirir. Modern/Batılı toplumlarda insanın varacağı en üst varoluş noktası 'kendini gerçekleştirmek' olarak belirlenmiştir. Oysa bu dünya, insanın kendini tamamen gerçekleştirmesine uygun bir mekân değildir. İnsan aynı zamanda aşkın/müteâl bir varlıktır ve Müslüman, kendini gerçekleştirmenin ötesine geçer, aşkınlığa ulaşır. İnsanı aşkınlığa yine insan ulaştırır ve ki bu ulaştırıcılar, peygamberlerdir, peygamberlerin varisleri âlimler ve ariflerdir. Bundan dolayı Doğu toplumları bir model insan, bir örnek kişi çevresinde toplanır. Peygamberler, hususiyle Hz. Peygamber as ve O'nun varisleri (hulefa-i raşidin) sadece manevi bir önder olmayıp aynı zamanda devlet başkanı olduklarından, İslam ülkelerinde din ve devlet işlerinin ayrı oluşu anlamında laiklik 'olasılıksızlık'tır.

BAHARI GETİREN ÇİÇEK

Toplumu dönüştürmek isteyen kişiler bilirler ki toplum, reislerinin dini üzerindedir. Bundan dolayı insanlara fert olarak ulaşmanın yolu, onların reislerine ulaşmaktan geçer. Bir kişi yetiştirmek, bir toplumu yetiştirmek ve dönüştürmek anlamına gelir. Bu hakikati kavrayıp gösteren iki mürşidden bahsetmek yerinde olacaktır: M. Zahid Kotku Hz.leri, Abdülhakim Arvasi Hz.leri. Zahid Efendi, Erbakan Hoca'yı, Arvasi Hz.leri Üstad Necip Fazıl'ı yetiştirmekle yeni bir toplum inşa etmişlerdir.

NECİP FAZIL, TESPİHİN İMAMESİYDİ

Üstad Necip Fazıl, Arvasi Hz.lerinin konuşan, yazan, cemiyete bakan yüzüdür. Üstad, bir Ay'dır, Güneş'ten aldığını yansıtmıştır. Zamanla kendisi de güneşe dönmüştür. Çünkü ateşe atılan ve kıpkırmızı olan demire ateş demek caizdir. Derler ki güneş bütün varlıklara aynı derecede tesir eder ama tecelli, varlığın fıtratına göre farklı olur; elma güneş ışığında tatlılaşırken kırmızıbiber acılaşır. Oysa ikisi de güneşte kızarmıştır. Arvasi Hz.lerinin yetiştirdiği bu güneş, herkese aynı ışığı vermiştir ancak herkes ondan aynı şekilde feyzlenememiş, aydınlanamamıştır. Fıtratı müsait olanlar ondan aldıkları feyzle yetişmiştir ki biz onlara Yedi Güzel Adam diyoruz. Hep mutlak güzelden yana, yaptıkları, yazdıkları, sözleri, duruşları ve arkada bıraktıkları isim bakımından güzel olan bu adamları tespih tanesine benzetirsek, bu tespihin imamesi Üstad Necip Fazıl'dır.

ÜSTAD'IN ASIL ESERLERİ YETİŞTİRDİKLERİYDİ

Üstadlar sadece yazdıkları ve söylediklerinden oluşan eserlerle değil, yetiştirdikleri insanlarla da bilinir ve tanınır. Eğer bu gün yedi güzel adamdan bahsediyorsak; öncelikle o adamların imamesine bakmamız gerekir. Bazı üstadlar vardır ki yetiştirdikleri fidanların meyvesini görememişlerdir. Allah Üstad Necip Fazıl'a lütfederek, ona yetiştirdiği insanların meyvesini de yedirmiştir. Diriliş, Edebiyat, Mavera, Büyük Doğu'nun çocukları, meyveleridir. Bu hususu en açık Mehmet Akif İnan dile getirir ve der ki:

Anamı sorarsan büyük doğudur 

Batı ki sırtımda paslı bıçaktır

(Sahi yeni kurulan üniversitelerimizden birinin adı neden Büyük Doğu Üniversitesi ve Diriliş Üniversitesi değildir?) 

ÜSTAD'IN DİLİNDEN YEDİ GÜZEL ADAM

Sadece düşünce, aksiyon, aşk ve vecd bakımından değil; sanat, kültür ve medeniyet tasavvuru bakamından da Üstad Necip Fazıl, fidanlarının meyvesini hayatında iken görmüş ve bunu kayda geçirmiştir. Üstad'ın vefatından sonra yapılan Babıali baskılarında yer almayan bir bölümde Üstad, yedi güzel adamı şöyle takdim eder:

'Bizimkiler! Fikirde, sanatta, politikada ve aksiyonda onları kısa bir muayeneden geçirelim. Aralarında oluşlarını Büyük Doğu'ya bağlayabileceğimiz fikir adamı ve sanatçılar; Sezai Karakoç, Mehmed Âkif İnan, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil”¦' (Nisan-1975, 1.Baskı, sayfa: 337)

Üstad'ın takdimi ile yedi güzel adam : 'Fikir adamı ve sanatçı'dır ve bu adamlar, bu payeyi aldıklarında 40'lı yaşlardadır. Üstad bu takdimle kalmaz ve Mavera'nın çıkışını Milli Gazete'de 'Çerçeve' sütununda şöyle alkışlar :

'Siyaset, hatta fikir ve sanat bataklığında, ırmağa, nehre ve deryaya doğru kendine yol arayıcı birtakım su kıvrımlarının başında, bir kitapevi ile bir dergiyi görmekteyim: Ankara'da Akabe Kitapevi ve Mavera dergisi... Bu kitapevi, bir ticarethane değil, bir fikir mahfelidir: Dergi de, günün aşşağılık sanat hokkabazlıklarına elinin ayasiyle «dur!» diyen, mümkün olduğu kadar sade bir vitrin... Ve ikisini birden hâleleyen Büyük Doğu gökkuşağı...

