Bu kötü anılar neler diye kısaca hatırlayacak olursak; 27 Mayıs 1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi ve bu darbe öncesi halkımızın sağ-sol çatışması yaşaması, son olarakta post modern darbe diye isimlendirilen 28 Şubat 1997 müdahalesini sayabiliriz. Bunların yanı sıra toplum hayatımızda önemli etkilerinin olduğunu düşündüğüm cemaatlerin de siyaseti kaçınılması gereken bir alan olarak göstermiş olmalarının önemli payının olduğuna inanıyorum. Yukarda bahsettiğim faktörlerden daha etkili olanı ise siyasetçilerimizin toplum gözünde güven endekslerinin, başarısız hizmetlerinden dolayı, oldukça düşük olmasıdır. Elbette toplum nezdinde güvenilir kabul edilen siyasetçilerimizde olagelmiştir. Ancak bunlar, siyaset ve siyasetçiye bakış açısını değiştirmeye yetmemiştir. Bir diğer önemli etken ise toplumun siyasi yetkinliğinin oluşmasına izin verecek yasal düzenlemelerin hiçbir zaman yapılmamış olmasıdır. Yukarda anlattığım sebeplere rağmen, siyaset kavramını zihnimizde iyi bir yere oturtmak zorundayız. Hayatımızın her noktasına nüfuz eden siyaset, modern toplumların karar mekanizmasıdır. Bir düşünün, otomobillerimizden alınacak vergi oranlarını, çocuğumuzun zorunlu eğitim süresini, hangi şehirlerin teşvik kapsamına alınacağını, bir iş yeri açarken kaç yerden ruhsat almamız gerektiğine kimler karar veriyor, elbette siyasetçiler. Yaşamımızın hemen her alanını düzenleyen siyaset kurumu bütün fertleri tek tek ilgi alanında görür ve ona bir şekilde ulaşır. Hayır, ben siyasetin etki alanının dışına çıkacağım derseniz hiçbir şekilde buna müsaade edilmez. Halk olarak siyasetten uzak kalışımızın sonuçlarına kısaca göz atalım. Bir kişi 1964 yılında siyasete girmiş ve 2000 yılında cumhurbaşkanı olarak siyaset hayatını gönülsüz bir şekilde sonlandırmış, yani 36 yıl ülkemizin kaderinde söz sahibi olmuş. Bir diğeri ise 1974 yılında sendika başkanı olmuş ve kesintisiz olarak başkanlığını halen sürdürüyor. Bir başkası ise 20 yıl aralıksız Kızılay başkanlığı yapmış ancak 7,3 lük bir deprem sonucu başarısız olduğu fark edilebilmiş, bu arada oğluna holding kurma başarısını da gösterebilmiş. Bir başka siyaset adamımız ancak ölünce genel başkanlığı bırakmış. Bir milletvekilimiz babasının da milletvekili olduğundan bahsederken oğlunu da vekil yapmak istediğini belirtmekte. Bu verdiğim örneklerin bize anlattığı tek şey var Türkiye”mizde siyaset kurumu geniş halk kitlelerinin ilgi alanına girememiş. Bu ise birçok sıkıntının ana kaynağını oluşturmakta. Meşhur bir söz vardır: “Sen siyasetle ilgilenmediğin zaman, senden daha az güvenilir birisinin seni yönetmesine izin veriyorsundur” diye. Bu söz ışığında konuşacak olursak, kendimize ait haklarımızı korumanın ve geliştirmenin en iyi yolu siyasette etkin aktörler olarak görev almaktır. En azından emaneti teslim edeceğimiz insanları seçme aşamalarının her seviyesinde rol almaya çalışmaktır. Bu sorumluluklarımızı yerine getirmeden siyaset ve siyasetçiyi kötülemek gibi bir hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bizi rahatsız eden uygulamaları uzaktan eleştirerek değiştiremeyiz eğer öyle olsaydı bütün kahvehanelerin düşünce kuruluşları olarak kabul edilmesi gerekirdi. Oyunun içine girmeden oyunun seyrini değiştiremeyiz. Bu siyaset oyununun tribünü yok, herkes oyuncu ve hakem rolünde, ama maalesef bizde ise durum tam tersine, çoğunluk tribünde seyirci, oyuncular ise genellikle aynı kişiler. Bunu kesinlikle değiştirmek zorundayız. Aksi halde kahvehane köşelerinde ve arkadaş toplantılarında ülke kurtarmaya devam ederiz. Şairin dediği gibi:” Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal.”