Bu gökkuşağı, birtakım suni renklerle dekorlaştırılmış ve lâfta bırakılmış bir muşamba perde karalaması değil, kelime etiketçiliğinden bile uzak, aziz davayı yaşama remzidir; ve Büyük Doğu Gençliğinin artık kendi başına mahsul verme çağına erişmiş bulunmasından bir işarettir. Akabe ve Mavera atmosferinin yoğurucuları olarak Mehmet Âkif İnan, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt ve Cahit Zarifoğlu'yu, daha birkaç yakınlariyle beraber Büyük Doğu sulbünden gelme ilk üretimciler sıfatıyla takdim eder; ve gönlümün ötelerde olduğu bu son devremizde, davamızın şehrâyini mahyalaştıracak yeni gençliği iş ve üretim başında görmek ve asıl bayramı bu suretle idrak etmek hasreti içinde yandığımı, hem de böyle bir günde ilân ederim.'

Üstad'ın Onlar adını verdiği şiir Yedi Güzel Adam için de okunabilir kanaatindeyiz. Şöyle der Üstad:

Onlar ki dudakları ölümsüzlük tasında

İmzaları mavera yurdu haritasında

ÜSTAD, KARAKOÇ'U SEÇER

Üstad nesil olarak Yedi Güzel Adam'dan önceki nesle ait olduğu için, talebelerin eserlerinde dil tutumu, anlatım, estetik zevk bakımından kendisinin taklit edilmesinden yana değildir. Önemli olan mesajdır, mesajın katıksız İslam oluşudur, tasavvufi derinliktir, Hz. Peygamber sevgisidir, ehlisünnet tavrıdır, Batı ve Batıl oluştan uzak oluştur. Bu ortak noktaları gördüğü için Üstad, Yedi Güzel Adam'ın yazdıklarının arkasındadır. Bundan dolayı Büyük Doğu'nun açtığı şiir yarışmasında yaklaşık yedi yüz şiir içinden birinci seçilen şiir, 'yeni şiir' olmasına ve müstear isimle gönderilmiş olmasına rağmen Sezai Karakoç'a aittir ve Üstad, adeta bir ilhamla seçmiştir bu şiiri. Sezai Karakoç'un Hatıralar'ına baktığımızda Üstad'ın sadece bir şair, bir gazeteci, bir dava adamı olarak değil; bunlardan öte bir şeyh, bir mürşid olarak kabul edildiğini apaçık görüyoruz. Üstad istediği için, ön görüşme yapmadan Üstad'ın dünürlüğünü kabul eden, böylece Arvasilere damat olan Cahit Zarifoğlu'nun teslimiyeti yine bir müridin bir şeyhe teslim olmasından başka bir şey değildir. Üstad için Yaşamak'ta geçen tarif aslında dilin yetersizliği içinde yakalanmış bir tam tariftir : 'Müthişti' diye tarif eder Zarifoğlu.

Bir genç düşünün ki evlendiği ilk günlerdedir ve o, balayı diyebileceğimiz günlerini evinde değil de Üstad'ın sohbetinde geçirmektedir, hem de gece yarılarına kadar. Ve Üstad'ın tatlı kovuşuyla sohbetten evine gitmiştir. Rasim Özdenören'dir bu güzel adam.

HER BİRİNDE NECİP FAZIL'DAN BİR İZ VAR

Şunu rahatlıkla söylemek mümkün. Yedi Güzel Adam'dan her biri, Üstad'ın bir yönünü yansıtır. Üstad Necip Fazıl'daki derinlik, ataklık, teşkilatçılık, seçkinci tavır, hasbilik gibi hususiyetlere baktığımızda bunların her birinin Yedi Güzel Adam'dan birinde daha önce çıktığını görürüz ki bu husus da yazının başında geçen güneş metaforu ile ilgilidir.

Sözü bitirmeden şunu da ilave etmek gerekir ki Yedi Güzel Adam'ın güzelliği uyarıcı olmalarındandır. Yedi Uyurlar, uyarılarını nasıl uyku üzerinden yaptılarsa, Yedi Güzel Adam da yazılı, sözlü eserleri, duruşları ile ve illa ki Necip Fazıl'ın çevresinde yer almakla yapmıştır.

Çiçek, sadece renk, koku, görünüş değildir; çiçek bu maddi özelliklerinin toplamını da aşan estetik bir varlıktır.

Yedi Güzel Adam bir demet, bir buketse; bu buketin merkezinde çiçeklere rengini, kokusunu, edasını katan Üstad Necip Fazıl'a ve Yedi Güzel'in rahmete kavuşmuş adamları Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt ve Akif İnan'a rahmet dileyerek yazımıza son verelim.